Abdullah Öcalan'ın geri çekilme çağrısının okunduğu 2013 Newroz'unun üzerinden tam bir yıl geçti. Bu bir yılda Türkiye bir yandan çözüm sürecini tartıştı, bir yandan başka siyasi krizleri... Geride kalan bir yılı Al Jazeera'ye değerlendiren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, "Hükümetle Cemaat arasındaki gerilim doğrudan çözüm sürecinin aksamasına neden oldu" dedi.

Demirtaş, seçim sonrası yapılacak kongrede partinin genel başkanlığını bırakmak istediğini söyledi.

Demirtaş'ın Al Jazeera Türk'ten Gonca Şenay'a verdiği söyleşi şöyle:

Başlangıç tarihi olarak Abdullah Öcalan'ın geri çekilme çağrısının okunduğu 2013 yılı Nevruz'unu alırsak çözüm sürecinin üzerinden tam bir yıl geçmiş oldu. Bu bir yılda Türkiye Kürt sorununun çözümüne ne kadar yaklaştı sizce?

Demirtaş: 1993 yılından beri bu tür çözüm arayışları deneniyordu, Sayın Öcalan ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri arasında doğrudan veya dolaylı temaslar oluyordu. Fakat 2013 Newroz'unda başlayan süreç, öncekilere kıyasla çok daha sağlam bir zemine dayanan bir süreç oldu. PKK gerillaları ateşkes ilan edip Türkiye sınırlarını terkettiler. Ordu da operasyon yapmayarak aslında fiilen ateşkese uymuş oldu ve bir yıl boyunca karşılıklı birbirini tanıma birbirini anlama, ölçme diyebileceğimiz diyaloglar yaşandı, hem İmralı'da hem Ankara'da BDP ile Hükümet arasında hem de bizle Kandil arasında. Bu süre zarfında yoğun bir trafik gerçekleşti. Fakat beklenildiği gibi sürekli bir müzakere ortamı, yasal dayanağı olan tarafların projeleri ile oturduğu bir müzakere oluşmadı.

İlk takvime göre şu anda silah bırakmanın konuşulması gerekiyordu ama şu anda Türkiye o noktada değil…

Demirtaş: Değiliz. İlk görüşmelere göre ateşkes ve geri çekilme çok hızlı seyredecek, Hükümet ikinci aşamada müzakere yasaları, geri dönüş yasaları dahil bazı yasalar çıkaracak, üçüncü aşamada yani sonbahar ve kış dönemlerinde de silahsızlanma aşaması, üçüncü aşama başlayacaktı. Şu anda süreç çok uzamış durumda. Tüm bu periyodlar kaçırılmış durumda. İçeride ve dışarıda yaşanan gelişmeler tabii etki etti ama hükümet üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmiş olsaydı şu anda biz üçüncü aşamayı konuşuyor olabilirdik.

Bir noktada geri çekilme de durdu… PKK'ya da dönüp baktığınızda sizce her iki taraf da üzerine düşeni yerine getirdi mi?

Demirtaş: PKK'nin geri çekilmesi aşamasında hükümetin güvensizlik yaratan bazı hamleleri oldu. Durmuş olan askeri karakol inşaatlarına hız verildi, barajlar tekrar yapılmaya başlandı, yeni korucu kadroları açıldı. Bunlar bir güvensizlik yarattı ve PKK gerillalarının geri çekilme konusunda yeniden değerlendirme yapmasına yol açtı ve geri çekilme belli bir aşamada durdu. Doğrusu geri çekilme ile ilgili yasal düzenleme yapılmış olsaydı ve Hükümet dağdaki gerillaların sosyal yaşama nasıl katılabileceğini belirlemiş olsaydı geri çekilme durmazdı. Zannediyorum bu karşılıklı güvensizlik sürecin uzamasında etkili oldu.

Hükümet-Cemaat kavgası da bu gecikmede etkili oldu mu?

Demirtaş: Doğru… Oslo'daki görüşmeler MİT Müsteşarına yönelik operasyon girişimiyle sekteye uğradı ve Cemaat'in tavrı olarak algılandı. O günden bu yana Cemaat'in sıcak yaklaşmadığına dair bir algı var. 17 Aralık operasyonu dediğimiz yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından da hükümet can havliyle kendini güvenceye alma hamleleri yapmaya başladı. Bu hem çözüm sürecini zora soktu, riske attı hem de hükümetin antidemokratik, hukukdışı uygulamaları nedeniyle demokrasi ve barış beklentilerini boşa çıkardı. Dolayısıyla bu Hükümet-Cemaat arasındaki gerilim doğrudan çözüm sürecinin aksamasına neden oldu.

