HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretini ‘fiyasko’ olarak değerlendiren Yıldırım, görüşmenin belirsizlikle sonuçlandığını savundu.

Yıldırım, “Gerçekten ne konuşuldu, neyin kararı alındı? On binlerce km yol gidildi, haftalarca tartışıldı. Sonuç; büyük bir belirsizlik. Fiyaskodur. 20 dakika baş başa görüşmek için mi oraya gitti? Bir aydır ülke gündemini bunun için mi meşgul ediyor. Ayrıca Türkiye 1 buçuk 2 yıl önce Rojava’da iyi bir partnerdi.  Salih Müslim’in gelip gidiyordu. Süleyman Şah Türbesi taşındı. Türkiye, Suriye’de de Rojava’da da iyi bir aktör ve partnerdi. Bugün kim söyleyebilir ki Türkiye daha efektif bir dış politika yürütebiliyor? Bütün bunlar, Kürt fobisi üzerinden gelinen bir nokta olarak görülmeli. Ülke canını kaybetti, malını kaybetti, itibarını kaybetti” ifadelerini kullandı.

NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’NIN AÇLIK GREVİ

Yıldırım, İşlerini geri almak talebiyle 69 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın açlık grevine değinerek şunları söyledi:

Bir KHK mağdurluğundan çıkarak toplumsal gündem meselesine dönen Nuriye Gülmen,  Semih Özakça ve Kemal Gün’ün açlık grevleriyle başlamak istiyorum. İki eğitimcinin açlık grevinin vardığı kritik aşama sonucu açığa çıkabilecek olumsuz durum bundan sonraki süreçte farklı tartışılabilecek bir noktaya doğru ilerlemekte. İki genç eğitimcinin durumu bizim vicdanlarımızı rahatsız eden, yaşam akışımızda huzursuz eden bir noktaya varmıştır. Gerek Semih Özakça, Gerek Nuriye Gülmen arkadaşımızın OHAL’i ve KHK mağduriyetlerini görünür kıldığından hareketle, toplumun yanlı yansız bütün çevrelerinin sözünü söylediği bir süreç, sadece siyasi iktidar yetkililerinin, görmedim duymadım noktasında.

KEMAL GÜN

Dersim’deki hava hareketında oğlu yaşamını yitiren oğlunun cenazesini alabilmek için 83 gündür açlık grevinde olan Kemal Gün’ün sağlık durumunun kritik aşamada olduğunu ifade eden Yıldırım şöyle devam etti:

Bu konuda mutlaka Cumhurbaşkanı, Başbakan ve siyasi iktidar yetkililerinin bir sözü olmalıdır. Ancak hala tek bir ses yok. Bir diğeri ise 81 gündür oğlunun kemiklerini almaktan başka hiçbir talebi olmayan Kemal Gün. Bir annenin bir babanın en temel hakkıdır; ölmüş veya öldürülmüş bir çocuğun kemiğine sahip olmak. Kemal Amca 81 gündür Dersim’de açlık grevinde. Bu talebin çok kolay yerine getirilebilir bir talep olduğunu düşünüyoruz. Yetkililerin de artık ivedi olarak adım atmasını ve bu açlık grevlerine sebep olmuş gerçeği ortadan kaldıracak düzenlemeleri ivedi olarak bekliyoruz. Çünkü geçen her gün her saat kritik aşamadaki 3 isim için hayati önemdedir.

CEZAEVLERİNDEKİ HAK İHALLERİ

Elazığ Cezaevi’ndeki hak ihlallerini gündeme getiren Yıldırım Adalaet Bakanı Bekir Bozdağ’a seslenerek şöyle konuştu:

Adalet Bakanı her ne kadar bu gerçeği kabul etmese de cezaevleri bu ülkenin kanayan yarasıdır. Haksız tutuklamalar, siyasi kararları bir yana bıraktık. Cezaevi kapasitelerinin çok üzerinde konumlanması ve ceza infaz görevlilerinin cezaevlerini işkencehaneye dönüştürdüğü bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Elazığ Cezaevi yeni bitmiş bir kampüstur. Apar topar alt yapı koşulları sağlanmadan, kapasitesinin çok üstünde tutuklu ve hükümlü yerleştirilmiş ve halk ihlalleri uygulanmaktadır. O yurttaşların hakları evrensel, anayasal haktır.

