HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, 2018 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı görüşmelerinin kapanışında Türkiye ekonomisi ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Bütçe tasarısını kabul etmediklerini ifade eden Kerestecioğlu, “Geçtiğimiz sene olduğu gibi bu sene de bütçe, Meclis’ten halk iradesi hiçe sayılarak geçiriliyor. Toplumun geniş kesimlerinin katılım sürecinden dışlandığı, halkın kaynaklarının sermaye kesimleri, yandaş kurumlar ve güvenliğe aktarıldığı bu tasarıya Hayır diyoruz! Toplumsal ihtiyaçlar için bir ekonomi, halk için bütçe istiyoruz” dedi.

Bütçenin ‘savaş’ bütçesi olduğunu savunan Kerestecioğlu, “Savunma ve güvenlikten” sorumlu kurumlara 2017’de ayrılan 64 milyardan fazla bütçe, 100 milyar TL’ye çıkarılıyor. 64 milyar neden yetmedi, neden bu bütçe 35 milyar arttı? Geçen yıldan daha fazla savaş mı olacak bu yıl? Neden bunları yapmak yerine silaha savaşa bütçeyi artırmayı tercih ettik. Geçen yıldan daha fazla mı çatışma, daha fazla mı savaş olacak bu yıl? Bu 35 milyar artışla ne yapılacak” diye sordu.

AKP ve CHP’ye oy vere yurttaşlara seslenen Kerestecioğlu, “Siz Ak Parti’ye oy veren sevgili yurttaşlar, sizlere de seslenmek isterim. Hele ki kadınlar, gençler asla korkmayın, bir gelecek olacaksa hep birlikte ve hepimiz için olacak. Sizin yaşadığınız korkuları size yaşatanların, ikna odalarının, okuyamadığınız üniversitelerin zamanı da değil artık! Siz CHP’li sevgili yurttaşlar; korkmayın bu ülke bölünmeyecek! Çünkü bir ülke daha fazla bölünemez. Aksine birleşecek; herkes, her yurttaş ister ekonomik, ister kültürel olarak hak ettiğini aldığında bir ülke bölünmez, aksine birleşir! Buna kesinlikle inanıyorum” ifadelerini kullandı.

Kerestecioğlu’nun açıklamaları şu şekilde:

‘İTİBAR AKILDA, YÜREKTE, ADALETTE, EŞİTLİKTE’

Yapım maliyeti 5 milyar TL olarak tahmin edilen Cumhurbaşkanlığına bağlı 1000 odalı Saray’ın 2016 yılı harcamasının yaklaşık 1.5 milyon liraya vardığı ortaya çıkınca, “İtibarda tasarruf olmaz” demişti Cumhurbaşkanı, öyle değil mi! Peki itibar nerede? Bu trajik, ama kapitalist ülkelerdeki eşitsizliğin yarattığı eşitsizliğin olağanlaştırdığı bu fotoğraf, sosyal medyada “halk yüzde 11 büyümeyi arıyor” diye paylaşılmıştı. İtibar bu fotoğrafta mı? (Yaşlı iki insanın çöplerden yiyecek aradığı fotoğraf, Meclis Başkanının odasının fotoğrafı ve Saray’ın fotoğrafı)

Yoksa itibar Meclis Başkanının odasını gösteren bu fotoğrafta mı ya da bu 1000 odalı sarayda mı?

“Zarfa değil, mazrufa bak” ya da Nasrettin Hoca’nın kürke itibar edilmemesini pek güzel anlatan “ye kürküm ye” hikayelerinden buralara geldiysek yazık bize! İtibar akılda, yürekte, adalette, eşitlikte arkadaşlar...

‘HİÇBİR SOSYAL DEVLET YURTTAŞLARINI İŞSİZLİĞE VE YOKSULLUĞA TERK EDEMEZ’

Hiçbir sosyal devlet ve demokratik rejim, kendi yurttaşlarını işsizliğe ve yoksulluğa terk edemez. Oysa, Türkiye’de her 8 kişiden biri sosyal yardımlara gereksinim duyuyor. Ekim 2017’de açlık sınırı 1.544 TL, yoksulluk sınırı ise, 5030 TL.  Bırakın yoksulluk sınırını, milyonlarca asgari ücretli açlık sınırına yakın, milyonlarca emekli bahsedilen açlık sınırı rakamının altında maaş alıyor.

