Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Türkiye ve AB’nin mülteciler konusunda anlaşmalarının sorgulanacak durumda olduğunu ifade ederek, “AB kendi ilkelerini pazarlamıştır. AB artık insan hakları ve Kopenhag kriterleri konusunda sorgulanacak durumdadır” dedi.

Demirtaş’ın Mahmut Ilıcalı ile Cumhuriyet’te ile yaptığı söyleşi şöyle:

Çözüm süreciyle ilgili bir umudunuz var mı?

Hükümet eğer sokağa çıkma yasakları ve baskı politikasından sonuç alınamayacağına ikna olursa, özellikle de batı kamuyonun baskı yaparsa çözüm sürecine dönülebilir.

Ama Türkiye’nin batısı bu kadar sessiz kalmaya devam ederse bu genelde savaş politikasına destek olarak algılanır. Biz Türkiye’nin batısının “Savaş bitsin” sesini yükseltmesini istiyoruz. Bunu söylemeye korkuyorlar.

 Barış ve müzakere diyenleri vatan haini ilan ediyor hükümet. Süreç başlasın çözüm demeyeni vatan haini ilan edecekler.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye toplumu reflekssiz hale getirildi. Dolayısıyla Can ve Erdem’e de yapılanlar büyük bir infiale neden olmuyor. Aslında büyük bir infialin gerekçesidir, ancak ortaya çıkmıyor.

Bu normal bir durum değil. Aslında toplumda tepki ve öfke var. Bunu örgütlemeye, bilinçli bir siyasi hamleye dönüştürme konusunda muhalefet yetersiz kalıyor. Biz de dahil olmak üzere.

Türkiye AB ile mülteci konusunda anlaşmaya vardı. Hükümetin daha demokratik tavır göstereceğini düşünüyor musunuz?

AB kendi ilkelerini pazarlamıştır. AB artık insan hakları ve Kopenhag kriterleri konusunda sorgulanacak durumdadır. Hesap soracak değil, hesap vermesi gereken bir durumdadır.

Türkiye’deki bütün insan hakları ihlallerini görmezden gelerek sırf mülteci sorunu çözülsün diye AKP hükümetinin suçlarını örtmüştür. İnsan haklarını pazarlık konusu yapmıştır.

Çatışmalar nereye varacak?

Devlet şunu göze almış durumda: Oradaki halkın tamamı da ölse kesinlikle “PKK’yi yendik” noktasına gelmeden vazgeçmeyeceğiz diyorlar.

Halkta da şöyle bir kararlılık var: Bütün şehiri de yaksalar, hepimizi de öldürseler biz de bu hendekleri kapatmayız.

1984’ün 15 Ağustos’u (PKK’nin ilk silahlı eylemi) gibi bir durum. Ya Türkiye Cumhuriyeti Devleti, PKK ilk dağa çıktığında “3-5 çapulcudur, biz bunları hallediriz” diyerek o hatayı yapmaya devam edecek ya da “Burada halk iradesi var” deyip, “3-5 genç hendek kazmış” demekten vazgeçip ciddiye alacak.

Masaya dönüş yapması lazım. Hendeği başkası kapatamaz. Ne HDP, ne AKP hendeği kapatamaz.Kemal (Kılıçdaroğlu) Bey gidebilmeli mesela hendeklerin başına. Diyalog kurulması ve müzakere edilmesi konusunda bir fikri var. Tam da bugünlerde bunların söylenmesi lazım. Üç ay sonra söz söyleme günü bitmiş olabilir.

Liderlere ‘Gelin birlikte gidelim’ mi diyorsunuz?

Gidebiliriz. Başbakan’a da çağrı yaptım. Beraber gidelim dedim. Çocukları, gençleri dinleyelim dedim. Sen İsrail Başbakanı mısın ki Filistin’e savaş açmış gibi “Hepsini gömeceğiz” diyorsun. İşin bu senin, bu yüzden mi seçildin?

Tahir Elçi cinayetindeki yeni gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elçi’yi vuran; görüntüler ve tanıklardan yola çıkarak kesinlikle polis silahıdır. Kurşunun polisin silahından çıktığı netleşse bile hangi niyetle ateş edilmiş bilemeyeceğiz. Yanlışlıkla mı ateş etmiş, kaçanları vurmak için mi ateş etti?

Yoksa gerçekten Elçi’yi mi hedef aldı; bilemeyeceğiz. Orada polis dışında ateş eden yok. Ateş eden silah bulunsa bile bunun cezasızlıkla sonuçlanacağını düşünüyorum. Polis diyecektir ki: “Ben kaçan polisleri vurmaya çalıştım.

Tahir Elçi’yi vurduğumu bilmiyorum bile.” Bunun aksini ispatlamak da imkansız olduğu için dosya kapacak. Roboski’ye benzer bir süreç yaşanabilir.