Genellikle seçim günü yaklaştıkça, kamuoyu yoklamalarının da etkisiyle, siyasetin dili iyiden iyiye sayısallaşır. Yüzdeler, parlamentoya girecek parti sayısının ne olacağı, olası meclis aritmetiği, yani tek başına hükümet olmaya ya da anayasayı değiştirmeye yeter milletvekili sayısına ulaşılıp ulaşılamayacağı, dolayısıyla rakamlar, siyasal tartışmaya egemen olur.

7 Haziran seçimleri bu kuralın bir istisnası değil, hatta HDP’nin barajı aşma olasılığının giderek bir gerçeklik halini alıyor oluşu ister istemez bu sayısal tartışmanın daha da alevlenmesine yol açıyor. HDP’nin geçmişte aldığı ve alabileceği oy sayısı, olası katılım oranı, AKP ya da CHP’den ne miktarda oy devşirilebileceği vs. hep bu tartışmanın alt başlıkları olarak siyasal tartışmaların ana gündemi haline gelmiş durumda. Ancak siyasetin böyle nicelikleşmesi, son günlerin revaçta deyimiyle “büyük resmi”, belki daha doğru deyimle yaşanan “niteliksel” değişimi layıkıyla değerlendirme imkânını da elimizden alabilir.

Dolayısıyla gelin sayıların dünyasından bir an için uzaklaşalım ve seçimin onca hay huyu arasında bizler açısından esaslı olanın ne olduğuna bakmaya çalışalım. Barajı aşar mı belli olmaz ama daha şimdiden HDP’nin CHP ama özellikle de AKP’nin seçmen havuzundan anlamlı parçalar kopartma potansiyeline sahip olduğunu söylemek mümkün. Erdoğan ve AKP kurmaylarının HDP’ye yönelik artan saldırganlığının, neredeyse HDP’yi seçimdeki ana muarızları olarak telaffuz etmeye başlamalarının ardında bu potansiyelin yattığı aşikâr. Yani HDP on küsür yıldır aşağı yukarı sabit kalmış sayılabilecek siyasal güç dengelerini önemli ölçüde destabilize ediyor. AKP ve CHP tabanının hiç de küçümsenmeyecek bir bölümünün (Türkiye gibi siyasetin iyiden iyiye “kültürelleştiği” bir memlekette kolay değişmeyen) oy verme davranışını (üstelik) sistem dışı bir başka seçeneğe doğru yönelterek değiştiriyor.

Yani HDP, toplumun kayda değer bir bölümünde sola doğru bir siyasallaşmaya neden oluyor. Bu “solun” yetersizlikleri, eksilik ya da eklektisizmi eleştirilebilir pekâlâ. Ancak HDP’nin 7 Hazirana giderken siyasal güç dengelerinde (belki on yıllardır görülmedik bir biçimde) sola doğru bir kaymayı tetiklediği, teşvik ettiği açık. HDP’nin müsebbibi olduğu bu kolektif bilinç sıçramasının, sola doğru bu kırılmanın, eğer gerçekten baraj da aşılırsa, önümüzdeki dönemin siyasal ve sosyal mücadeleleri açısından ciddi bir bakiye yaratacağını söylemek asla müneccimlik sayılmamalı.

Mesele sadece seçimlerle alakalı değil elbette. HDP’nin bu kapasitesinin ardında Kürt özgürlük hareketinin otuz yılda inşa ettiği siyasallaşma ve AKP’nin şahsında cisimleşen neoliberal otoriterizme karşı verilen ve Gezi direnişiyle niteliksel bir sıçrama yaşayan mücadelelerin yarattığı birikim var. Bu birikimi göz ardı eden bir siyasal tartışma, ister istemez parlamentarizmin ufkuyla sınırlı kalacaktır. Ancak seçim konjoktürünün, yani AKP’yi somut ve hızlı bir biçimde geriletmeye dönük reel politik kaygıyla HDP gibi düzen harici bir siyasal gücün barajı geçme hamlesinin kesişmesinin yarattığı potansiyeli asla küçümsememeli.

Bu spesifik konjonktürün yarattığı potansiyelleri ihmal eden, genel olarak da seçim süreçlerinin yol açtığı siyasallaşma ortamında solun politik inşası açısından ortaya çıkan olanakları göz ardı eden bir tutumun kendisini apolitizme mahkûm ettiği, Başlangıç zemininde sıklıkla vurgulandı. Devrimci-radikal solun, kritik olduğu artık bir klişeye dönüşen 7 Haziran seçimlerine dönük somut bir siyasal tutum geliştiremeyen kesimlerinin hızla siyasal tartışmaların dışına düştüğü zaten ortada; bu hususta gereksiz polemiğe neden olabilecek şeyler yazmanın artık bir manası da yok.