BAŞBAKAN YILDIRIM’IN ‘ENFLASYON’ AÇIKLAMASI

Başbakan Binali Yıldırım, “Hükümetimiz, yıllardan beri çalışanımıza asla enflasyonun altında bir ücret vermemiştir” dedi. Oysa rakamlar böyle söylemiyor. Veriler, 6.5 milyon asgari ücretlinin enflasyonun altında ezildiğini gösteriyor. Hükümet bu yıl için asgari ücrete yüzde 8 zam yaptı. Ancak kasım ayı enflasyonu yüzde 12.9, yıl sonu enflasyon beklentisi ise yüzde 9.8’e çıktı.

TÜRKİYE’NİN YÜZDE 11’LİK BÜYÜME ORANI

Bakıyoruz yurttaşlarla manşetlere, “%11’lik büyüme” diyor! Ekonomimizi bozamadılar! “Ülkeye ekonomik kumpas kurmak isteyenlere tokat” diyor! Böyle muzazzam büyüdüysek sıradan yurttaş neden bu büyümeyi hissetmiyor? Çünkü bu önümüze koydukları rakam geçen yılın 3. Çeyreğine göre büyümeyi gösteriyor. 15 Temmuz’dan sonraki dönemde büyüme eksilere düştüğü için o döneme kıyaslayınca sanki ciddi bir büyüme varmış gibi gözüküyor. Oysa, Türkiye ortalama %5 civarı büyüyen bir ülke, eğer darbe girişimiyle büyüme oranı düşmeseydi ve %5 olsaydı, %5’e göre bugün %1.2 büyümüş olacaktık. %11 değil, %1 büyüdük aslında!

Üretmeden büyümeyi yüksek göstermenin başka yolları da var, Kredi Garanti Fonundan verilen krediler, vergi iadeleri, ertelenmiş sigorta primleri… Bu yıl hükümet işi gücü bıraktı, büyümeyi olduğundan fazla göstermeye çalıştı.

‘DOĞAYLA TAMAMEN UYUMSUZ BİR BÜYÜME’

Peki ister %11 olsun, ister %1, nasıl büyüyoruz? Emek ve doğa üzerinden! Hem emek, hem doğa çok ciddi şekilde tahrip ediliyor. Nasıl büyüdük diye soruyoruz… Efendim şu kadar inşaat yaptık! Emlak, konut ve inşaatlar yatırım değil, tüketimdir! Üretim dediğin istihdam yaratır, üretim dediğin bir değer üretir! Her mahallede yıllardır yaşadıkları mahallelerinden edilmiş insanlar, TOKİ’ler, AVM’ler, plazalar, HES’ler! Doğayla tamamen uyumsuz bir büyüme!

‘HÜKÜMET DOĞANIN BÜYÜYECEĞİ TOPRAK, SU BIRAKMADI’

Aşık Veysel vasiyetinde “ben öldükten sonra üstümde çiçekler açsın, arılar bal alsın. Taş kapatır, çimento kapatır; oradaki biten otlardan koyun yesin, inek yesin süt olsun” der. Hükümet doğanın büyüyeceği toprak, su bırakmadı!

Türkiye’de en zengin yüzde 1 ile en yoksul yüzde 50 arasındaki gelir payı makası özellikle 2007 yılından sonra gitgide açılıyor. Gini katsayısı diye tüm dünyada kabul gören bir standart vardır. Bir ülkede zengin ile fakir arasındaki uçurum arttığında Gini katsayısı da yükselir. İki gün önce Maliye Bakanı da bahsetti; fakat herhalde kendisi tabloyu ters tutarak tespit etti Türkiye’nin listedeki yerini. Çünkü Türkiye Gini sıralamasında gittikçe geriye düşüyor. Bu katsayı 2016’da 0.404 seviyesine çıktı. Son açıklanan veri Türkiye’de son 5 yılın en kötü Gini katsayısının kaydedildiğini gösterdi.

