Birleşik Haziran Hareketi (BHH) Yürütme Kurulu Üyesi ve Halkın Türkiye Komünist Partisi (HTKP) Başkanı Erkan Baş, 20 Kasım mitingi ve sonrasında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.

Baş, “20 Kasım önemli bir adım oldu. Tartışmalara boğulmadan, pratikte yan yana gelelim. Eylem birlikteliklerine devam edelim” dedi.

Erkan Baş, ANF'den Arzu Demir'in sorularını yanıtladı.

İşte o söyleşi
 
7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri... 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL ilanı. Arada gerçekleşen katliamlar. 7 Haziran'dan bu yana yaşananlara ilişkin nasıl bir tanımınız var?
 
AKP/Saray iktidarının başka türlü yönetemediği bir ülkede baskı, şiddet ve zorla iktidarı elinde tutma çabası. 7 Haziran'daki sandık yenilgisi alışık oldukları bir durum değildi. Esas olarak baktığımızda 15 yıllık AKP iktidarı bir bütünlük arz ediyor ama 7 Haziran’da bir kırılma oldu ve sandıktaki meşruiyetlerini de kaybettiler. Artık tek yöntem; baskı ve şiddeti artırmak olarak tercih edildi. 7 Haziran seçimleri öncesinde Diyarbakır mitinginde bombalı saldırı, Suruç ve 10 Ekim katliamları başlayan süreç devam ediyor. Ancak 15 Temmuz’da yeni kırılma noktası. 15 Temmuz’u “Fetullahçı darbe girişimi” ile sınırlandırmayalım. 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece, AKP/Saray merkezli bir darbeye işaret etmiştik. 1 Kasım'ı da bir darbe olarak değerlendirebiliriz ancak 16 Temmuz önemli bir tarih. Sözde "FETÖ'ye karşı önlemler" kapsamında yürüttükleri operasyonlarla önce bir sokak hakimiyetini sağlamaya çalıştılar, çeteleri ve şeriatçı güçleri sokakta tutarak, baskı altına almaya çalıştılar. Onun olmadığı bir noktada OHAL ve kanun hükmünde kararnameler ile kesintisiz bir saldırı sürecindeyiz.
 
Siyasi bir tanım yapsanız, ne dersiniz bu döneme?
 
"AKP/Saray faşizmi" diye adlandırmayı tercih ediyorum.
 
Bundan sonrası bakımından ne öngörüyorsunuz, bu süreç böyle mi devam eder, "yumuşama" mı olur?
 
İktidar cephesinin şiddetten başka çaresi yok. Ancak bundan sonra ne olacağı, bizim ne yapabileceklerimizle ilgili. İktidar kararlılık içinde dümdüz devam etme niyetinde. On beş yıldır iktidardalar, her yolu deniyorlar, ama Türkiye toplumunun önemli bir kesimini ne ikna edebiliyorlar ne de teslim alabiliyorlar. Bir tarafta Kürt emekçilerinin, Kürt halkının bir direnişi var, diğer tarafta kadınların, gençlerin, laik cumhuriyetçi kesimlerin, on beş yıldır hiç aralıksız devam eden bir direnişi var. Bunu kıramıyorlar. Dolayısıyla onlar açısından ülke başka türlü yönetilebilir değil.
 
7 Haziran'dan bu yana geçen süre içinde AKP karşıtı muhalefet süreci nasıl değerlendirdi, gereken sonuçları çıkartabildi mi?
 

