HDP Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, “Halk her yerde birbirine kenetlenerek sahiplenmeli ve bilmeli ki Erdoğan şahsında şekillenen Türkçü, mezhepçi, diktatör rejim Kürt halkının direnişiyle yıkılacak.

“Rojava'da, Türkiye'de, Güney Kürdistan'da ve orta vadede İran'da da Kürdistan halkı kendi özgürlüğünü kazanacaktır” ifadelerini kullandı.

AKP'nin DBP'li belediyeleri kayyım atanacağı iddialarına, HDP Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş yanıt verdi.

Kürt illerinde başlatılan sokağa çıkma yasağı ve operasyonların ardından, HDP’li vekillerin dokunulmazlığını kaldıracak tasarı meclisten geçmişti.

Dokunlmazlık tartışmaları devam ederken DBP’li belediyelere kayyım atanacağı iddiaları güçlendi.

Partisinin bugün Ankara'da toplanan İl Eş Başkanları toplantısı katılan Demirtaş, toplantı öncesinde açıklanan yeni ekonomik politikalar ve belediyeleri ele geçirme iddialarına ilişkin Dicle Haber Ajansı'nın sorularını yanıtladı.

Demirtaş'ın hem belediyelerin ele geçirilmesine hem de ekonomik politikalara ilişkin değerlendirmesi şöyle:

"(Belediyeleri ele geçirme arayışları) Bu yeni ortaya çıkmış bir durum değil. Demokratik Kürt siyasi hareketi siyaset sahnesine çıktığı günden bu yana devlet resmi politika olarak demokratik siyaseti tasfiye etmek istiyor.

Hukuk dışı, gayri ahlaki, siyaset dışı bütün yöntemleri kullanmaya devam ediyor. HEP ile başlayan bu süreçten milletvekillerinin parlamentodan atılmasından tutuklanmasına, siyasi linç kampanyalarına kadar o dönemde yaşanmıştı. 1990'ların başından beri aynı konsept kesintisiz bir şekilde sürüyor.

1999'da Kürtlerin kendi yerel yönetimlerini seçimler vesilesiyle elde etmesinden sonra belediyelere yönelik, her zaman kapsamlı operasyonlar yapıldı.

Yüzlerce belediye başkanı tutuklandı gözaltına alındı, görevden alındı. Belediye Meclis üyeleri tutuklandı. Devlet tarafından uygulanan plan ilk defa uygulanan bir plan değil.

BU POLİTİKANIN YÜZ YILLIK GEÇMİŞİ VAR

Biraz daha geriye gidersek bunun 100 yıllık bir geçmişi var. Kürtlerin Osmanlı'dan bu yana elde ettiği özerkliklerin, beyliklerin, Osmanlı içindeki Kürt yerel yönetimlerinin tasfiyesi bir devlet politikasıdır.

AKP bunun 2016 versiyonunu uyguluyor.

Şuanda belediyelerimiz herhangi bir yetkiye etkili bir bütçeye sahip değil ki. Halkın seçtiği belediyeler kıt kanaat imkanlarla valilerin, kaymakamların baskısı, tehditleri altında yargı baskısı altında güç bela hizmet üretiyor. Fakat bu bile onları rahatsız ediyor.

Seçimle elde edemedikleri kazanamadıkları belediyeleri bir şekilde hile ile valilikleri ve kaymakamlıkları seçilenlerin yerine atayarak ele geçirmeye çalışıyorlar.

‘HÜKÜMET DİKTATÖR BİR REJİM İNŞAA EDİYOR’

Demokrasiden anladıkları bu kadardır. Düşünün yüzde 85-90 halk desteği ile seçilen belediye başkanını görevden alınacak ve onun yerine atanmış bir memur valiyi kaymakamı halkın yerel yönetimin temsilcilerini atayacaklar. 21'inci yüzyılda AB aday ülkesi bir ülkede bunların yaşanabileceğini hiçbir Avrupalı tahmin etmiyordu.

Çünkü Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı imzalaması beklenen bir hükümet, şimdi tam tersi bir istikamette, diktatörlük rejimi, faşist bir rejim inşa etmeye çalışıyor.

Tabii bu yasayı çıkarabilir ya da bu yöntemlerle belediyelere el koyabilirler. Buna karşı yapılacak tek şey, her yerde bu faşist rejimi yıkmak için direnmektir. Atanacak valiyi, kaymakamı tanımamaktır, onunla çalışmamaktır.

Halkın bunları tanımaması lazım. Zorla Tayip Erdoğan'ın dikta rejimini yerelde, efendim halkın başına musallat ettiği uygulamalara karşı halkın direniş göstermesi lazım. Halkın ve işverenin, meslek odalarının, esnaflarının bu şekilde atanmış memurları zorla seçilmişlerin yerine getirilen bu kişileri tanımaması lazım.

Çıkıp açıklama yapmaları lazım. Belediyeler bizim değil, halkın belediyesidir. Halkın STK'lerin sahip çıkması lazım.

‘KÜRT HALKINI TESLİM ALAMAZLAR’

Şimdi bunlar kafalarındaki projeyi hayata geçirince Kürt halkını teslim alacaklarını düşünüyorlar. Fakat pratikte kazın ayağının öyle olmadığını görecekler.

