HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım, TSK’nin Suriye’de başlattığı ‘Fırat Kalkanı’ operasyonuna ilişkin açıklamalarda bulundu.

Suriye'ye asker gönderilmesine ilişkin tezkerenin Meclis'ten geçmemesi için HDP'nin yaptığı muhalefeti hatırlatan Yıldırım, " Tezkereye muhalefet etmiş bir parti olarak, diğer partileri bu tezkerenin doğru olmadığına inandırtamadığımız için özür diliyorum. Tezkerede imzamız olmamasına rağmen, ölümleri engelleyemediğimiz için özür diliyorum" dedi.

Suriye’de hayatını kaybeden askerlerin iktidara yakın medyada haber olamadığını ifade eden Yıldırım, “Sabah gazetesinin manşeti büyükelçi cinayeti. "Mehmetçik El-Bab'da 138 DEAŞ'lı öldürdü." Peki, 14 gencimizin ölümü ne kadar? Şu kadar. Gazete bu işte. Bu çocuklarımızın değeri bu. Yani burada manşet dahi olamıyorlar. Çocuklarımızın nerede, nasıl öldüğü bile havuz medyasında habere yansıma biçimini belirliyor” diye konuştu.
Savunma Bakanı Fikri Işık'ın Fırat Kalkanı Operasyonuna ilişkin Meclis'te yaptığı hükümet bilgilendirmesi üzerine söz alan Yıldırım şunları söyledi:
 
Şu Meclis, altına attığı bir imzayla o askerleri oraya gönderdi. Şu Meclis, muhalefet eden veya tezkereyi destekleyenlerle birlikte bu ölümlerin gerçekleşmesine sebep olmuş olan tezkerenin sahibidir. Onları oraya göndermiş olan Meclis iradesinin tamamının bu ölümlerden sorumlu olduğundan hareketle partim ve şahsım adına, ölümlerini engelleyemediğim için onlardan özür diliyorum. Bütün içtenliğimle onlardan haklarını bize helal etmesini temenni ediyorum.
 
Şundan ötürü özür diliyorum: Tezkereye muhalefet etmiş bir parti olarak, diğer partileri bu tezkerenin doğru olmadığına inandırtamadığımız için özür diliyorum. İmzalamamış olsak bile, bu yönde oy kullanmamış olsak bile şu Parlamentonun bir üyesi ve grubu bulunan bir partisi olarak bu kanaatimizi ifade etmek zorundayız.
 
Amacı ve sınırı belli olmayan bir operasyon. Çünkü Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve iktidar yetkilileri, 24 Ağustos’tan bugüne kadar orada Türk Silahlı Kuvvetlerinin bulunmasına dair birbiriyle çelişen, biri birine zıt amaçlar öne sürdüler. Kuzey Suriye'deki federasyona ve oluşuma izin vermemek için orada bulundukları açıklandı. DAİŞ tehdidini ortadan kaldırmak için; yeri geldi, rejimi değiştirmek için orada olduğumuzu söylediler. En son, iki gün önce Moskova'ya giden Dışişleri Bakanı, Suriye Arap devletinin egemenlik hakkını korumak için orada olduğumuzu söyleyen bir mutabakatın altına imza atıyor.
 
‘TÜRKİYE SURİYE’DE YANCI OLDU’
 
Şimdi bütün dünya görüyor ki Türkiye orada bir oyun kurucu değildir, Türkiye orada neredeyse bir yancıdır, bir figürandır. Göreceksiniz, El Bab düştükten sonra en fazla bir hafta içerisinde rejim ve Suriye ve Rusya, hep birlikte "İşiniz bitti, çıkın buradan" diyecek. Bizim gençlerimiz, çocuklarımız ölüyor. Onların yerine biz orada savaşıyoruz, onların yerine biz orayı temizliyoruz ve onlara hediye ediyoruz. Bundan ötürü, bu ölen askerlere karşı bir özür ve hak helalliği isteme borcumuz var Meclis olarak. Hiç birbirimizden de ayırt etmeksizin söylüyorum bunu.
 
