Edirne F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklmalarının ardından TEOG'un kaldırılmasını ve bununla birlikte başlayan tartışmaları yazdı. 

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, "Bir partinin genel başkanı olan zat “istemiyorum” deyince kalkıverdi TEOG" dedi.

Demirtaş'ın Evrensel'de yer alan yazısı şöyle: 

Bir partinin genel başkanı olan zat “istemiyorum” deyince kalkıverdi TEOG. Eğitim sistemine müdahalenin “tekçi zihniyeti” alenen teşhir eden yönüne değinmeyeceğim. Başkanlık modeli; doçentlik, stadyum isimleri, imam hatipler, Fethullah’a ne istiyorsa vermek, içeride ve dışarıda savaş, İsrail’le kanka olmak, Putin’e önce posta koyup sonra kardeşim demek vs. Hepsi ve daha fazlası aynı zatın dudakları arasından çıkanlara göre belirlenirken kendini yeterince açığa vuruyordu zaten. 

Eleştirmek iyidir, geliştirir, ilerletir. Fakat mevcut eğitim modeline karşı çıkarken ciddi bir alternatifi ortaya koyabilmek gibi sorumluluğumuzu unutmadan bu eleştirileri yapmak gerekir. Eğitimcilerin, velilerin ve öğrencilerin katılımcı bir süreci işleterek yapacakları tartışmalar elbette belirleyici olmalıdır. Ancak siyaset kurumunun da eğitim modellerine ve nasıl bir eğitim tartışmalarına bigane kalması düşünülemez.

Kapitalizmin eleman ihtiyacını gidermek üzere oluşturulmuş bir eğitim sisteminin sağını-solunu düzeltmeye çalışalım; çalışalım da eğitim gibi tepeden tırnağa ideolojik olan bir mevzuda solun eğitim anlayışını da bütünlüklü olarak ortaya koyalım. 

Ekonomik modelle eğitim modeli birbirini tamamlayan ayrılmaz bir bütünün iki aşamasıdır. Toplum halinde yaşamaya başlayan insanların kendi aralarındaki iş bölümünü “dayanışma” anlayışından çıkararak “yarışma” anlayışına dönüştüren temel dinamik kapitalizmdir. İnsanlığın başına gelmiş olan en büyük felaket olarak tanımlayabileceğimiz kapitalizm ve beraberinde bir salgın gibi insanlığı teslim alan kapitalist modernite sorgulanıp mahkum edilmeden alternatif bir eğitim modeli önerilemez. 

Temelde mutlu ve özgür insanlar, toplumlar yaratması gereken eğitim, şimdilerde “yarışma” kültürüyle en yakın arkadaşını, kuzenini, belki de kardeşini bile “ezerek, yenerek, geçerek” elde edilecek başarı(!) üzerine kazanılmış gönüllü kölelik ve mutsuzluk yaratmaktan başka da bir işe yaramıyor. 

Oysa dayanışmacı toplumda bütün işler ve meslekler eşit (veya eşite yakın) derecede kıymetlidir. Bir temizlik işçisi, bir fabrika işçisi, hademe, ayakkabı tamircisi ile cerrah, mimar veya avukat arasında sosyal statü ve kimlik farkı olamaz. Hepsi toplumun bir arada yaşayabilmesi için hayati derecede önem arz eden bir iş bölümünü yapıyorlar sadece.

Bu mesleklerde gelir farkı da tıpkı statü farkı gibi bir uçurumla ayrılmış durumdadır. Ancak bu da toplumsal işleyişin mecburiyetinden değil, kapitalizmin dayattığı mecburiyetten kaynaklıdır. 

Yaşam boyu ezilmemek için ezenler sınıfına geçiş imkanı sunan kapitalizm, eğitim mevzusunu tam bir “arenaya” dönüştürmüştür. Daha küçük yaşlardan itibaren eğitim yoluyla hafızalara kazınan bir düsturla, “Çok çalış, çok başarılı ol, çok kazan” anlayışı yaşamın temel amacı haline getirilir. Peki bu mümkün müdür?

Tabii ki mümkündür. Ama herkes için değil. Çok çalışıp, çok başarılı olup, çok kazanma ihtimaliniz piyangoda büyük ikramiyeyi kazanma şansınız kadardır. Herkesin çok kazandığı bir ekonomik düzen olamaz zaten. Herkesin kazandığı düzenin adı kapitalizm hiç olamaz.

Bu, kapitalizmin varlık nedenine aykırıdır. Kapitalist eğitim modelinde önemli olan herkesin bu “yarışmaya” katılmasını sağlamaktır. Bu “yarışmanın” hayatın en önemli amacı olduğuna kitleleri inandırmaktır. Kimlerin bu yarış esnasında kapitalist üretim-hizmet aşamalarında yer alacağını sistemin dengesi belirler.

Geri kalanlar işsiz yığınlara dönüşecektir ki, bu da kapitalizmin varlığını sürdürmesi için gerekli “yığınlardır”. Sonuçta ortaya “köle gibi çalışan mutsuz yığınlarla”, “işsiz mutsuz yığınlar” kalır. Peki yıllarca büyük bir özveriyle aldığınız eğitim sonunda elde ettiğiniz şey her neyse, buna değmiş mi oluyor?

İşte bu noktada solun ciddi bir alternatif ortaya koyması elzemdir. Çocuklarımızdan başlayarak bütün toplumun evreni, dünyayı, geçmişi, yaşamı, doğayı, bilimi, felsefeyi, inançları, sanatı, edebiyatı, sporu vs. en iyi anlayabileceği metotlarla, herkese eşit imkanlarla öğrenebileceği şekilde anlatmak gerekir. Sonra da bu bilgileri toplum halinde yaşadıkları diğer insanların ve insanlığın yararına dayanışmacı bir anlayışla nasıl kullanabileceklerini anlatmak gerekir.

Herkese yeteneğine, eğitimine göre mutlu olacağına inandığı mesleğe özgürce ulaşabilmesi imkanını tanımak gerekir. İnsanların eşitliği, mesleklerin önemi, iş bölümünün kıymeti, dayanışmanın güzelliği ile büyümüş nesillerin sosyal statü ve kimlik yarışına girmeyeceği aşikardır. 

Ancak böylesi bir eğitim modeli, entegre bir ekonomik modelle bir arada hayat bulabilir. Üretim ilişkileri değişmeden eğitim modeli de değişemez. Bu nedenle bütünlüklü bir sol programla toplumun karşısına çıkmak ve mücadeleyi buradan büyütmek gerekir.

Yoksa, dünyanın en iyi kapitalist eğitim modelini, Finlandiya modelini alsanız bile (Ki bunu yapabilmek için Finlandiya’dakine benzer bir kapitalizm düzeyini yakalamış olmanız lazım) mutlu ve özgür bireyler, mutlu ve özgür toplum hayaline kavuşamazsınız. Kapitalizme en iyi hizmet eden, en fazla entegre olmuş birey ve toplum yaratmış olursunuz sadece. Hazır TEOG vesilesiyle tartışma açılmışken, meselenin bir de bu yönüne dikkat çekmek istedim.