Güler Yıldız, Yeni Özgür Politika’da yayınlanan yazısında Sırrı Sakık’ın “Sonradan bu ülkeyi kendilerine vatan edenler, Kafkaslardan, Boşnaklar'dan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz, haddinizi bileceksiniz” sözlerinin ardından dilediği ‘özür’ü yazdı:

BİR ‘ÖZÜR’ İNSANI: SIRRI SAKIK

Sırrı Sakık'ın habire kendisine özür dilettiren fazlaca “düşünülmeden” edilen sözlerine ve bu sözlerin yarattığı gücenik havaya değineyim, diyorum.

Ya gerçekten “düşünmeden” deviriveriyor çamları Sakık ya da çok ötelenmiş bir şeyler az ışık bulunca çıkıveriyor olduğu yerden, engel olamıyor o da...

İkisi de mümkün.

İlki, konuşma adabıyla, kurallarıyla sınırlı bir durum. Meclis genel kurulunda yapılacak bir konuşmanın aşağı yukarı hatları bellidir. Önceden düşünülerek edilir bu konuşmalar. Konuşmanın özü içten davranışa ve insanlarla pazarlıksız iletişime dayanmalıdır ki, esas şart budur.

Gelelim ikinciye...

Sakık sık sık "özür” dileyerek  beyninin arkasındaki niyetin olgunluğuna işaret ediyor aslında. Her kesimden insanın güveni ve oyuyla meclise giren bir partinin vekili olduğunu unutup, homojen kılmaya çalışıyor mevzuyu. Ve dilini hep o “homojen”lik üzerinden bileyliyor. Keskinleşen dilini iktidara karşı etkili kullanması gerekirken; (dil işte canlı organizma) ezilmiş, asimilasyona uğramış, jenosid yaşamış halklara, hem iktidar hem de toplumsal sözleşme ile “öteki” kılınanlar için bayağı etkili kullanıyor.

Bir kere olsa "ahh dil sürçtü” diyeceğiz. Ama iki, ama üç...  Her defasında da “sözlerim yanlış anlaşıldı, çarpıtıldı” gerekçeleriyle tamamlanan “özür”ler... O yanlış anlaşıldığını söylediğinde, “dil”inin sürçen tarafında asılı kalmış tüm “öteki”ler özür dileyecek neredeyse kendisinden: "Sizi yanlış anlamamıza neden olan o sözlerinizi yanlış anlayıp kırıldığımız için özür dileriz!"

Neden, sebep?

New York Üniversitesi, Siyaset Bölümü'nden Ayda Erbal, “Özür Dilemek Bildiğiniz Gibi Değil” başlıklı bir yazı kaleme aldı, Sakık'ın biriken özürlerini değerlendirdiği. Erbal, siyasi özürlerin ne içermesi gerektiğine yer veriyor yazısında.:  “Literatürde de kabul görmüş özrün 4 bileşeni var:

Özür dilenecek kabahatin ne olduğunun açıkça ifadesi, utanma, tevazu ve içtenlik ifadesi, kabahati tekrarlamamaya ilişkin niyet ifadesi, kabahatten dolayı oluşmuş maddi ve manevi zararı tamir/onarma.” Yeteri kadar açık aslında.

Özür dilenerek her şeyin düzeleceği, eskisi gibi olacağı umulmamalıdır. Ama her defasında mı sürçer bir dil? Artık bu “sürçme” uzmanı dili terbiye etmek gerekmez mi? Sürçerek utandıran bir dili savunmak da doğru bir hareket değil.

Sırrı Sakık belli ki “Başbakan'dan özür tekniği konusunda feyiz almış görünüyor. Sakık da özür diledikçe daha çok “özür” yaratan olayları doğuran diliyle başı belada.

“Sonradan bu ülkeyi kendilerine vatan edenler, Kafkaslardan, Boşnaklar'dan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz, haddinizi bileceksiniz” dediğinde tarih bilgisi de görünür oldu aslında: Bu Kafkaslar'dan gelip Türkiye'yi kendine yurt bellemişler nasıl geldiler, bilir mi acaba kendileri? Onların hikayeleri hangi ağrılı hikayeden daha az ağrılı acaba? Sene 1864... Büyük Çerkez göçü diye bir not var tarih defterinde. Dönülüp yeniden bakıla, ısrarla okuna. Eğer Kafkaslar'dan gelenleri istihbaratçı diye yaftalayıp asacaksak, çıkıp o meclis kürsüsünden Hamidiye alaylarında kimlerin dedeleri toplu adam ölürmeye gittiğini de anlatıp vicdanı ikna etmek lazım.

"Aklınızı başınıza alın, Kürtler 1915’lerdeki Ermeniler değil ki katledesiniz, Kürtler 6–7 Eylül’ü yaşayan Rumlar, Yahudiler değil ki zulüm edesiniz. Kürtlerin sözü vardır…" dediğinde Sakık, Kürtler'in ağzındaki dil Kürtlere tarih boyunca hep yarar getirmiş gibi kendinden emin konuşuyordu. Onlarca isyan, yüzbinlerce insanın ölüm, köylerinin yakılması, sürgün, göçe zorlanma, aşağılanma, hakir görülme... Kürtlerin yerleşik bir yaşamları olmadı ama yerleşik acıları var bu topraklarda. O acıyla büyütselerdi umutlarını bugün yeşile durmazdı hayat! Kürtlerin yanıbaşında, omuzuna el dayamış Ermeniler, Kafkaslar, Boşnaklar, Rumlar, Yahudiler, Romanlar, Süryaniler var... Türkler var o ellerin arasında. Bunca acıyla kuşaktan kuşağa silkelenmiş bir halkla empati kurmak için özenle kurulan diller var. Sonra o ellerin iradesi sandığa BDP için yansıdığında güçlenen başka bir hava var artık bu topraklarda.

Ne dedi Ahmet Türk içtenlikle? "1915'te Ermeniler büyük acılar yaşadı. Burda Kürtlerin de payı var. Kürtler kullanıldı. Bu gerçeği de görüyoruz. Tarihlere baktığımız bazı yerlerde de, Taşnak adlı kesimler bazı Kürt kesimlerine de saldırdıklarını biliyoruz; ama biz bunu hiç dile getirmiyoruz. Önemli olan burdaki halk bir zulümle karşı karşıya kalmış. Bu zulümden dolayı da mesela ben birçok yerlerde hem Süryanilerle ilgili hem Êzîdîlerle ilgili hem de Ermenilerle ilgili dedelerimiz, babalarımız kullanıldı. Bu halklara zulmetti. Onların eli kanlıdır dedik. Bu halkların, bu grupların kanı ile elleri kirlidir dedim ve biz evlatları olarak, torunları olarak özür diliyoruz.”

Bu özrün bir anlamı var. Ne kabahat tenhada işlendi, ne de özür tenhada dilendi! Ahmet Türk'ün bu süssüz konuşması Sırrı Sakık'ın nereden referans aldığının da bal gibi göstergesi...

Ama kalabalıkta sesi çok çıkanın tenhada özrü kabul olmazmış. Meclis genel kurulunda edilen lafı twitter'den temize çekmek hiç şık değil. Aynı kürsüde gerekçeleriyle dilenen bir özür makbule geçecek.