Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir, “Belki Türkiye’de, içeride kendi gibi düşünmeyeni, kendi arkasından gitmeyeni terörist olarak damgalamak kolay ama burada bunun bir karşılığı yok. Vicdan ve siyaset pusulam belli.

“ Acıların ve haksızlıkların, coğrafyasına bakmadan demokrasi, özgürlük ve hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda siyaset yapıyorum. Temsil ettiğim irade de, mensubu olduğum çatı da belli. Düşündüklerimi söylerken, işimi yaparken çıtam ise, insan hakları ve bunun somutlaştığı Alman anayasası” ifadelerini kullandı.

1915 olaylarının Ermeni soykırımı olarak kabul eden tasarının Alman Fedaral Meclisi’nden geçmesinde etkin rol oynayan siyasetçilerden biri olan Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir Cumhuriyet gazetesinden Selin Ongun’un sorularını yanıtladı.

2000’li yılların başındaki konuşmalarınızda “Alman Federal Meclisi’ndeki meslektaşlarıma Fransız örneğini izlemelerini tavsiye etmem. 1915 ve öncesinde yaşanan korkunç olayların ele alınma yeri ne Washington, ne Paris ne de Berlin’dir” dediğiniz ancak bugün tutum değişikliğinizi, “Türkiye, Zürih Protokolü’nü imzalasaydı bu tasarı meclise gelmezdi” diyerek izah ettiğiniz doğru mu?

Siyasetçi olarak hata yaptığım, yanlış kararlar verdiğim meseleler çoktur. Çok fazla reel politika eksenli olduğum için kendi partimden bile zaman zaman eleştirenler olmuştur. Ama bugüne kadar hiçbir zaman bir köşede söylediğimi, başka bir köşede inkar etmedim.

Bu, beni seçenlere karşı ahlaki borcum. Zikredilen cümlelerim, 2001’de FAZ’a (“Frankfurter Allgemeine Zeitung” gazetesine) yazdığım yazıdan alıntılar. O vakitler “yüzleşelim artık” diyenlerin sayısı artmış, bu tabu etrafındaki buzdağı çözülmeye başlamıştı. Konferanslar düzenleniyor ve o boğucu suskunluk yerini sorulara bırakıyordu.

“Biz birbirimizin doktoruyuz, çözersek biz çözeriz” diyen kardeşim Hrant’ın izinde giderek, süreci sabote etmeyelim, madem böyle bir irade var biz de destekleyelim, kararıydı bu yazının özeti. O güzel insan, güpegündüz kendi gazetesi önünde vuruldu. Ne cinayeti tam olarak aydınlatılabildi ne de uğruna hayatını verdiği bir arada yaşam umutları hayata geçebildi.

Gelinen noktada eskisinden daha agresif bir soykırım inkârı ve akıllara kazınan, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın “Affedersin çok daha çirkin şeylerle bana Ermeni diyen oldu” sözleri var. Zerre kadar iyi niyet görseydim, farklı bir süreci en önce ben desteklerdim.

*Son resimde ise Yeşiller’in öncülüğünde hazırlanan ancak sizin dışınızda federal hükümetin ortaklarının da destek verdiği ortak tasarı parlamentodan geçti. Almanya’daki Erdoğan’lı tartışma yaratan klip gündemi olmasa, mülteci anlaşması sonrasındaki “otobüslere bindirir geri gönderiririz” gibi çıkışlar yaşanmasa bu tasarı yine böyle gündeme gelir ve yine böyle neticelenir miydi?

İlla ki bir ya da birkaç milletvekili bundan rahatsız olup, gün bu gündür, demiş olabilir. Ama üzerine basa basa tekrar söylüyorum. Burada asıl karara bağlanan ve söylenen, bütün bunlar yaşandı ve yaşanırken biz de omuz omuzaydık hususu.

Almanya olarak, bizim tarihimizin bir parçası olan bu geçmişle yüzleşmek istiyoruz ve size de bunu tavsiye ediyoruz, denildi. “Geç kaldık belki ama artık bundan kaçış yok” mesajı verildi. Yoksa bunun arkasında ne birilerine ayar verme niyeti ne de başka türlü siyasi hesaplar vardı. Yıllardır üzerinde tartışılan bir metin maalesef 100. yılda değil, şimdi karara bağlandı.

Bu da bizim ayıbımız. Kimse buluttan nem kapmasın ya da gündelik meselelerin çok üstündeki bu meseleyi alışıldık paradigmaları öne sürüp, iç siyaset retoriklerine bağlama kolaycılığına kaçmasın.

*Buraya kadar olan resme “hainler, gitsinler kan testi yaptırsınlar” gibi çıkışlara asla prim vermeyen ama “Ermenilerin acıları öncelik değil, elbette siyasi bir karar alındı” şiarıyla bakanlara kendinizi nasıl anlatırsınız?

Dün tesadüfen doktor randevum vardı. Kan testi yaptılar. Sonucu öğrenmemekte dirensem de maalesef elime kâğıdı tutuşturdular. Baktım, A pozitif, dünya vatandaşı çıkmışım. Alman tonların ağırlık bastığı ama Çerkezliğin, Kürtlüğün, Rumluğun ve özellikle Ermeniliğin de eksik kalmadığı. Acı olan şudur ki, 21. yüzyılda hala bir cumhurbaşkanının siyaseten her türlü eleştiri hakkına sahipken, koskoca bir meseleyi kan testine indirgemiş olması.

