Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun 25 Aralık’taki “ikinci dalgası” kapsamında ifade vermeye çağrılan ancak savcının verdiği süre içerisinde Adliye’ye gitmeyen Bilal Erdoğan’ın, geçtiğimiz salı günü ifade verdiği öğrenildi. Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, 17 Aralık’taki ilk operasyonda gözaltına alınıp serbest bırakılan işadamı Ali Ağaoğlu’nun ofisinde öğrendiği bu ilginç gelişmeyi, bugün hurriyet.com.tr için yazdı.

Özkök’ün Hürriyet muhabiri Toygun Atilla ile birlikte kaleme aldığı yazı şöyle:


Ali Ağaoğlu’nun Ataşehir’deki bürosuna ilk defa giriyorum.

En gelişmiş ülkelerde bile göremeyeceğimiz modernitede bir bina.
Girişine Maslak’ta inşaatı devam eden '1453’ projesinin çok büyük bir maketi var.
Pırıl pırıl ışıldayan bir şehir görüntüsü veriyor.

Çalışma odası yüksek asma katın hemen üzerinde. Önünde geniş bir teras var ve terasa zeytin ağaçları dikilmiş.

“Buradan zeytin alıyoruz ve yiyoruz” diyor.

Tam karşıda yaptırdığı çok büyük sitenin spor merkezi görünüyor.
Dev camın gerisinde jimnastik yapan yüzlerce insan görünüyor.
İçerde çok büyük bir kapalı yüzme havuzu, dışarda da açık bir havuz var.

Manzara, çok gelişmiş bir Batı ülkesinin penceresinden görünecek bir manzara.


MASANIN ETRAFINDA ÜÇ GAZETECİYİZ

Masasının tam karşısındaki duvarda, bugüne kadar görmediğim veya görüp de unuttuğum çok güzel bir Atatürk fotoğrafı var.


Ağaoğlu, “O benim için her şeyin üzerinde bir şahsiyet” diyor.

Çalışma masasının yan tarafında, duvarda dev bir ekran görünüyor.

Buradan çeşitli şantiyelerindeki çalışmalar canlı biçimde izlenebiliyor.

Elindeki kontrol aleti ile şantiyenin en ayrıntılı noktalarına kadar girebiliyor.

İşte bu mekânda kurulan masada yemek yiyoruz.

Masada benim dışımda Milliyet Gazetesi’nden Güneri Cıvaoğlu ve Star Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu var.

Ali Ağaoğlu yemekte bize önemli bir haber veriyor:

Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan hafta başında gidip ifade vermiş.
Bunu gazetelerde okumamıştım veya gözümden kaçmıştı.

Google’da bir araştırma yaptım. Sadece avukatının “Bilal Erdoğan ifade vermeye hazır” dediğini okudum.

Ertesi gün bunu arkadaşlarıma aktardım. O saatlerde Hürriyet’in İstanbul İstihbaratı’ndan Toygun Atilla’ya da bu bilgi ulaşmış.

Haber doğruymuş.

Bilal Erdoğan geçen Salı günü Adliye’ye gitmiş. Orada avukatları kendisini karşılamış. Avukatlarının söylediğine göre binaya ön kapıdan, yani vatandaşların girdiği kapıdan girmiş.

Haberi ben yazıyorum ama istihbarat benden, haberin kendisi Toygun’dan.
Bir “Joint venture’u” yani.

BEN OĞLUMU O SAVCILARA İFADEYE GÖNDERMEZDİM

Ağaoğlu, “Ben kendi oğlumu o savcılara ifade vermeye göndermezdim. Ama şimdi savcılar değişti gidip ifade vermiş” dedi.

Ben de, “Ergenekon davaları sırasında hasta insanlar yataklarından kaldırılıp gözaltına alındılar. Günlerce gözaltında kaldılar. O zamanlar kimse itiraz etmiyordu. Hatta kendilerini o davaların savcısı ilan ediyorlardı” dedim.

Ail Ağaoğlu, gözaltında yaşadığı olayları kendine özgü renkli ifadelerle anlattı.

Öyle öfkeli falan değildi. Her zamanki gibi neşeliydi, hatta dalga geçiyordu.

Gözaltı günlerini geçirdiği yeri anlatırken, “Meğer o yatakları oraya ben yaptırmışım. İyi ki yaptırmışım. Uzun süredir ilk defa o kadar güzel uyudum” dedi.

Araya hukuk müşaviri giriyor. “Sorgulama 3 saat sürdü. Ali Bey, ayaklarını altına alıp öyle oturdu” diyor.

Kendisine Bilal Erdoğan’la gizlice çekilmiş fotoğrafları göstermişler. “Bana söyleseydiniz size kendi çektirdiklerimden onlarca verirdim” demiş. Gizli kapaklı toplantı değildi, diyor.
Yerden 20-30 santim yükseklikte sünger yatakmış. Hücreyi Fatih Belediyesi’nin bir yetkilisi ile paylaşmış.

“Bana iyi davrandılar” diyor.


ZEKERİYA ÖZ TANIŞMAK İSTEDİ 3 KERE GÖRÜŞTÜK

Ancak hepimizin en çok ilgilendiği bölümü Savcı Zekeriya Öz ile ilgili söyledikleriydi.
Zekeriya Öz’le 2012 yılının Kasım ayında tanışmış. Öz arayıp kendisini ziyaret etmek istediğini söylemiş.