Haksızlık etmek istiyorum ama kendi adıma bugünden baktığımda, 8 Haziran sabahı itibariyle çok büyük bir olanak olduğunu ancak bunun değerlendirilemediğini düşünüyorum. AKP'nin tek başına hükümet olma şansını kaybettiği bir noktada, keşke becerebilseydik de, toplumsal muhalefetin tüm güçleri "Şimdi hesap sorma zamanı" diye sokaklara çıkabilseydi. Belki bu 10 Ekim'i engelleyebilirdi. O günlerde toplumsal muhalefetti inanılmaz bir moral vardı. Kritik hatalarımızdan biri odur. Aslında Türkiye solunda devrimciler açısından, parlamenterizm hesaplaşılmış bir noktadır. Ama 7 Haziran akşamı "Bu iş bitti, artık AKP yenildi" gibi bir atmosfer maalesef -bugünden baktığımda söylüyorum- solda da hakimiyet kazanmıştı. En ciddi saldırılardan biri 10 Ekim mitingine dönük gerçekleştirildi. Gecikmiş olmakla birlikte 7 Haziran sonraki sürecin en önemli çıkışlarından biriydi. Kürt kentleri, Kürdistan'da durum farklı, Türkiye batısı ilk defa bu kadar ağır bir saldırıyı yaşadı, etkisinden çok kolay çıkılamadı. Arkasından 1 Kasım'da seçim tablosu da tersine dönünce, bir abondene olma hali yaşandı ve bir süre kendine gelemedi. Süreci okuma ve değerlendirmede eksik kaldı.
 
Bu bir sonuç. Neden böyle bir sonuçla karşılaşıldı?
 
Uzun bir tartışma yapmak lazım. Bizim açımızdan, 2013 Haziran'ından beri bir takım eksiklikler bütün çıplaklığı ile gün yüzüne çıkmıştı. Türkiye solunda bir statükocu eğilim var. 12 Eylül'ün, reel sosyalizmin yenilgisinin üzerine inşa edilmiş bir sol var ve ‘80’li yılların ikinci yarısı, 90'lar hep bir savunma stratejisi ile geçti. Hamleci, ihtilalci bir ruhtan ziyade, devrimci kalanların bile ancak mevzi korumaya göre örgütlendiği, buna göre bir siyaset dili kurduğu tablo vardı. Belki o zaafımızı ortadan kaldırılmış olabilseydik, büyük Gezi direnişinde Türkiye'nin tablosunun kökten değiştirebilirdik.
 
15 Temmuz sonrasında ise Türkiye solunun bir kesimi, "Bu saldırılar bize dönük değil. Kendimizi hedef haline getirmeyelim, çok fazla ileriye çıkmaya gerek yok" şeklinde aynı statükocu eğilimleri üretti. Can Süer çok önemli bir yazı yazdı, "Türkiye'de herkes bölünmeli artık." 20 Kasım mitingindeki tartışmaların ardından, CHP bölünsün artık. Fikri olarak bölünsün, fiziki olarak ne olacağından çok ilgilenmiyorum. Yenikapı'da mitinge gitmek isteyenler, 2. Cumhuriyet ya da AKP'nin iktidarının muhalefetini yürütmekle kendini görevlendirenler var. Bir de esas olarak CHP tabanında ağırlığı olduğunu düşündüğüm, mevcut iktidarla herhangi bir uzlaşı işine girmeden, kavga etmek isteyenler var. HDP açısından da bakalım. HDP içinde de çeşitli uzlaşmacı eğilimler zaman zaman kendini gösteriyor. Ancak buna karşın, orada mücadeleci, direngen, kavga eden, bu iktidarla bırakalım Türkiye'nin sorunlarını, Kürt sorununun da çözülmeyeceğini görmüş bir irade var. Aynı şey Türkiye sosyalist hareketinde de var. "Bu kötü günler geçsin, bizim de günlerimiz gelir" kısmında olanlar var. "Böylesi dönemlerde devrimcilerin görevi ileriye çıkmaktır, kavga etmektir, mücadele etmektir, halkın mücadele edeceği bir zemini yaratmaktır" diye düşünenler de var.
 
20 Kasım mitingi ile "tartışmalı" kavramını kullandın. İyi olmadı mı bu miting?
 
Çok iyi oldu.
 
Tartışılan nedir?
 