REZA ZARRAB

Meclis’te basın toplantısı düzenleyen Yıldırım’ın açıklamaları şu şekilde:

Cumhurbaşkanı, ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab’ı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğu için savunduğunu söylüyor. Cumhurbaşkanı’na ABD’deki diğer tutukluları hatırlatmak isteriz. Ayrıca, 10 binlerce tutuklu ve hükümlünün Türkiye’deki cezaevi koşullarını hatırlatmak isteriz. Reza Zarrab’ın başka ülkedeki sözüm ona mağduriyetini gidermeye çalışan Cumhurbaşkanı, kendi ülkesindeki on binlerce tutuklunun hak ihlalleri konusunda kılını kıpırdatmamaktadır.

Tutuklu ve hükümlülerle ilgili derneklerin, Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD), Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD) gibi bu konuda çaba sarf eden hukuk derneklerinin kapatıldığını da unutmayalım. Elazığ Cezaevinde çıplak arama yapıldığı, yeterli su verilmediği, kapasitenin 3 katına çıkıldığı, sosyal hakların kullandırılmadığı, tek kişilik koğuşlarda aylardır tutulan kişiler olduğu, revir haklarının gasp edildiği bilinmektedir.

HSK SEÇİM

Dün ikinci turda Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyeleri belirlendi. Baştan beri böyle bir şeye taraf olmayacağımızı ifade ettik. Sözümüzü söyleyeceğiz, sistemin çarpıklığını ifade edeceğiz, yargının tarafsızlık ve bağımsızlığını yitirmiş olmasının tuzun kokması anlamına geldiğini söyleyeceğiz. Böyle bir tiyatronun figüranı olmayacağız. Önemli bir anayasa değişikliği sürecinden geçildiğini hep birlikte izledik. 23 Nisan’da da ifade etmiştim sadece yüzde 51 oy oranıyla bir pakete meşruiyet zemini hazırlayamazsınız. Ona sadece zorla yasalık kılıfı geçirirsiniz. Yasallık ve meşruluk aynı şey değildir. Örneğin 82 Anayasası bu ülkeye kaosta, çatışmadan başka bir şey getirmedi. Yüzde 92 oy oranıyla geçti. Kaygımız odur ki, ülkede kamplaşmayı arttıran, kutuplaşmaya zemin sunan bir noktaya tekabül etmektedir. Yeni sistemin seçimlerinin nasıl olacağını düşünmek bile istemiyoruz. Zorla anayasa kılıfı geçirilmiş olabilir ama bizim için meşru değildir. Bu paketin yargıyı siyasallaştıran, hakim - savcı atamalarını koordine eden HSK seçimine yargının siyasallaşması dışında bir anlam ifade etmiyor.

DEMİRTAŞ’IN SEGBİSİ RET EDEREK DURUŞMAYA KATILMAMASI

Yargılamada yüz yüzelik ilkesi, evrensel bir hukuk hakkıdır. Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın 96 fezlekesi var, 30 civarı duruşmaya SEGBİS ile katıldı. Etkin bir yargılama yöntemi olmaması sebebiyle mahkemede hazır bulunma dışında hiçbir duruşmasına katılamayacağını ilan etti ve katılmıyor da. Ancak Viranşehir’de yürüyen bir dosya ile ilgili mahkeme heyeti duruşmaya getirilmesi talebi, dava dosyasını sürüncemede bırakma amacı taşımaktadır’ dedi. Bu niyet okumaktan başka bir şey değildir. Biz mahkeme heyetinin hakimlerden oluştuğunu sanıyorduk. Müneccimlerden, falcılardan oluştuğunu bilmiyorduk.

