Kayuş Çalıkman Gavrilof HDP'nin Ermeni adayı. Başkan adayı Kayuş Çalıkman Gavrilof eşbaşkan uygulamasının dışında tek başına seçim yarışına girecek. Adalar'ın belediye başkan adayı Gavrilof İstanbul'u ve seçim sürecini anlattı. 

Murat Sevinç'in Radikal'de yer alan söyleşisi şöyle:

Sorular, bir Ermeninin ‘şehir’ algısı üzerineydi, seçimler değil. Çok sordum ancak yazıda hiç lafa girmeyip yanıtları birleştirerek, sözü, gönüllerin Başkan’ına bırakayım… Şehir, merkez etrafında gelişen büyük mekân. Kültür ve sanat yaşamı, endüstri. Olmazsa olmazlardan biri tabii sinema . Güzel şehirler ya deniz kenarında ya da ortasından bir nehir geçiyor. Haliyle şehir, deniz demek. Deniz uygarlık ve ‘esneklik’ ve kültürel zenginlik demek. Örneğin, özel ilgim olan Ermeni minyatürlerine bakınca genelde soğuk renkler görürüm. Oysa Kilikya motiflerinde renkler coşuyor ki deniz etkisi olduğunu düşünüyorum. Şehir, benim için merkezi olan bir yer. İstanbul’da merkez var mı artık emin değilim. Varsa eğer, orası benim için Taksim. Gezi parkını bir yana bırakalım. Beyoğlu’nda güzel bir düzenleme yapılmıştı. Bir kere, ağaç vardı. Art Nouveau binalar, nefis yapılar. Ama restorasyon kurallara uyulmadan yapıldı. Önce ağaçları yok ettiler. Sonra Demirören, Emek vs. Bu işleri yapan insanların kültür ve niyetleri de yoktu belli ki. İsteselerdi, bilen insanlardan yardım alabilirlerdi. Taksim, Beyoğlu, Pera, Müslüman olmayan azınlıkların tarihsel izlerini barındırıyor. Bana kalırsa, bu izleri silmek istediler. Oralarda orta sınıf azınlıklar yaşıyordu. İnsanların hatıraları vardı. Kaçırılanların yerine yeni yerleşimciler geldi ve insanlar birbirine düşürüldü. Semt çökertildi. İnsanlar hızla çekilince, ‘ucuza’ mekân kapatmak mümkün oldu!

EŞİT YURTTAŞLIK

İstanbul, eşit yurttaşlık temelinde örgütlü bir şehre benzemiyor doğrusu. Taksim’i hiç görmemiş ve görmeyecek çocuklar var. Şehrin halihazırdaki yapısı, o insanlara bu fırsatı sunmuyor. Senin olmayanı, ona bir şey katmadan tüketince şehir şehir olmaktan çıkıyor. Tabii farklılıkların görmezden gelinmesi durumu da var. Biliyorsun, Balyan ailesi İstanbul mimarisinde çok önemli bir yere sahip. Dolmabahçe Sarayı vs. Ama üç dört yıl öncesine dek sarayı gezdiren rehberler, ‘İtalyan Balyani ailesi’ diyerek gezdiriyordu! İnanabiliyor musun? Peki, bu durumda bir Ermeniyi şehre bağlayan nedir? Benim için bağ, İstanbul. Anne tarafım yedi göbek İstanbullu. Bu kadar bağım olmasa, sevmesem, beni istemeyen bir yerde ne işim var? Bu nedenle kendimi şehirle, ‘İstanbullu’ olarak tanımlıyorum. Babamın babası Geyveli. Babam Romanya’da doğmuş. 1929’da. Cumhuriyet sonrası gittikleri Romanya’dan tekrar İstanbul’a, Ortaköy’e dönüyorlar babam çocukken. Ben bu nedenle kendimi hep Boğaz çocuğu hissettim. Büyükdereliyim. Anneannem Kartal’dan. Kadıköy çok önemli benim için. Ama Pera’nın yeri başka, İstiklal’in. Jan ile Yeniköy’de evlenip Kurtuluş’a taşındık. Tüm bu mekânlar önemli benim için. Ve tabii, Adalar!

DEKORATİF UNSUR DEĞİLİM

Bizim için ‘renk’ diyorlar… Birileri bana, yani tüm yaşamını burada geçiren birine, dekoratif unsur muamelesi yapıyor. Oysa ben, her şeyini sahipleniyorum. Böyle sözler nedeniyle, bir vücudun habis uru gibi hissediyorum bazen. Yok sayılıyoruz. Sadece nefes alıp vermeye imkân veren bir sistem kurulmuş. Kanun, eşitlik vs. yalan aslında. Ne rengi, ne çeşnisi Allah aşkına? Ermenilerin bu şehre katkısı, kültürel katkısını gör önce, inkâr etme. Mimariyi İtalyanlaştırdın, tiyatroyu Türkleştirdin, maksat burada hiç Ermeni yaşamamış gibi bir tarih kurgulamak ve şehrin yapısını bu kurguya göre yeniden düzenleyip berbat etmek. Daha Güllü Agop’tan önce 19. yüzyılın ortalarında, Ortaköy’de, Hasköy’de evlerde tiyatro yapıyorlar. Şairler, yazarlar… Zaman içinde bu etkinlikler kurumsallaşıyor. İlk kadın tiyatrocu Fani takma adlı bir Ermeni mesela. Sonra çeşni, dekorasyon muamelesi görüyorsun.

İSTANBUL SEVGİLİM

Bir de dil meselesi var. Şehirdeki dil çeşitliliğinde Ermeni ve Rumlar önemli. Dil çeşitliliği zenginlik katan en önemli unsurlardan. Azınlıkların Batı dillerine verdikleri önem de var. Eğitimin önemine inanmışlar. Yurtdışında eğitime de önem veriyorlar. Örneğin adam ziraatçı, hemen çocuğunu yurtdışına gönderiyor, şarapçılık vs. öğreniliyor. Tabii yabancı dilleri de öğreniyorlar. Buraya eğitimli geliyorlar. İşte bunlar yok olunca koskoca bir kültür de yok oluyor. Tabii zanaatlar da zaafa uğruyor. Giderek yok oluyor ya da el değiştiriyorlar. El değiştirme, el emeği üzerinden değil aksine sermaye üzerinden gerçekleşiyor. Örneğin kuyumculuk. Artık kuyumculuk şirketleri var. Ermeniler, kendi atölyelerini kapatıp şirketlere fason iş yapmak zorunda kalıyor. Yani 6-7 Eylül’de hızla el değiştirme varken şimdi, yavaş ve kansız oluyor! Son olarak şunu söyleyeyim. Birkaç yıl önce Arte söyleşi yapmıştı. Demiştim ki, “Benim için Kadıköy ve Kartal, anneannem. Samatya ve Balat, dedem. Boğaz ise, kendim” Şişhane’ye giderken Haliç görünür. Masmavi deniz. Eğer bir de güneş yansıyorsa ve kenarından yeşil görünüyorsa kalbim pıt pıt atmaya başlar. Atmasın, İstanbul ‘benim/bizim’ olmaktan çıksın, İstanbul sevgilim olmasın diye her şeyi yaptılar. Bazen ‘başardılar mı?’ diye düşündüğüm olur. Ama görünen o ki başaramıyorlar!