O gün mitingdeki konuşmamda söylediğim, gerçekten inandığım bir şey; Türkiye'de bir korku duvarı kırıldı. 20 Kasım mitinginin en önemli tarafı budur. 10 Ekim'den bu yana, parmakla sayılacak bir takım eylemler hepimizin aklına gelebilir ama bu çapta, bu kitlesellikte yanyana gelişin kendisini ifade ettiği ilk eylem olması açısından önemli. "Saray" koduyla ifade ettiğimiz iktidarın etrafında kim varsa, bu eyleme saldırdı. Önce Aydınlık başladı, sonra Yenişafak, Star. En son Devlet Bahçeli'ye kadar uzanan bir çizgi. Herkes bu mitinge saldırdı. Kamuoyunda tartışıldı. İyi oldu. Tartışmanın bir boyutu da CHP ile ilgili. CHP, önce bu eyleme geleceğini açıkladı, sonra da basıncı göğüsleyemedi ve katılmadı. İki üç ay önce Yenikapı iradesi ortaya koymuştu, aslına rücu etti, geri dönmüş oldu. Çok önemli, çok doğru bir zamanda kritik bir eylem gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum. Bunun ötesinde eyleme katılım, benim beklediğimin çok üstündeydi. Türkiye'de o sloganı sahiplenebilecek çok daha büyük bir güç var ama bu kadar baskı ve terörize edilmiş bir ortamda, 20 Kasım eylemi son derece başarılı bir eylem.
 
Konuştuğum tüm siyasi parti başkan, eşbaşkanları "birleşik mücadele" vurgusu yapıyor. Ancak 7 Haziran'dan bu yana bu vurgu, eylem birlikteliklerinin ötesine geçemedi. Neden? Bu kadar "faşizm" tahlili yapıyorsunuz ama bir araya gelemiyorsunuz. Neden?

 
20 Kasım'ı bu açıdan da önemsediğimi söyleyeyim. Belki eylem birliği açısından daha önce benzer çıkış arayışları oldu. Ama dikkat edin hep masa başında uzayan tartışmaların nihayetinde bir biçimde sonuca bağlanamıyor. Bir kısmı tarihseldir, bir kısmı güncel cesaretsizliktir, çekingenliktir, yeterli özgüvenini taşımamaktır. Bunlara girmiyorum ama nasıl olabileceğine dair bir örnek üzerinden gidelim. Nasıl olabilir? Demek ki mücadele etmeye kararlı olanlar bayrağı çekerler, bayrağın üzerine talepler, sloganlar yazılır, bunu yaparken de birleştirici bir niyet ortaya konulabiliyorsa olabiliyormuş. 20 Kasım'da bunun ortaya çıktığını gördüm. Bundan sonra da esas olarak bunu zorlamak taraftarıyım. 20 Kasım mitingini bir başlangıç olarak görüyorum ama 20 Kasım'dan sonra oturup geceler boyu sürecek tartışmalara boğalım niyetinde değilim. Devlet merkezli saldırılara karşı, saldırılara uğrayan tüm kesimler ile dayanışma içinde olmayı, herkes kendisi açısından görev olarak önüne koymalı. İkincisi, herhangi bir karşı hamle örgütleyecek herhangi bir güç -kim olursa olsun, bugün BHH olur, yarın HDP olur, yarın başka bir güç olabilir- kendisini ortaya koymanın ötesinde kendi dışındakilere de açık bir pozisyon alırsa, bu değerli bir şeydir ve herkes tarafından aynı biçimde değerlendirilmelidir. Bence fazla zorlamamak lazım.
 
Ancak yine eylem birliği öneriyorsun... Ben ise bu eylem birliklerinin dışında bir cepheleşme olanağı var mı diye soruyorum...
 
Eylem birliktelikleri de yapamıyoruz ki. Kaç eylem birlikteliği gerçekleştirdik. O yüzden o noktadayım. Haklı olabilirsin. Bu yeter mi? Daha fazlasına ihtiyaç var. Kesinlikle. Esas amaç bu iktidarı bir an önce devirebilecek bir gücün, bir faaliyetin örgütlenmesidir. Ama biraz yeniden birbirimizi tanımamız, ısınmamız, dilimizin ortaklaşması gereken bir evredeyiz demek ki. Diğeri, yapabileceklerimizden de bizi geri düşürebilir. Ondan kaygı duyuyorum. Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği kurduk. Bir tane eylem yapamadık ki! Bunu oturup değerlendirmek gerekiyor. Küçümsemiyelim.
 