Bu çocuklarımızın hayatlarının artık bir alt yazıya, bir son dakika haberine indirgendiği kadar ucuzladığı bir süreci yaşıyoruz. Eski bir bakanın kalkıp bir televizyon programında "Ben de şehit olmak istiyorum." veya aynı memleketten yeni bakanın kıta denetler gibi "İnşallah şehitlik size de nasip olur" demesini veya bir başka iktidar milletvekilinin "Maaş alıyorlar, evet, şehit olacaklar. Bunun için para alıyorlar" demesi…
 
Peki bu çocuklarımız maaş alıyor diye ölmek zorunda mı? Başbakan Yardımcısının ifade ettiği "Bugün Türkiye'de yaşadığımız birçok problemin sebebi Suriye politikalarımızdaki yanlışlıklardır" cümlesini nereye oturtacağız?
 
Bunu bir söylem üstünlüğü sağlamak için demiyorum. Bu gençlerimizin birinin daha canı toprağa düşmeden, yol yakınken geri dönmek için söylüyorum. "Biz bu tezkereye 'hayır' dedik, sizi ikna etmeye çalıştık" deyip işin içinden çıkabilme lüksümüz yok bizim. Asla bu noktada değiliz.
 
Yaşamını yitiren askerler havuz gazetelerinde tırnak kadar yer alıyor
 
Dün bu gençlerimizin, çocuklarımızın hayatını kaybettiği an, merkez medyanın baskıya girmesinden çok önce. Sabah gazetesinin manşeti büyükelçi cinayeti. "Mehmetçik El-Bab'da 138 DEAŞ'lı öldürdü." Peki, 14 gencimizin ölümü ne kadar? Şu kadar. Gazete bu işte. Bu çocuklarımızın değeri bu. Yani burada manşet dahi olamıyorlar. Çocuklarımızın nerede, nasıl öldüğü bile havuz medyasında habere yansıma biçimini belirliyor. Diğeri farklı mı? Yeni Şafak. "DEAŞ'ın Son Çırpınışları" Peki, çocuklarımız nerede? Çok küçük bir şekilde, şurada. Çocuklarımızın hayatını kaybetme öyküsü bu kadar, bu işte. Bu Parlamento böyle bir sürecin altına imza atmış. Bir başka gazete. Sadece şu tırnağımın büyüklüğü kadar haber.
 
138 ile 14'ü kıyaslıyoruz ya, Allah aşkına, her şeyi yapalım ama bu çocuklarımız ve gençlerimizin kanı üzerinden bir ölüm skorları yarışına girmeyelim. Ne yaparsak yapalım skor yarışı içerisine girmeyelim.
 
SURİYE’DE “ VİETNAM SENDROMU”
 
Bakan, az önce konuşmasında şunu söylüyor: Kaçan DEAŞ'lıların gizlenme derinliğini öngöremediğimizden söz etti. O zaman, biz öngöremediğimiz, tahmin edemediğimiz yerlere doğru ilerliyoruz. Bütün uluslararası literatür bunu "Vietnam Sendromu" olarak tanımlar. Bir ülkenin, bir zümrenin, bir siyasi yapının kendi egemenlik hakkının olmadığı bir toprakta, amacı belirsiz bir şekilde operasyonlar düzenlemesi ve orada kayıplar vermesinin adı Vietnam Sendromu'dur.
 
Bir an önce Suriye tezkeresinin gözden geçirilmesi, o operasyona ve bir can kaybına daha bu toplumun tahammülünün olmadığı saikiyle son verilmesini temenni ediyorum.

HDP’den YOL TV’nin kapatılmasına tepki

"TSK'nın seküler yapısının bozulması Pakistan'da islamlaşan askerlerin terfi etmesiyle değişen yapıya benziyor"

(Haber Merkezi)