Geçici seçim hükümetinin HDP'li üyeleri, Kalkınma Bakanı Müslüm Doğan ve Avrupa Birliği (AB) Bakanı Ali Haydar Konca Bakanlar Kurulu toplantısında istifa etti. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, iki bakanın istifalarını kabul ettiği açıklandı.

HDP Genel Merkezi'nde bir basın toplantısı düzenleyen Ali Haydar Konca, istifalarının gerekçelerini açıkladı.

Ali Haydar Konca, fiilen görevi yürütmedeki olumsuzluklar nedeniyle istifa ettiklerini söyledi.

Konca, "Çözüm masası tamamen devrilmiş, 90’lı yılları aşan ve sıkıyönetim dönemlerini aratan savaş konsepti maalesef devreye konmuştur. Ülkemiz ve halklarımız, polis asker gerilla genç çocuk ayrımı yapmaksızın, her gün onlarca yurttaşımızın yaşamın yitirdiği kanlı girdaba Saray ve AKP eliyle itilmiştir" dedi.

HDP Kocaeli Milletvekili, "Darbe konseptini; Lice, Silvan, Diyarbakır, Hakkari, Silopi, Cizre, Dersim başta olmak üzere tüm halklarımız ve dünya kamuoyu yakından görmüştür" diye konuştu.

Ali Haydar Konca, Bakanlar Kurulu'nda istifa gerekçelerini anlattıklarını, Başbakan Davutoğlu'nun ise kendilerine gerekçelerine katılmadığını söylediğini belirtti.

İşte Ali Haydar Konca'nın açıklamalarından satırbaşları:

"Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Bildiğiniz gibi Türkiye’de seçim sonrası tabloda koalisyon oluşturulamaması, ya da oluşmaması sonucu anayasa’ya göre geçici hükümeti kurulmasına yol açmış oldu. Biz de HDP’nin vekilleri olarak seçilmiş iki bakan sıfatıyla görev aldık. Bir süredir görevi yürütmeye çalışıyorduk. Ancak fiilen görevi yürütmedeki olumsuzluklar nedeniyle bugün istifa etmiş bulunuyoruz. İstifa gerekçelerimizi açıklamak üzere bu toplantıyı düzenledik.

Bilindiği gibi 13 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP iktidarı, Türkiye’nin tüm sandıklarında tüm halklarımızdan tarihi bir ders almıştır. Tüm stratejisini HDP’yi barajın altında bırakmayı hedefleyen Saray ve AKP unutmayacakları bir hezimetle karşılaşmışlardır. HDP’nin tarihi bir başarı kazanması, 258 sandalyeyle karşılaşmaları Türkiye siyasi tarihinde yeni bir kapının aralandığını açıldığını ortaya koymuştur.

Halklarımız, TBMM çatısı altında tüm sorunların çözülmesi görev ve sorumluluğunu tanımlamıştır. Bu mesajların hayata geçmesi, koalisyon hükümetinin kurulması seçimlerle birlikte zorunlu bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki bugüne kadar demokrasi sandık olarak tanımlayan, Saray ve talimatlandırdığı AKP, 8 Haziran’dan itibaren 7 Haziran seçim sonuçlarına karşı bir savaş ve darbe konseptini devreye koymuşlardır.

Çözüm masası tamamen devrilmiş, 90’lıu yılları aşan sıkı yönetim dönemlerini aratan savaş konsepti maalesef devreye konmuştur. Ülkemiz ve halklarımız, polis asker gerilla genç çocuk ayrımı yapmaksızın, her gün onlarca yurttaşımızın yaşamın yitirdiği kanlı girdaba Saray ve AKP eliyle itilmiştir. Diğer taraftan hükümet kurma sürecinde kurulan koalisyon masası da Saray tarafından talimatlandırılmış Başbakan ve AKP eliyle oylama zemini olarak kullanılmış, tüm formülasyonlar bir teatral sahnenin ötesine geçmemiştir. 38 gün boyunca koalisyon görüşmelerinin yürütüldüğü Kılıçdaroğlu bile, AKP’nin kendilerine koalisyon arayışıyla gelmediğini belirtmiştir.

Yani özet olarak Saray ve talimatlandırılmış başbakan eliyle, çözüm masasından sonra koalisyon masası da deyim yerindeyse yerle bir edilmiştir. Öte yandan seçim öncesinde başlayarak, Saray ve talimatlandırılmış AKP, seçim sonrasında da açık bir şekilde anayasal ihlaller yaparak defalarca suç işlemişlerdir. Yasal sürenin bitimine bir hafta kalmasına rağmen, CHP genel başkanına hükümet kurma görevinin verilmemesi, seçim hükümeti kurulurken de tarafsızlık ilkelerinin hiçe sayılması sadece iki örnek olarak gösterilebilir.

Tüm bu yasal ve anayasal suçları tek tek detaylandırmaya gerek durmuyoruz. Erdoğan’ın, fiili olarak rejimi değiştirdiğini söylemesi, yeni anayasal düzenleme istemesi bile darbe konseptinin geldiği aşamayı açık şekilde göstermiştir. Darbe konseptini, Lice, Silvan, Diyarbakır, Hakkari, Silopi, Cizre, Dersim başta olmak üzere tüm halklarımız ve dünya kamuoyu yakından görmüştür. Saray ve AKP’nin tüm bu uygulamalarına içerden ve dışardan tepkiler yükselmiştir.

Açıkçası AKP’nin darbe ve savaş pratiğine karşı çıktığını söyleyip, savaş tezkeresine onay vermenin hiçbir mantıklı izahı olamaz. Diğer taraftan, seçim hükümetinde meydanı AKP’ye bırakmak, pasif edilgen pozisyona düşmek de, HDP dışındaki diğer muhalefet partilerinin tarihe geçen sorumsuzluk örneği olarak ifade edilmesi kanaatindeyiz.

Bugüne kadar kabinede AKP hükümetinin tüm darbe ve savaş pratiğine karşı, partimizin değerleri konusunda karşı koyduk. Savaş tezkeresini gayri hukuki olarak TBMM’ye sevk edilmesine karşı çıktık. Türkiye siyasi tarihinde ilk kez, müstafi hükümetin tezkeresine ret oyu çıkardık. Barışın sesini hem kabinede, hem kabine üyesi olarak duyurmanın gayreti içerisinde olduk.

Katliam girişimleri yapılırken, sorumlu siyasileri yılmadan üşenmeden uyardık. Cizre’de 8 günlük sokağa çıkma yasağıyla 24 yurttaşımızı katleden anlayışa karşı, ablukayı kırmaya çalışanların yanında yer aldık. Atanmış bir polisin İçişleri Bakanlığı, seçilmiş iradeyi tanımayan bürokratın da Şırnak Valiliği yaptığını tüm halklarımıza gösterdik.

Parti genel merkezimize, il ilçe binalarımıza, halkımızın işyerlerine karşı yapılan saldırılara karşı açık tutum sergiledik. Basın özgürlüğünün yanında durduk. Parti çalışanlarımız, il ilçe eş başkanlarımıza yönelik yürütülen siyasi soykırım operasyonlarına karşı durduk. Burada detaylandıramayacağımız konularda AKP’li bakanları ilk kez en güçlü barış ve kardeşlik sesini duymak zorunda bıraktık."