Küçümsemiyorum. Faşizm tanımının karşısına ne çıkaracaksınız? Sadece eylem birliği mi?
 
CHP genel merkez düzeyinde, 20 Kasım mitinginin bir parçası olmadı. Olsa mutlu olurum, CHP'yi karşı tarafa ittirmek gibi bir niyetim yok. Tarihsel olarak durduğu yer konusunda bir netliğim var ama mümkünse bu eylemin, bu sürecin bir parçası haline gelsin ama bu olmuyorsa, CHP'ye oy veren, üyesi olan milyonlarca insanla, pek çok konuda aynı değerleri taşıdığıma inanıyorum. CHP genel merkezi ile yanyana gelemiyoruz diye tabanla birlikte olmamak mümkün değil. Cephe, güç birliği de böyle olur. HDP açısından da aynı şey geçerli. HDP'nin kendi programı var. Türkiye, bölge okuması var. Bunların her birinde aynı düşünmek zorunda değiliz, farklı düşünüyoruz. Hatta zaman zaman eleştiriyoruz. Bazen aramız açılıyor, bu konularda da eleştiri alıyoruz. Ama bugün iktidarın doğrudan hedefi haline geldi. Ebaşkanları, grup başkan vekili, milletvekilleri, belediye eşbaşkanlarının tutuklu olduğu bir noktada, "HDP ile aynı programa sahip değiliz, yanyana gözükmeyelim" gibi bir kaygı geliştirmek de çok anlamsız. Yapabileceğimizin en ilerisini yapma noktasında pratik pozisyon alalım, söylemin ötesine geçelim. Biraz önce söylediğin önemli, kime sorsan "Cephe gerekli" diyor. Ama öyle havada duruyor. O olmadan da sanki hiçbir şey yapılamazmış gibi geliyor. Yapabileceklerimizi yapalım. Geride kalan dönemde önemli adımlar atıldığını düşünüyorum. Cumhuriyet gazetesinin önündeki ortak eylem önemli bir eylemdi, 20 Kasım mitingi önemliydi.
 
Önümüzdeki sürece ilişkin belirlenmiş bir program var mı?
 
Birleşik Haziran Hareketi, önümüzdeki hafta yürütme kurulunu toplayacak, hem eylemi değerlendirecek hem de geleceği tartışacak. Kendi adıma söylüyorum, Türkiye'de sosyalistlerin başkanlık meselesini ciddiye alması gerekiyor. Artık bir düzen değişikliğinin yasal bir kılıf bulması, Erdoğan'ın tek adam diktatörlüğünün toplumun geniş kesimleri tarafından onaylatılması, o meşruiyetle yola devam edilmesi anlamına gelecek. O bizim açımızdan büyük bir kavga olmalı. Politik gündem olarak oraya odaklanmak gerektiğini düşünüyorum.
 
Bu dönemden nasıl çıkılacak?
 
Meclis'teki yasa tasarısının esasında kadınlar tarafından engellenmesi çok önemli. Demek ki, iktidar aslında o kadar da güçlü değilmiş. İktidarın en güçlü olduğu, istediği her şeyi yapabildiği bir dönemde, doğru noktalarda kararlı ve inatçı bir duruşla iktidarı püskürtebiliyorsunuz. Bunu görmüş olduk. Ben genel eğilimin bu olduğu kanaatindeyim. Kadınlarda, gençlerde, Kürtlerde, laik cumhuriyetçi kesimlerde, üniversitelerde bunu hissediyorum. "Yeni bir Gezi geliyor" demek iddialı bir laf olur.
 
Ancak iktidarın korkusu sanki bu oldu?

 
Kesinlikle... Gezi öncesi toplumsal psikoloji, siyasal bakış, insanların ruh hali, birbirleri ile konuştuklarına baktığımızda çok benzer bir tablo olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu birikimin umut verici olduğunu görüyorum. İktidarın yıkılışına giden süreçte bu birikim umut vericidir hepimiz açısından.