Bu Nevruz'da Abdullah Öcalan'ın ikinci bir mektubu okunacak, aslında bu da tarihi bir nitelikte. Bir çağrısı olacak mı, mektubun içeriğine ilişkin bir bilgi var mı elinizde?

Demirtaş: Henüz mektup elimize ulaşmadı, zannediyorum bir iki gün içinde elimize gelecektir. Geçen bir yılın kapsamlı bir değerlendirmesinin yapılacağını zannediyoruz. Yani bu süreci neden başlattığını, beklentisinin ne olduğunu bu süre zarfında ne tür eksiklerin, yetmezliklerin yaşandığını, bu yetmezlikleri aşmak için nelerin yapılması gerektiğini, bu mektupta Sayın Öcalan belirtecektir diye düşünüyoruz. Sürecin yeniden canlanması için, seçim sonrasında sürecin hız kazanması için öneriler de yapacaktır. En nihayetinde bu sürecin önemli bir kazanımı var, insanlar ölmedi. Bu savaştan kaynaklı belki binlerce insan hayatını yitirecekti. İşin bu yönüne de vurgu yapan, Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi krizleri ve gerilimleri de tahlil eden, çözüm önerileri sunan bir mektup olacağını tahmin ediyoruz.

Diyalogdan müzakereye geçiş ile ilgili bir ipucu barındıracak mı mektup?

Demirtaş: Muhtemelen bu tür öneriler de olacaktır. Müzakerenin ne demek olduğu, nasıl yapılması gerektiği ve bunun için hangi şartların oluşması gerektiğini somut olarak belirtebilir sayın Öcalan.

Birkaç gün önce KCK'dan bir açıklama geldi, ilk bakışta Öcalan'ın açıklamalarıyla çelişir görünüyor. Hükümet ile Cemaat arasındaki gerilimi iktidar mücadelesi olarak niteliyor, Abdullah Öcalan ise darbe girişimi olarak nitelemişti. Ve KCK, "AKP muhatap olmaktan çıkmıştır" diyor. Siz nasıl nitelendiriyorsunuz bu mektubu, AKP muhatap olmaktan çıktı mı?

Demirtaş: Bu haliyle Kürt sorununun çözümü konusunda Hükümet kendisini fiilen muhatap görmüyor. Adım atmadığı için, sürece cevap vermediği için zaten muhataplık pozisyonunu güçlendirmedi hiçbir zaman. Gerekli adımları atsa, kendi muhataplarına somut cevaplar vermiş olsa kendisi de muhatap olmuş olurdu, bunu yapmadı. İkincisi; içine kendini düşürdüğü pozisyon da hem siyaseten hem de demokratik meşruiyet açısından kendisini zora sokan bir pozisyondur. Şu anda hükümet zora, baskıya dayalı ayakta duruyor. Seçimlerde sonuçlar ne olur bilmiyoruz tabii ama büyük bir manipülasyon, büyük bir yalan propagandası, yolsuzluğu hukuksuzluğu örtmek için hukuk dışı yöntemler var. Tüm bunlar Kürt sorunu gibi daha fazla demokrasi daha fazla özgürlük gerektiren bir sorunun çözümünde hükümeti muhatap olmaktan çıkarıyor. Yani Kürt sorununu çözecek hükümet veya muhatap daha fazla demokrasi daha fazla özgürlük getirmeyi taahhüt edilmelidir. Bu hükümet bu haliyle giderek muhatap olmaktan çıkıyor ama en nihayetinde yeniden muhataplık pozisyonunu kazanması seçim sonrası alacağı tutuma bağlı. KCK yaptığı açıklamayla şu andaki durumu tahlil ediyor, görebildiğimiz kadarıyla yani süreci bitirmeye dönük veya süreci sonlandırmaya dönük bir açıklama değil. Sürecin muhatabına dönük sert bir uyarı olarak algıladık biz bunu. Süreci başlatan Sayın Öcalan, bitirecek açıklama da ancak ondan gelir diye düşünüyoruz. KCK süreç bitmesin, kopmasın diye sert bir uyarı sert bir deklarasyon yayınlayarak süreci toparlamanın şartlarını ortaya koydu herhalde.

AK Parti hükümetinin söz ettiğiniz bu politikalarından yola çıkarsanız çözüm yolunda beklediğiniz adımları atabilir mi?