Geldiğinde, o akşam yemek yediğimiz salonun yanında tavla oynamışlar. Ali Ağaoğlu 4-0 öndeyken sonunda 5-4 kaybetmiş.

“Misafiri yenmek bize yakışmaz” diyor.

Sonra yine kendi isteği ile bir kere daha gelmiş. Yine tavla oynamışlar.

Son görüşmeleri ise Ali Ağaoğlu’nun babasının cenazesinde olmuş.

Ağaoğlu’na “Bir savcı niye ısrarla sizi ziyaret etmek, gelip tanışmak ister” diye sordum.

“O istedi. Ben de devletin koskoca savcısına gelme diyemezdim” demiş.

Tabii konu Dubai ziyaretine geldi.

“Oradaki harcamaları biz karşıladık” dedi.

Daha doğrusu Ağaoğlu Şirketler Grubu’nun Dubai Temsilcisi Halil İbrahim Demirhan ayarlamış bütün daveti.

“Şeyhlerle özel arkadaşlığı olan bir arkadaşımızdır” diyerek ayrıntılarını anlattı.


LİMUZİNLE KARŞILATTIK EN BÜYÜK SÜİTİ VERDİK

Zekeriya Öz’le daha önceden tanışıyorlarmış.

Dubai’ye davet etmiş. Geldiğinde limuzinle karşılatmış. Otelde onun beklediğinden de daha büyük ve lüks bir süit açmışlar.

Ama Demirhan’ın kendisiyle ilgilenmediğinden şikâyet etmiş. “Beni orada ortada bıraktın” demiş.

Ağaoğlu’na tekrar “Bir savcının davet edilmesi normal mi” diye sordum.

“Babam bana, ‘Hep kazandığını paylaşmayı bil’ diye öğretti. Dostlarımızı davet ediyoruz. Onlardan para mı alacağız. Sahibi olduğum otellerin odalarının yüzde 20’si eşe dosta ayırıyoruz. Bence bunda kötü bir şey yok” dedi.

İyi de o zaman niye çıkıp “Parasını biz ödedik” diye bir açıklama yaptı?

“Bize kimse baskı yapmadı. O, parayı kendisinin ödediğini söyleyince, mecbur kaldık” dedi.


SORGUDA DİREKT BAŞBAKAN’A GİTMEK İSTİYORLARDI

Bu arada Zekeriya Öz, Dubai’yi arayıp kendisine fatura verilmesini istemiş.
Hatta oradan birini bulup fatura almayı denemiş.

Ağaoğlu “O adamı bulup buraya getirttim. Benden para istedi. Şantajvari şeyler söyledi. Kovdum buradan” dedi.

Sorgusu ile ilgili bazı bilgiler de verdi. Sorgu bir süre devam etmiş, sonunda olayı Başbakan’a dayatmaya çalışmışlar. “Bütün sorgunun amacı olayı oraya tırmandırmakmış” dedi.

Tabii bunlar kendisinden tek yanlı olarak dinlediğimiz şeylerdi.
Zekeriya Öz tarafını bilmiyoruz.

Onun da bu kadar yakın ve iyi ilişkisi olan bir iş insanını göz altına aldırması, aleyhine iddianame hazırlatmak istemesi, bu davetlerden ve yakınlıktan hiç etkilenmediği anlamına da gelmez mi?


YARIN BİR FOTOĞRAF YAYINLAYACAĞIM VE SONRA BİR DÖNEMİ KONUŞACAĞIZ

Yine de bunları okuyunca gerilere döndüm.

İlhan Selçuk’un, Türkan Saylan’ın, Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın gözaltına alındığı, yıllarca hapislerde yattığı, hâlâ da yattığı yılları düşündüm.

Bütün bu olaylar o savcıların eliyle yürütülüyordu.

O günlerde, bugün kendisine dümdüz giden gazetelerin manşetlerinde, o savcıların el altından sızdırdığı tapeler, iddiaları çarşaf çarşaf yayınlanıyordu.

Oysa bütün bunların işareti daha o gün gelmişti.

Nerede biliyor musunuz?

O günlerde bütün basının eline geçen bir fotoğrafta…

Öyle bir fotoğraftı ki, bugün nereye geleceğimiz, neleri yaşayacağız hepsi orada açıkça görünüyordu.

Yarın Hürriyet’te o fotoğrafı köşeme koyacağım ve herkese soracağım;

“Ulan hepiniz oradaydınız be...”

Sizler o gün “Darbecileri yargılıyoruz” diyerek suç ortaklığı yapıyordunuz...
Bizler de “Darbeci” derler diye korkup sesimizi çıkaramadığımız için suça yataklık ederek...

Hepimiz oradaydık ve hiçbirimiz oradaydık gibi yapmadık…

İnsanların hayatı kaydı. İntihar ettiler. Cezaevlerinde kahırlarından kanser oldular. Aileleri sefil oldu.

Şimdi herkesin ağzı, canı yandı. Bas bas bağırıyor.

Yarbay Ali Tatar ise mezarında sessizce yatıyor.

Bir zamanlar onu intihara sürükleyenlerin savcılığını yapanlar şu günlerde o kadar bas bas bağırıyor ki, onun attığı sessiz çığlığı kimsenin duyması mümkün değil. (Radikal)