‘MTV VERGİSİNİN %18’İ SAVUNMA SANAYİ FONUNA AKTARILACAK’

2018 yılına girerken yine hükümetin gündeminde zamlar var! %40 oranında Motorlu Taşıtlar Vergisi almaya kalktılar. İnsanlar tepki gösterince de vatan, millet, güvenlik demeye başlıyor hükümet! Bugün %25’e düşen MTV vergisinin %18’i Savunma Sanayi Fonuna aktarılacak!

“Savunma ve güvenlikten” sorumlu kurumlara 2017’de ayrılan 64 milyardan fazla bütçe, 100 milyar TL’ye çıkarılıyor. 64 milyar neden yetmedi, neden bu bütçe 35 milyar arttı? Geçen yıldan daha fazla savaş mı olacak bu yıl? Neden bunları yapmak yerine silaha savaşa bütçeyi artırmayı tercih ettik?

Geçen yıldan daha fazla mı çatışma, daha fazla mı savaş olacak bu yıl? Bu 35 milyar artışla ne yapılacak! Bakın, 100 milyar TL demiyorum, geçen yıl ile bu yıl arasındaki 35 Milyar TL’yle neler yapılabilir, bir bakalım:

*31 Bin 250 Tam Teşekküllü Okul Yapılabilir

*25 Bin Öğrenci Yurdu Yapılabilir. Çocuklar yoksulluk yüzünden Aladağ’daki gibi denetimsiz, kontrolsüz cemaat yurtlarında canlarını vermezler.

*400 Bin Ataması Yapılmayan Öğretmenin Tamamının Ataması Yapılarak 19 Ay Boyunca Maaşı Ödenebilir.

*Maden İşçileri İçin 16 Kişilik, tam 127 Bin 272 Yaşam Odası Kurulabilir. Soma, Ermenek, Şirvan’da işçiler yaşamlarını yitirmez!

*250 km Metro Hattı yapılabilir.

*Türkiye’de geniş tanımlı 7 milyon işsizin tamamına; 5 ay boyunca, aylık 1000 Lira işsizlik maaşı ödenebilir.

*7 milyon Üniversite Öğrencisinin Tamamına, bir eğitim-öğretim yılı boyunca, aylık 500 Lira burs verilebilir.

*200 Yataklı Tam Teşekküllü 625 Hastane yapılabilir.

Bunların hepsi sadece savunma bütçesinde 2018 yılında yapılan artışla gerçekleşebilir!

‘TÜRKİYE'NİN BİR SAVAŞ BÜTÇESİNE TESLİM OLMASININ GERÇEK NEDENİ HÜKÜMETİN DERİN DEVLETLE ANLAŞMASIDIR’

Türkiye'nin bir savaş bütçesine teslim olmasının gerçek nedeni, “düşmanlarla kuşatılmış olması” ve “terörizm” tehdidi altında bulunuyor olması değildir! Bu, AKP hükümetinin izlediği iç siyasetin ve türevi olan dış siyasetin sonucudur. AKP'nin “Arap İsyanları”nın Ortadoğu'da yarattığı göreli boşluğu doldurmak hevesiyle siyasi İslam’ın sözcülüğüne soyunması, komşu ülkelere “rejim ihracı” hevesleri, bugün hem dış politikada, hem iç politikada karşılaşılan ittifaksızlığın asıl nedenidir. Bir dönem, “vesayet rejimi” ve “derin devlet”i yok edeceğini iddia eden hükümetin eksen değiştirerek yeniden derin devletin bir kanadıyla anlaşmasının sonucudur.

Tükiye bir gün Rusya ile, diğer gün Katar ile yakınlaşıyor. Bugün bir bakıyorsunuz, İslam İşbirliği Konferansı toplanıyor, Sudan’ın Darfur’da işlediği soykırım suçu nedeniyle hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından çıkarılmış bir tutuklama kararı bulunan Devlet Başkanı Ömer El Beşir de katılıyor! Ömer El Beşir’in Türkiye'de ne işi var? Ona itibar kazandırmak sizlere mi düştü?

Hükümetin savunma ve güvenlik politikasının ve bunun bütçeye yüklediği aşırı yüklerin gerisindeki irrasyonel tehdit algısının kaynağı da bu politik başarısızlıktır. AKP bu başarısızlığın yükünü de bütçe üzerinden bütün topluma aktarma yolunu seçti.