Demirtaş: Çok kolay değil tabii yani hükümetin bu despotik yaklaşımı bir kenara bırakıp rotasını başka bir yere çevirmesi kolay görünmüyor. Çünkü Başbakan büyük bir tehdit algılaması içinde kendini, etrafını, ailesini koruma reflekisyel demokrasi dışı yöntemler dahil her tür yöntemi kullanmayı bir hak olarak görüyor kendinde. Böyle devam ederse Kürt sorununda da ciddi demokratik adımlar atmasını beklemek büyük bir saflık olur. Ama yine de Hükümet'i buna zorlamak bizim işimizdir. Hükümet hangi partide olursa olsun, ne olursa olsun bu süreci devam ettirmek için mücadeleye devam etmek lazım. Kaldı ki biz AKP veya karşısındaki CHP-MHP Cemaat bloğu dışında güçlü bir demokratik muhalefet veya iktidar alternatifi ortaya çıkarmaya çalışacağız. Batıda HDP Türkiye'nin doğusunda BDP ile acaba yeni bir demokratik iktidar bloğu güçlenir mi diye bu seçimde bunu halka sunacağız. Ben iyi bir destek alacağını düşünüyorum, iyi bir destek alırsa bu defa artık demokratik ilkeler etrafında birleşmiş ve iktidarı hedefleyen yeni bir blok ortaya çıkabilir. Belki CHP'den ve AKP'den kopuşlar yaşanabilir, bu yeni harekete katılım için o partilerden istifalar gerçekleşebilir, HDP gerçek bir güce dönüşebilir. Biz daha çok bu seçenek üzerinde yoğunlaşıyoruz. Yoksa Akp'nin gitmesi, CHP-MHP'nin yerine gelmesi başlı başına bir çözüm reçetesi değil. Durumu daha da zorlaştırıyor işin doğrusu çünkü CHP-MHP'nin Kürt sorunundaki çözüm anlayışı ve yaklaşımı maalesef ki müzakereci ve barışçıl bir yaklaşım değil. Savaşı tercih eden, ezmeyi tercih eden bir yaklaşımdır O'nların yaklaşımı. O nedenle AKP ya da CHP-MHP bloğuna mecbur olmayan yeni bir yaklaşım ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

Tam bunu soracaktım, AKP devam etmezse mevcut siyasi yapılar içinde sizin çözüm için tıpkı bu son bir yıl içinde olduğu gibi masaya oturabileceğiniz bir siyasi yapı var mı?

Demirtaş: CHP-MHP bu konuda çok elverişli muhataplar değil.

Dolayısıyla AKP olmazsa çözüm süreci devam eder mi?

Demirtaş: Bizim açımızdan çözüm arayışı, mücadelesi devam eder fakat AKP'nin yerine gelecek alternatifler CHP-MHP ise zannediyorum kendileri bir müzakere sürecini yürütmeyecektir. Biz AKP'nin alternatifinin CHP-MHP olmadığını halka anlatmaya çalışıyoruz. Bunun dışındaki her seçenek daha fazla kaos yaratır, daha fazla gerilim, çatışma yaratır. Biz bu duruma gelinmemesi için ciddi bir siyasi seçenek olarak Türkiye halklarının önüne çıkacağız.

Özellikle bu Hükümet-Cemaat kavgası gözönüne alındığında seçim sonrasında nasıl bir Türkiye öngörüyorsunuz?

Demirtaş: Daha fazla kutuplaşmış, daha fazla kamplaşmış bir Türkiye gerçeği ortaya çıkacak. Bölgeler ve halklar arasında çok daha keskin, kalın çizgiler oluşmuş olacak. Bir tarafta AKP'nin kemik tabanı diyebileceğimiz, AKP'nin etrafında kilitlenmiş muhafazakar bir kitle, öbür tarafta milliyetçilik ve ulusalcılık ekseninde biraraya gelmiş ve Cemaat'in desteğiyle bloklaşmış ve sahillerde yoğunlaşmış bir kitle. Türkiye'nin doğusunda da bizi destekleyen daha çok Kürtlerin ağırlıkta olduğu bir blok oluşacak. Şimdiye kadar hiçbir seçimde ortaya çıkmayan netlikte seçmenler arası bir kutuplaşmanın resmi sonuçları ortaya çıkacak. Bu Türkiye açısından iyi bir durum değil.

Son dönemde sokaklarda yaşanan gerginlik 12 Eylül öncesi dönemle karşılaştırılıyor. Siz bunun nasıl yön bulmasını bekliyorsunuz, seçim sonrası biter mi?

Demirtaş: Seçimler yaklaştıkça tansiyon yükselecektir. Başbakan'ın seçim kampanyasında kullandığı dil çok kötü bir dil, ayrıştırıcı bir dil. Yani hem kendi kitlesini ajite ediyor, öfkelendiriyor karşıtlarına karşı hem de rakiplerine karşı kullandığı hakaret diliyle rakiplerini kendisine karşı öfkelendiriyor. Bu tabii ki sokakta seçim kampanyasında da gerilimlere yol açıyor. Biz muhalefet olarak o tansiyonu düşürmeye çalışıyoruz ama tabii ki eğer Başbakan seçim sonrasında aynı üslubu tarzı sürdürür, kendisine oy vermeyen kitleleri aşağılayan, onların yaşam tarzına, inançlarına, siyasi kimliklerine hakaret eden politikalarda ısrar ederse bu durum seçim sonrasında da gerilimin yükselmesine yol açabilir.