İstanbullu bir annenin, Kafkas göçmeni Çerkez bir babanın oğlu olarak, Ermeniler başta olmak üzere Anadolu’da yüzyıllardır birlikte yaşamış bütün kadim halkların uğradığı katliamların, yaşadığı sürgünlerin acılarını paylaşıyor ve yaşanmış insanlık trajedilerini yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Bunun için de insan olmam yetiyor. Yetmez mi?

*Tahterevallinin diğer ucundakileri de soralım: Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Güya Türk… Ne Türk’ü be? Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım(…) Terör örgütünün uzantıları…” 2) Adalet Bakanı Bekir Bozdağ: “Bu tür sütü bozuklar, kanı bozuklar Türk milletini temsil edemezler.”

Ben bu bu tahterevalliye hiç binmesem ya da karşıma benim çocuklardan birini alsam daha iyi olacak galiba. Belki orada, içeride kendi gibi düşünmeyeni, kendi arkasından gitmeyeni terörist olarak damgalamak kolay ama burada bunun bir karşılığı yok.

Vicdan ve siyaset pusulam belli. Acıların ve haksızlıkların, coğrafyasına bakmadan demokrasi, özgürlük ve hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda siyaset yapıyorum. Türkiye’ye, ailemin kökenleri dolayısıyla başka bir aşinalığım ve Türkiye ile başka türlü bir gönül bağım var, doğrudur. Ama temsil ettiğim irade de, mensubu olduğum çatı da belli. Düşündüklerimi söylerken, işimi yaparken çıtam ise, insan hakları ve bunun somutlaştığı Alman anayasası.

- Korumalı hayatın tercümesi?

Hoş değil tabii, fırına ya da çocuklarınızla dondurma almaya giderken sürekli yanınızda birilerinin dolaşması ve sizi korumak zorunda olması. Mekânlarda yer bulma derdi de cabası. Siyasetçi olarak ilk defa yaşadığım şeyler değil bunlar.

Hamama giren terler misali, sonuçlarına katlanamayacaksam niye yapıyorum ki bu işi. Gündelik hayatıma eskisi gibi devam ediyorum. Tek farkı, gittiğim yerlere şimdi daha kalabalık gidiyorum. İşin ilginci hayatımda iki kez koruma verildi. İkisi de ekseriyetle Türkiyeliler yüzünden. İlki, ilk kez milletvekili seçildiğim 94 sonrasına rastlar. O zaman PKK’den tutun da aşırı Türk milliyetçilerine ve kambersiz düğün olmaz misali Alman aşırı sağcılarına kadar çok daha geniş bir yelpazeden korunmuşken, şimdi ise Türkiye Cumhurbaşkanı’nın doğrudan hedef göstererek başlattığı bir linç kampanyasından korunuyorum. Sizce de abes değil mi Türkiye dışında siyaset yapan bir Alman siyasetçi için?

- Prof. İlber Ortaylı’dan alıntılıyoruz: “Oraya Türk asıllı milletvekilleri girdi diye bir uzlaşı götürmüyoruz. Onlar havaya çalıyorlar. O arkadaşlar, o havaya intibak ederek yani yamanarak geçiniyorlar. Bu entegrasyon değildir, bir yamanmadır.” “Yamanmadır” yaklaşımının sizdeki yeri nedir?

Göçün üzerinden onca sene geçti, zor da geçse bu süreç Türkiye kökenliler için eskiden gurbet olan Almanya şimdi memleket oldu. Buradakiler kabullendi çoktan da, tebaa anlayışını savunan Türkiye’den bir kesim hâlâ sindirememiş anlaşılan kopuşu. Konuya girizgâh olsun diye söylüyorum: Almanya’da yaşayan Türkiyeliler, burada çokkültürlülük temelinde, eşit haklara sahip eşit yurttaşlar olarak yaşıyor. Ne Almanya’nın özel lütfuna ne de Ankara’nın gölgesine ihtiyaçları var.

- AK Parti’li Metin Külünk, “Almanya, Namibya’da soykırım yaptı” iddiasıyla yasa teklifi hazırladığını, Herero ve Nama’lara yapılanların ‘soykırım’ olarak tanınmasını önereceğini açıkladı. AK Parti’den gelen bu öneri hakkında ne düşünürsünüz?

Metni yollarsa seve seve görüşlerimizi beyan ederiz. Nitekim biz de Alman Federal Meclisi olarak bunun da soykırım olduğunu ve bununla yüzleşilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Olur da faydamız dokunur.

- Angela Merkel’in “Türkiye tarafınca yapılan suçlamalar ve açıklamalar akıl almaz” çıkışı, Merkel-Erdoğan diyaloglarının toplam çizgisindeki “skoru” değiştirir mi sizce?

O puan toplamı hiçbir zaman kümeye çıkaracak kadar olmadı. Yıllarca ısrar ve uyarılarımıza rağmen nitelikli bir Türkiye politikası geliştirmeyen ve Türkiye’yi AB üyeliği sürecinde yalnız bırakan sayın Merkel’in sonradan gelişen Erdoğan sevgisini anlamış değilim. Sonradan kurulan bu çıkar ortaklığının gidişatını kestiremediğim gibi. Türkiye-Almanya ilişkileri çok badireler atlattı. Eminim Erdoğan’ın öngörülemez ve giderek otoriterleşen tavrına rağmen bunu da atlatır.