PANAMA BELGELERİ, MALTA BELGELERİ VE MAN ADASI BELGELERİ

ABD yargılamaları, Panama Belgeleri, Malta Belgeleri ve Man Adası belgeleriyle halk bir kez daha gördü ki, çok çok derin bir rüşvet ve çıkar batağı söz konusu. Bu kiri örtmenin tek yolu da öfke, hamaset ve savaş!

Bunca savunma sanayinin yanında kadınlara bütçe var mı? Kreş için bütçe var mı, yok! Kadınların insanca işlerde çalışması istihdam ve eğitim programları için bütçe var mı yok! Sığınaklar için bütçe var mı, yok!

Bakın bugün, finansmanı sağlanan 18 hastane devlet bütçesiyle yapılsaydı toplam yatırım maliyeti 10.5 milyar dolar olurdu. Fakat ne yapıldı? Bu hastaneler özel şirketlere yaptırıldı. Devlet halkın bütçesinden onlara kira ödeyecek. Bunlar için 25 yılda ödenecek kira bedeli: 30.2 milyar dolar. 10,5 milyar dolara yapılabilecek hastaneye biz 30,2 milyar dolar ödeyeceğiz. Bu halk 20 milyar dolar neden zarar ettiriliyor? Çünkü AKP’ye yakın inşaat firmaları kazanacak.

‘SGK SÜREKLİ BORÇLANDIRILIYOR’

2011 yılında “sağlıkta dönüşüm” adı altında hastaneler özel firmalara açıldı. Bugün kamu ve şehir hastaneleri birçok hizmeti taşeron firmalardan alıyor. Bugün Türkiye’de, yılda 11 milyon MR çekimi yapılıyor! Gerekli gereksiz MT çekiliyor. Peki neden? Çünkü belli bir kota doldurulmak zorunda! Bu yüzden ihtiyaç olsun olmasın, o kotayı tamamlamak için herkesin MR’ı çekiliyor. Üstelik SGK MR başı hastaneye 72 TL ödeme yapıyor. SGK da sürekli borçlandırılıyor.

Türkiye’de artık elle tutulur hiçbir şey üretmediğimiz için tükettiğimiz her şey dolara bağlı. İnsanların alım gücü düşerken yurttaşa ne pazarlanıyor? Yerli otomobil! O otomobil yerli mi? Ne patenti ne ara malzemeleri yerli. Hiçbir şeyi yerli değil.

‘TÜRKİYE TEKNOLOJİ ÜRETEN DEĞİL; TEKNOLOJİ TÜKETEN BİR ÜLKE’

Canı gönülden isterdik ki doğayla, ekolojiyle, insanla uyumlu bir teknoloji üreten, bilim üreten bir ülke olalım. Fakat ne yazık ki, Türkiye teknoloji üreten değil; teknoloji tüketen bir ülke.

Biz bu ve başkaca birçok sorunu tespit ederek her bir vekilimiz sabah akşam bütçe üzerine çalışarak Meclis’e geldik, Bakanları muhatap alacağız sandık. Fakat Bakanlar sanki Japonya ya da Kanada bütçesini anlattı! Ya da meydanlarda seçim çalışması yapan muhalefet parti liderleri gibi konuştular. Hani sanki 15 yıldır ülkeyi bizler yönetiyoruz, onlar ise mağdur!

Oysa günlerce tanımadığımız sağlıkçılarla yazıştık. İnsanlar ciddi sıkıntı içindeler. En yüksek notları aldıkları halde güvenlik soruşturmaları nedeniyle atanmıyorlar!

Bir de yeni moda daha var! Birtakım reklamlarla karşı karşıyayız! İstanbul’da yeni bir İstanbul kuruluyor! 10 dakika sonra bir başka reklam çıkıyor; Antalya’da yeni bir Antalya kuruluyor! Reklamlar böyle! Kim istiyor yeni bir Antalya’yı ya da İstanbul’u, yeni Diyarbakır’ı, Sur’u! Ne oldu bizim portakal bahçeleriyle, erguvanlarla dolu şehirlerimize, dağlarla dolu şehirlerimize. İhanet demekle her şey bitiyor mu? İstediğimiz şey o şehirlerin kendi kimliklerine uygun olarak var olabilmesi. Biz antiemperyalistiz ya Miami yaratıyoruz. Biz kendi kimliklerimizle, kültürlerimizle, halklarımızla var olmak istiyoruz.