Zaten HDP’nin içerisinde yer almayan devrimci-radikal sol kesimlerin önemli bir bölümünde HDP’yi desteklemeye dönük bir eğilim (neyse ki) giderek baskın hale gelmiş durumda. HDP’ye desteğini açıklayan siyasal örgüt ve yapıların sayısı ciddi bir yekûn tutuyor. Peki bu yeterli mi? Ya da soruyu başka bir biçimde formüle etmek gerekirse: HDP’nin barajı aşmaya dönük hamlesi toplumun dikkate alınır bir bölümünde sola doğru bir kaymayı tetiklerken, siyasal güç dengelerinde emekçi ve ezilenler lehine bir destabilizasyonu kışkırtırken destek açıklamaları yeterli mi? Devrimci-radikal solun HDP haricinde kalan kesimlerinin, oy vermenin ötesinde, kolektif siyasal bilinçte cereyan eden bu henüz çekingen, kararsız ve çelişkili dönüşümü daha da siyasallaştırıp radikalleştirecek bir tutum içerisinde olması gerekmez mi?

HDP’yi AKP’yi geriletmek, yani AKP’nin anayasayı değiştirecek ve böylece şefçi bir başkanlık rejimine geçişi sağlayacak milletvekili sayısına ulaşmasını önlemek adına desteklemek elbette meşru bir gerekçedir. Ancak sosyalistler açısından bu, esas itibariyle meclis aritmetiğiyle alakalı sayısal ve dolayısıyla sınırlı bir tartışmadır. Yani niceliksel değişim adına niteliksel dönüşümü ıskalayan bir tartışma. Bizler açısından kritik faktör, HDP’nin seçim performansının AKP’yi sayısal olarak geriletirken başta AKP, müesses nizam partilerinin tabanının belli bir bölümünde neden olduğu sola doğru siyasallaşmadır.

Bu elbette henüz kısmi ve tutarsız siyasallaşma, toplumsal muhalefet güçleri açısından muazzam bir olanağa işaret ediyor. HDP haricinde kalan sosyalistlerin önceliği de zaten bu siyasallaşmayı güçlendirmek, pekiştirmek olmalı. Bunun yolu, seçimde HDP’ye destek açıklamakla yetinmek değil. Şu ya da bu (bir bölümü gerçekten haklı ve önemli) nedenlerle HDP’nin örgütsel bütünlüğünün içinde yer almayan sosyalist kesimler, HDP’nin barajı geçme hamlesini “dışarıdan” ama aktif bir biçimde pekâlâ destekleyebilirler. Bu konuda şimdilik kimi girişimler var. Bunların daha da güçlenmesi, HDP’nin vesilesi olduğu sola doğru siyasallaşmanın bir “basgeççilik” ile sınırlı kalmaması, belli siyasal ve sosyal taleplerle içeriklendirilerek daha kalıcı hale gelmesi için kritik önemde. “Basgeççi” reel politizm, AKP’nin seçimde olası gerileyişini sayılarla sınırlı bir temelde kavramakla malul. Tersine, HDP’nin siyasal güç dengelerinde neden olduğu sol lehine değişimin yarattığı niceliksel değil niteliksel potansiyeller üzerine düşünmek ve eylemek gerek.

O zaman HDP’ye destek açıklamasında bulunmak da HDP’ye salt oy vermek de yetmez. HDP’li olmayan sosyalistlerin, solcuların, toplumsal muhalefet bileşenlerinin HDP’nin barajı geçmesi için aktif bir biçimde çalışması şart. Başlangıç zemininde sıkça ifade ettiğimiz üzere, Gezi sonrasında ilk defa seçim, “sokağı” soğuran bir engel değil, sokak muhalefetinin potansiyel ve gücünü artıran bir kaldıraca dönüştürülebilir. Bu anlamda HDP’nin parçası olmayan solun politik-örgütsel bağımsızlığını muhafaza ederek seçimde HDP’yi aktif bir biçimde desteklemesi pekâlâ mümkün. HDP’yi desteklerken Gezi direnişinin bakiyesini mümkün mertebe harekete geçirecek, çoğulcu-aşağıdan, bağımsız bir seçim çalışması olanaklı. Bu yönde zaten varolan çabalar büyütülebilir. Seçim gününe daha bir aylık bir süre var. Geç kalınmış değil; ancak acele etmekte de yarar var…

Son olarak (tabir caizse) “reklamlar”: “10dan Sonra” Bağımsız Seçim İnisiyatifi şimdiden sahip olduğu dinamizmle HDP dışı birey ve kesimlerin HDP için seçim çalışması yürüttüğü bir zemin olarak öne çıkmış durumda. Hızla yerelleşip yaygınlaşan “10dan Sonra” inisiyatifi, birey hukuku temelli, katılımcı, esnek ve yerelliği önemseyen yapısıyla HDP’nin yarattığı siyasal olanakları önemsemekle beraber HDP’li olmayanların tümüne açık, çoğulcu bir çalışma. Gelin oy vermekle yetinmeyelim, oy verirken mümkün mertebe daha fazla “tatava” yapalım, “10dan sonrasını” birlikte inşa etmek için bu çalışmaya omuz verelim…

Buyazı baslangicdergi.org'dan alınmıştır. Gitmek için tıklayınız.