Hakimler somut olgulardan hareket edip karar mı verirler yoksa niyet mi okurlar? Talep de son derece makul; mahkemede bulunma talebi. Öte yandan; kamu güvenliği ile övünen bir ülke, bir siyasi partinin eş genel başkanının duruşmada bulunma talebini karşılayamıyor, güvenlik sağlayamıyorsa hükümet istifa etmelidir. Bizim için Viranşehir’deki hakim ve savcı hukuk insanı değil siyasi militandır. İktidarın siyasi militanlarıdır.

‘İHRAÇ ETMEDİĞİNİZ 1700 HAKİM SAVCI NEREDE?’

Geçen salı Diyarbakır Milletvekilimiz Nursel Aydoğan’ın vekilliği düşürülürken paylaştığım belgede de vardı. İddianameyi hazırlayan savcı ağırlaştırılmış müebbet talebiyle tutuklu. Bize göre yaptıkları tek doğru iş 17-25 Aralık ve MİT Tırları’ydı. Bu konularda iddianame hazırlayınca terörist olacak ama HDP’liler aleyhine fezleke ve iddianame hazırlayınca hukuk insanı olacak. Siyasi iktidar terörist ilan ettiklerinin arkasına sığınmıştır.

Bunların hazırladığı bütün iddianameler, dava dosyaları düşürülmelidir. Ki biz de suçlamalarınızı geri alalım. Bir kişi teröristse bütün söylem ve eylemleriyle teröristtir. Bir bölümde terörist, bir bölümde hukukçudur gibi safsatayı kabul edemeyiz. 2 yıl önceki HSYK seçimlerinde paralelcilerin aday listesi 5 bin 400 oy aldı, bugüne kadar ihraç edilen sayı 3 bin 700. Onların hesaplarına göre konuşuyorum, kalan bin 700 hakim ve savcı nerede? Belki de Viranşehir’dedir. Belki Figen Yüksekdağ hakkında dosya hazırlayanlardır. İktidarın siyasi yaklaşımını ve teröristlerle bağlantılı duruşunu reddediyoruz.

Yıldırım, basın mensuplarının sorularını yanıtladı.

*OHAL Komisyonundaki isimleri nasıl buldunuz?

İsimler üzerinden tartışmayı doğru bulmuyorum. Bizim için komisyonun tarafsız bağımsızlığı önemlidir. Şimdiden onarı töhmet altında bırakacak, peşin hüküm koyan bir tartışma yürütmeyi doğru bulmuyorum. Ne kadar hukuki karar alma özgürlüğü ve özgünlüğüne sahip olacakları önemlidir. Ama OHAL sürecinden bugüne kadar gelen işleyiş bizi umutlu kılmıyor.

*Erdoğan ABD’ye giderken ‘virgül değil nokta’ konulacak demişti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devletlerarası birçok ziyareti takip etmiş, kafa yormuş biriyim. 1 ay öncesinden belli olan bir görüşmede görüşmeye ilişkin her iki tarafında niyet ve temennileri öncesinde ilan edilir. Görüşmeden sonra ise uzlaşı ve farklılaşma noktaları ifade edilir. Dün baş başa görüşmesi Trump’ın uzun görüşeceğiz açıklamasına rağmen sadece 20 dakika sürdü. Yapılan ortak açıklamadaki temenniler ve niyetler üzerine de sadece Erdoğan konuştu. Görüşmenin içeriğine ilişkin, Erdoğan’ın gitmeden önce dile getirdiği hedeflerden de hiç bahsetmedi.

YPG’den bahsedilirken Trump güldü. Ayrıca Trump çok kısa tuttu ve orada da Lavrov ile olan görüşmesini anlattı.  Bu, neyin noktasının konulmaya gidildiği konusunda bizi tereddüt içinde bıraktı. Gerçekten ne konuşuldu, neyin kararı alındı? On binlerce km yol gidildi, haftalarca tartışıldı. Sonuç; büyük bir belirsizlik. Erdoğan’ın görüşmesi noktayla değil 3 noktayla sonuçlanmıştır. ‘Buyurun buradan sonrasını siz yorumlayın’ denilmiştir.