Türkiye, mutluluk sıralamasında Libya’nın arkasında, 70. Sırada. Bu ülkede yegane çalınan şey paralar, adalara götürülen servetler filan değildir. Bu toplumun mutluluğu çalındı!  Hakkaniyet duygusu, adalete olan inancı çalındı! İnsanlarımızın temsil hakkı çalındı! Geleceği çalındı!

‘DEMİRTAŞ’IN MAHKEMELERE ÇIKMASI ENGELLENİYOR’

Bu parlamentonun 10 üyesi cezaevinde rehin tutuluyor. Bir yılı aşkın süredir Selahattin Demirtaş’ın mahkemelere çıkması engelleniyor. Tutuklu vekillerimiz içerideyken bütçenin hiçbir şey yokmuş gibi geçmesi bu Meclis’in bu tarihteki en büyük ayıbıdır ve utancıdır.

Bu ülke hani Mevlana’nın Yunus Emre’nin Pir Sultan Abdalın; Halide Ediplerin Nezihe Muhittinlerin, Şeyh Bedrettinlerin, Feqîyê Teyranların, Ayşe Şan’ların ülkesiydi!

‘Cem Küçük, Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve  Sedat Peker gibi adamlara itibar kazandırdınız’

Ne yaptınız nasıl ettiniz de Cem Küçük gibi, Ali Ağaoğlu gibi, Reza Zarrab gibi hatta Sedat Peker gibi adamlara itibar kazandırdınız! Nasıl oldu da bu adamlar televizyonlara çıkıp, “bak işkence yöntemi var boğma” diye ortalığa çıkıp adamdan sayılıp, konuşturulur oldular! Nerede Yunus Emreler, Nerede Pisr Sultan Abdallar.

Kim bunlar? Ne üretmiş, bu toplum için ne yapmışlar! Bir ağaç mı dikmiş, bir çocuğu mu evlat edinmiş, bir şiir mi yazmış, bir insana eli kalbi mi değmiş, kendinden ve reisinden başka kimi sevmiş de ortalığa pelesenk olmuşlar!

Ne ettiniz de bu ülkenin en yaratıcı siyasetçileri, gazetecileri hapiste, bunlar meydanları boş bulur oldular!

OHAL İLANI İLE BİR DARBE DE SİZ VURMUŞ OLDUNUZ BU ÜLKEYE’

12 Eylül zihniyeti ile savaşıyorum diye yol çıktınız, geldiğiniz nokta katmerli bir 12 Eylül’ü halka dayatmak oldu. Askeri darbeler bir ülkenin demokrasiye ne kadar da çok ihtiyacı olduğunu gösterir. Ama OHAL ilanı ile bir darbe de siz vurmuş oldunuz bu ülkeye. Bir bir kuruttunuz, çöle çevirdiniz. Üniversitelerde hoca bırakmadınız. Tıpkı 12 Eylül sonrası gibi değil mi? O zaman da 1402’likler vardı. Her gün gözaltı, operasyon. Cezaevleri doldu taştı, muhalif basının susturuldu. En çok işsiz kalan üniversite mezunları kimler biliyor musunuz, Gazeteciler! Gerçekleri yazması gereken gazeteciler en çok işsiz kalan üniversite mezunları.

Nasıl 80 darbesinde cuntacıları eleştiren muhalifler hedefteydi; nasıl bu ülkenin en değerli akademisyenleri, gazetecilerini bu ülkede yaşatmadılar, şimdi de Erdoğan’a laf edenler hedef! İkisi de mitinglerde hem Kur’an hem topluma parmak sallamış insanlar! Bu muydu istediğiniz!

İstediğinizin bu olduğuna inanmayı reddetiyorum! İstediğiniz bu değil. Böyle düşünmek istiyorum.