Bu ortamda siyasi hareketinizin seçim sonrası iki önemli beklentisi var. Hem Hükümet'in süreç konusunda adım atmasını bekliyorsunuz hem de özerklik inşa etmek için hazırlanıyorsunuz. Bu adımlara dair biraz ayrıntı alabilir miyiz?

Demirtaş: Müzakereler konusunda Hükümet parlamentodan bir iki maddelik de olsa bir yasa çıkarmalı. Yani bu müzakere nedir, kiminle, hangi amaçla yapılıyor, tüm bunları tarifleyen bir yasaya ihtiyaç var ki müzakere yasal zemine oturmuş olsun. İkinci konu belediyelerimiz aracılığıyla biz tüm sorunların çözümünde artık yerel yönetimlerin etkili olmasını istiyoruz. Yani eğitimde anadilin kullanılması kamusal alanda işte sağlıktan spor alanına kadar tüm alanlarda ekonomik ilişkilerde anadilin kullanılması, kamusal alanda sağlıktan spor alanına kadar toplumsal tüm alanlarda anadilin kullanılması, yerel sorunların bir tür yerel parlamento diyebileceğimiz belediye meclisleri eliyle toplum da dahil edilerek sorunların çözülmeye başlanması bir tür yerel özerkliktir. Yani her belediye aslında bu yetkilerini sonuna kadar kullanırsa biz Ankara'nın ortaya çıkan bu de facto durumu kabul etmek zorunda kalacağını düşünüyoruz.

Nasıl atılacak özerklik konusunda bundan sonraki ilk adım?

Demirtaş: Bu konuda aslında çok büyük çabalarımız var. Yıllardır belediyelerimiz iki dilli, üç dilli hizmet yapıyorlar. Halkın kültürüne uygun bir hizmet politikamız var. Dil kursları açıyoruz, dil ile ilgili ders kitaplarını Belediyelerimiz basıyor. Bunun dışında artık diğer ders kitaplarının da çok dilli basılması, Türkçe dışında da Matematik, fizik kimya kitaplarının basılması, etüd merkezlerinde çocuklara kendi anadillerinde eğitim verilmesi, bunun dışında örneğin Kürt edebiyatının romanının şiirinin gelişmesi için sanatçılara destek verilmesi, Kürt müziğiyle uğraşanların faaliyetlerine destek verilmesi gibi uygulamalar hızlanacak. Ayrıca insan hakları alanında kadının, gençlerin insan hakları konusunda Belediye Meclisleri ile tüm bu etnik ve dilsel grupların ortak çalışması sağlanacak. Bunların hepsi toplumun kendini yönetebilmesinin mekanizmalarıdır ve biz buna özerklik diyoruz. Fiilen hayata geçtikçe bölgede insanlar bunun makul bir yönetim tarzı olduğunu anlayacak, batıda da insanlar aslında özerkliğin korkulacak değil savunulacak bir yönetim tarzı olduğunu görecek. Belki İzmir'de de insanlar kendi Belediyesinden böyle yapmasını isteyecek, İstanbul'daki Trabzon'dakiler de böyle yapmalarını isteyecek.

Bir de seçim sonrası HDP ile birleşme süreci var? 2014 yılı içinde BDP ve HDP tek çatı altında birleşecek mi? Siz Genel Başkanlığa devam edecek misiniz?

Demirtaş: Seçimden sonra hem BDP'nin hem HDP'nin kongre süreci var. Muhtemelen tek çatı altında yolumuza devam edeceğiz. Bunun HDP olma ihtimali çok kuvvetli çünkü Kürdü, Türkü, Ermeni'yi hepimizi buluşturan HDP çatısı oldu. Kongre hazırlıkları ve kongre çalışmaları sırasında ancak Eş Genel Başkanlık tartışması yapılabilir. Bugünden geleceğe dair peşin konuşmak çok yanlış olur ama daha önce de belirtmiştim bizim partimizde Genel Başkanlık kazanılmış bir hak değil bir görevdir. Biz de iki dönemimizi dolduruyoruz hem milletvekilliğinde hem de Genel Başkanlık görevinde . Görev süremin dolmasına yakın bir zamanda kongre gerçekleşiyor. Doğrusu ben siyasetin farklı alanlarında, toplumun sorunlarının çözümünün farklı alanlarında görev almayı, mücadele etmeyi kendim açısından daha doğru görüyorum. Ama yine de kongre hazırlıkları gelmeden net olarak konuşmak yanlış olur.