Yüzyılda denedikleri her seferinde yanıldıkları iflas eden politikaları kesinlikle onlara kazandırmayacaktır.

Tabii burada yapılması gereken sadece direniş de değildir, artık kazanmanın zamanıdır. Direnişi zafere götürmek önemlidir. Yüzyıldır Kürt halkı direniyor. Belediyelerimize, milletvekillerimize dönük, Gever'in, Şırnak'ın, Silopi'nin, Sur'un, Cizre'nin, Nusaybin'in yıkılmasının nedeni direnişin parçası olmalarıdır.

Yapılan katliamların bir devamıdır. Bunlar hepsi bir konsept çerçevesinde bir biriyle bağlantılı bir tasfiye politikasının ayaklarıdır.

Halk her yerde birbirine kenetlenerek sahiplenmeli ve bilmeli ki Erdoğan şahsında şekillenen Türkçü, mezhepçi, diktatör rejim Kürt halkının direnişiyle yıkılacak.

Rojava'da, Türkiye'de, Güney Kürdistan'da ve orta vadede İran'da da Kürdistan halkı kendi özgürlüğünü kazanacaktır.

‘SALDIRILAR ÖZGÜRLÜĞÜ KAZANMANIN FIRSATIDIR’

Bunlar aynı zamanda tarihi fırsattır. Bu saldırılar özgürlüğü kazanmanın bir fırsat olarak değerlendirmek lazım. Bunu bir yılgınlığa moral bozukluğuna yol açmak yerine tam tersine bir direniş gerekçesi yapmak gerekir.

Herkesin bu saldırılara karşı hazırlıklı olması lazım. Şuanda AKP'den medet umacak durumda değiliz.

Ayrıca örtülü ya da açık AKP'nin bu kirli politikalarına destek veren Kürt çevrelerinin de artık bunları görmesi lazım. Ortada bir terörle mücadele, çözüm politikası yok. Terörle mücadele adı altında Kürt katliamı var, çözüm politikası adına Kürt siyasetinin, Kürt ekonomisinin, Kürt sermayesinin sermayesi var. Onun yerine işbirlikçileri taşıma anlayışı var.

 (Ekonomi politikalar ve cazibe merkezlerine ilişkin) Bu ekonomik politika adı altında temcit pilavı gibi ısıtıp ısıt getirdikleri, tabiri caizse ağza bir parmak bal çalma anlayışı var. Daha 3 yıl önce Urfa'da şatafatlı bir toplantı ile büyük bir ekonomi program açıklandı. Milyonlarca insana umut verildi, yatırım vaadi yapıldı. Bunlardan hiçbiri hayata geçirilmedi. 30'a yakın proje, Antep'te, Van'da açıklandı. Ne oldu bunlar nereye gitti?

O projenin tanıtım toplantılarına ve reklamlarına bile milyarca lira harcadılar fakat ortada tek bir icraat yok. Birkaç yılda bir devlet Kürtleri para ile satın almanın akıllıca bir yöntem olduğunu keşfedermiş gibi, yeniden Amerika'yı keşfedermiş gibi yeniden bunu Kürt halkının önüne getiriyor.

Bu çok onur kırıcı bir şey, Kürt halkı elbette yoksullaştırılmıştır, Kürdistan yoksullaştırılmıştır, bu politikalarla geri bırakılmıştır. Kürt halkının da Kürdistan'ın da kalkınmaya tabii ki ihtiyacı var. Fakat bunu 'terörle mücadele' kapsamında devletin değerlendirmesi, Kürt halkına hakarettir.

Bu açıkça parayla satın almanın başka bir girişimidir. Yoksa Kürt halkı elbette kalkınmayı hak ediyor. Yüzyıl geri bırakılmış bir halktan bahsediyoruz. Ama bu yöntem bir teslim alma yöntemidir, aşağılama yöntemidir.

Dikkat edin, yatırım politikaları için terörle mücadelenin aşamalarından biri deniliyor. Anadilde eğitim tartışılırken terörle mücadelenin bir yolu olarak tartışılıyor. TRT 6, terörle mücadelenin bir yolu olarak açılıyor. Kürtlerin temel hakları Kürtlere karşı bir mücadele argümanı olarak kullanılıyor.

Bu anlayışa ve bu zihniyete tabii ki karşıyız. Yoksa yatırım yapılmasına ekonominin gelişmesine karşı değiliz. Ama bu tarzda yapılması aşağılayıcıdır. Zaten hayata geçme şansı olmadığı için kandırmaca aldatmaca olduğu için Kürt halkının ve işverenlerin dikkatli olması lazım.

Şimdi bazı iş çevrelerinin ve sanayi odalarının açıklamalarını dinliyorum, hayret ediyorum. Sanki bu ülkenin tarihi geçmişi yok, bunlar hiçbirinden haberdar değiller, tarih boyunca Kürtlerin ne kadar aldatıldığından haberleri yokmuş ya da muazzam bir ekonomi politika geliştirilmiş gibi heyecana kapılanlar var.

Ayıptır, günahtır. Devletin yüzyıldır yaptıkları ortada. Bir parmak bala karşılık sen halkının çıkarlarını bir tarafa bırakırken, kimse böyle bir anlayışa saygı duymak zorunda değil. Herkesin dikkatli olması ve halkın çıkarlarını gözeten bir yerden eleştirel bakması lazım.