Bizler, komşu sever, çocuk sever, doğayı sever, her biri evinin önündeki ağacın gölgesine kıyamaz insanlarken, itibar bilgelikte, iyilikteyken bütün bunlar hangi topraktan türedi! Tekçilik toprağından türedi arkadaşlar! Maalesef ki tekçilik toprağından türedi bütün bunlar! Biliyor musunuz, tekçilik yaşatmaz, öldürür. Bir bakarsınız Ermeniler ölür, bir bakarsınız kadınlar ölür, LGBTİ’ler ölür, bir bakarsınız hayvanlar, translar, bir bakarsınız Kürtler, Türkler ölür. Bu ölüm sessiz ölümdür! Ruhunuzu öldürür, fiziken ölmezsiniz, yavaş yavaş ölürsünüz. Başka türlü bir cinayettir bu. Yavaş yavaş ölürsünüz. Aklınızı, ruhunuzu teslim alır, sevincinizi, neşenizi, mutluluğunuzu öldürür tekçilik.

O toprakta ne bilim olur, ne yaratıcılık, ne özgürlük, ne sevgi, ne hürmet... Çünkü herşey bize benzesin diye yaşayan, doğruluğundan zerrece kuşku duymayan, hatta zaten kuşku nedir bilmeyenler; başkalarını öldürür! İşte o zaman meydan da bu az önce saydığım ve bunu siz yönetenlerin dahi öngöremediği bir takım adamlara kalır! Çünkü bu meydanda oynamak için bilgi gerekmez, araştırma gerekmez, illa iyi eğitimli olmaktan söz etmiyorum, iyilik de gerekmez! Yandaş olmak gerekir sadece ve bir gram dahi biat etmekte tereddüt ederseniz, bir gram dahi irade koymaya çalışırsanız Başbakanlık bile yapmış olsanız konuşma yapmak için salon bile vermezler size.

AKP’LİLERE SESLENDİ

Siz Ak Parti’ye oy veren sevgili yurttaşlar, sizlere de seslenmek isterim. Hele ki kadınlar, gençler asla korkmayın, bir gelecek olacaksa hep birlikte ve hepimiz için olacak. Sizin yaşadığınız korkuları size yaşatanların, ikna odalarının, okuyamadığınız üniversitelerin zamanı da değil artık!

Herkesin ama herkesin hak ettiklerini almasının zamanı… Yardıma muhtaç olmak değil, ancak bir partiye yaslanınca iş sahibi, aş sahibi olmak değil, hakkı olanı, hak ettiğini almak zamanı.

‘CHP’Lİ SEVGİLİ YURTTAŞLAR; KORKMAYIN BU ÜLKE BÖLÜNMEYECEK’

Siz CHP’li sevgili yurttaşlar; korkmayın bu ülke bölünmeyecek! Çünkü bir ülke daha fazla bölünemez. Aksine birleşecek; herkes, her yurttaş ister ekonomik, ister kültürel olarak hak ettiğini aldığında bir ülke bölünmez, aksine birleşir! Buna kesinlikle inanıyorum!

Hangi partiden olursanız olun sevgili Kürt yurttaşlar, bu devletin ahir ömrünüzde size iyi muamele ettiği pek görülmedi,  ama o günler de gelecek. Sizler de acılarınızın da, kayıplarınızın da, verdiğiniz mücadelenin de sonuçlarını eminim ki göreceksiniz! Anadiliniz hepimiz için, hani diyorsunuz ya baş göz üstüne olacak... Siz “ser sera ser çewa” deyince biz, “ne güzel fonetiği olan bir dil, İspanyolcadan bile güzel” diyeceğiz! İngilizceye ettiğimiz hevesi, bir de bu topraklardaki kardeşlerimizin dilini öğrenelim diye edeceğiz.

İşte gelecek burada, bizim, sizin hepimizin elinde arkadaşlar… Biz bu geleceği birlikte kurmak istiyorsak; kötü yönetenlere hep birlikte “güle güle, yolun açık olsun” demeliyiz. Ama geçmişte yaptıkları gibi değil; kırmadan,  asmadan, kesmeden, vurmadan... Sadece git demeliyiz senin miadın doldu! Sakince demeliyiz bunu asla “kana kan intikam” diyerek değil, sakince; çok canımız yanmış olsa da sakince “güle güle” demeliyiz. Onlar etti, biz etmeyelim demeliyiz...

Demokrat Haber/Ankara