Fiyaskodur. 20 dakika baş başa görüşmek için mi oraya gitti? Bir aydır ülke gündemini bunun için mi meşgul ediyor. Ayrıca Türkiye 1 buçuk 2 yıl önce Rojava’da iyi bir partnerdi.  Salih Müslim’in gelip gidiyordu. Süleyman Şah Türbesi taşındı. Türkiye, Suriye’de de Rojava’da da iyi bir aktör ve partnerdi. Bugün kim söyleyebilir ki Türkiye daha efektif bir dış politika yürütebiliyor? Bütün bunlar, Kürt fobisi üzerinden gelinen bir nokta olarak görülmeli. Ülke canını kaybetti, malını kaybetti, itibarını kaybetti.

*Tuncay Özkan ve Eren Erdem ziyaretlerinden sonra Bahçelinin sert çıkışı oldu. Nasıl değerlendirirsiniz?

Hukuki ve idari garabet söz konusu. Birincisi; Demirtaş ve Yüksekdağ ile milletvekillerinin cezaevinde  bulunmaları. İkinci garabet, kendi partisini milletvekilleri görüşemiyorken başka milletvekillerinin görüşebilmesidir. Üçüncü garabet, sanki Demirtaş avukatlarıyla mesaj veremiyor da, bir başka partinin milletvekilleri mesaj veriyor. Ayrıca Demirtaş ziyaretlerden rahatsız olmaz, o ziyaretler siyasi değil insanidir, nezaket ziyaretleridir. Ben eş başkanımı ziyaret edersem bu hem insani hem siyasidir ama bir başka partinin milletvekili Demirtaş ile görüştükten sonra onun adına siyasi mesaj veremez. Buna soyunursan başka yerlere çekilebilir. Demirtaş, özerklikle ilgili hiçbir cümlenin konuşulmadığını belirtti. İlk 4 madde; devletin adını, bayrağını marşını ve başkentini tanımlar. Sadece Eş Genel başkanımız değil hepimiz öyle düşünüyoruz; bizim bayrakla, marşla problemimiz yok. Ama bu ülkenin tek bir merkezde kati bir şekilde yönetilmesine karşıyız. Bu bizim programımızda var. Özerlik düşüncemiz, Türkiye’nin hantal yapıdan kurtulması, bizim parti politikalarımızdandır. Demirtaş bu partiye sonradan gelmedi, parti programının hazırlanmasında bizzat bulunmuştur.

*AKP kongresinde Kürt sorunu çözümüne yönelik mesajlar verileceği yeniden çözüm sürecine gidilebileceği yönünde kulisler var. Siz bu sürecin neresindesiniz, olası bir sürecin içinde yer alır mısınız?

Biz hiçbir zaman Kürt sorunu başta olmak üzere, sorunların çözümü için diyalog mekanizmalarının işletilmesinden kopmadık. Bu ülkede kan dökülürken ısrarla çözüm sürecini, diyaloğu, müzakereyi savunduk. Çözüm sürecini, siyasi çıkarları için kullanan iktidar terk etti. Biz hiçbir zaman terk etmedik. Böyle bir şeyin başlaması durumunda sadece söylemler üzerinden değil, somut adımlar üzerinden hareket edilmelidir. Saray ya da iktidar, başkanlığa giden yolda bir çözüm sürecine ihtiyaç duyuyorlarsa bu ülkeye yazık ederler. Buna gerek yok. Bu ülkede kalıcı ve onurlu bir barışın sağlandığı günü görelim, o gün bizim siyasi hayatımızın son günü olsun. Akan kanın devam etmesini düşünemeyiz. Biz, çözüm iradesinden ayrılmadık. Biz halen Dolmabahçe Mutabakatı noktasındayız. Bu soruyu çözüm sürecini terk edenlere sormak gerekir. Ama onları sadece kongrelerde niyet beyanlarında bulunurken değil, somut adımlar atarken görmek isteriz. Çözüm için her türlü rolü de üstleniriz.

(HABER MERKEZİ)