HDP Sözcüsü ve Urfa Milletvekili Osman Baydemir, ‘çözüm süreci’nin bitirilmesi, Suruç katliamı, Ceylanpınar’daki polis cinayeti, 7 Haziran seçimleri ve 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Hükümetin ve Kürt tarafının çözümden beklentililerinin farklı olduğunu ifade eden Baydemir, hükümetin çözüme ilişkin perspektifi olmadığını savundu.

Baydemir, “Çözüm sürecinin Kürt tarafının atfettiği beklenti ile hükümetin atfettiği beklenti arasında bir uçurum vardı. Hükümet çok açık ve net bir şekilde ‘Hiçbir sorun yok, atılması gereken adım da yok. Herkes silahını bıraksın, evine gitsin’ havasındaydı. . Kürt tarafının beklentisi ise 80 yıllık bir halkın halk olarak var olmasından kaynaklı haklarının kullanımın garanti altına alınmasıydı” dedi.

Çözümün AKP oylarında artış yaratmadığı için bitirildiğini savunan Baydemir, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın süreci bitirdiğini öne sürdü.

Baydemir, “Çözüm sürecinin yüzde 80 kabul görmesine rağmen AKP’nin oylarında ciddi bir artışa yol açmadı. AKP, çözüm sürecinden dolayı ekstra oy almıyordu. Oyları artmadığı gibi azalmadı da. Erdoğan, 14 yıllık iktidarı boyunca Erdoğan hükümeti kuramama tablosuyla karşılaştı. Artık Erdoğan açısından HDP ve Kürtler legal demokratik siyaset bir rakip olmaktan çıktı, düşman hukukunu devreye koydu” ifadelerini kullandı.

HDP Sözcüsü ve Urfa Milletvekili Osman Baydemir, Dihaber’den Hayri Demir’in sorularını yanıtladı.

* Çözüm sürecinin resmi bir şekilde sonlandırılmasının üzerinden iki yıl geçti. Ne oldu da ilk kez bu kadar yakınlaşılmış bir süreç yeniden çatışmalara evirildi?

Çözüm sürecinin kendisi Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi projesiydi. 2013 yılında Sayın Öcalan’ın Diyarbakır Newrozu’nda deklare ettiği ve barış manifestosundan sonra 2015 Mart-Nisan ayına kadar bir çatışmasızlık süreci yaşandı. Taraflar ilk defa aleni bir şekilde birbirleriyle görüşerek, karşılıklı bir ateşkesle bir süreç yürüttüler. Doğru olan diyalogla çözmektir, müzakereyle çözmektir. Yanlış olan müzakere döneminde adım atmamaktır, müzakereyi doğru yönetmemektir. Kabul edilemez olan da barış müzakeresini tek başına iktidar olma uğruna tekmelemektir. Çözüm sürecinin kendisinin birkaç tane handikabı vardı.

* Bahsettiğiniz bu handikaplar neler?

Çözüm sürecinin Kürt tarafının atfettiği beklenti ile hükümetin atfettiği beklenti arasında bir uçurum vardı. Hükümet çok açık ve net bir şekilde ‘Hiçbir sorun yok, atılması gereken adım da yok. Herkes silahını bıraksın, evine gitsin’ havasındaydı. Kürt tarafının beklentisi ise 80 yıllık bir halkın halk olarak var olmasından kaynaklı haklarının kullanımın garanti altına alınmasıydı.

Yasal güvence altına alınma beklentisi vardı. AKP’nin çözüm sürecine bakış açısı perspektifinin marazi bir durum, sorunlu bir hal olduğunu ifade etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi; siyasal yapılanma olarak AKP iktidara geldiğinde, ‘Topluma vesayeti ortadan kaldıracağım, gerçek anlamda demokrasiyi inşa edeceğim, yeni bir anayasa inşa edeceğim, Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözeceğim’ gibi vaatlerle geldi.

Bu vaatler toplumun pek çok kesiminde beklenti yarattı. Ancak her defasında mesele Kürt sorununun çözümüne geldiğinde, ‘Önümüzde seçim var, ordu vesayeti var, Anayasa engel oluşturuyor’ gibi sürekli erteleme ve ötelemeye girdi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri de gerçekleşti. Artık ordu vesayeti de yoktu. Anayasa’yı oluşturma konusunda da ciddi bir engel kalmamıştı.

* Hükümet samimi değil miydi?

Çözüm sürecinin başladığı zaman diliminde Akil İnsanlar Heyeti oluşmuştu. Kimi araştırma şirketleri çözüm sürecine desteğin yüzde 80’lerde olduğunu söyledi. Buna rağmen, silahlı çatışmasızlığa rağmen sivil eylemlerde siviller hayatını kaybetti. Karakollar inşa edilmeye devam edildi. Kimi bağımsız gözlemcilere göre 200’den fazla kalekol, karakol inşa edildi. Sadece güvenlik amacıyla 12 baraj yapıldı.

Bu süre içerisinde Kürt kimliğine dair tarafların birbirine güvenini pekiştirecek tek bir adım atılmadı. Bütün beklentiler ve buna yanıtlar uzatıldıkça uzatıldı. Bir örnek vermek gerekirse, çözüm süreci başladığından bittiği sürece kadar cezaevlerindeki 78 hasta tutsak yaşamını yitirdi. Bir iyi niyet göstergesi olarak neredeyse iki yıl boyunca hasta tutuklular serbest bırakılsın talebi ortaya konuldu. Bunların hiçbiri hayat bulmadı.

‘HÜKÜMETİN ÇÖZÜM PERSPEKTİFİ YOKTU’

* Hükümetin çözümden kast ettiği neydi?

Hükümetin aklında Kürtlerin ya da halkın ya da muhataplarının beklediği gibi bir çözüm perspektifi yoktu. Onun çözümden anladığı sadece silahsızlanma idi. Sadece silahsızlandırmayı bir çözüm olarak görüyordu. Oysa bu işin sosyal, siyasal, ekonomik boyutlarından hiçbiri hükümetin gündeminde yoktu.

‘ÇÖZÜM SÜRECİ AKP’NİN OYLARINDA ARTIŞ YARATMADI’

* Sürecin resmen bitirilmesi 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından yaşandı. Seçim sonuçları nasıl bir durum açığa çıkardı ki süreç bir anda tersi istikamete doğru gitti?

Erdoğan pragmatik bir liderdir ve attığı her adımın oya dönüşünü matematiksel olarak hesaplayan bir liderdir. Bunu kamuoyunun tamamı söylüyor. Attığı her adımın oy olarak karşılığının ne olduğunu sorgulayan bir liderdir. Çözüm sürecinin yüzde 80 kabul görmesine rağmen AKP’nin oylarında ciddi bir artışa yol açmadı. AKP, çözüm sürecinden dolayı ekstra oy almıyordu. Oyları artmadığı gibi azalmadı da.

‘HDP’NİN OYLARI ARTIYORDU’

Erdoğan’ı da şaşırtan düzeyde çatışmasızlık ve çözüm süreci HDP’nin oylarını artırıyordu. Bu Erdoğan için tehlikeydi. 7 Haziran öncesi HDP’ye kendi tüzel kişiliği ile değil bağımsız adaylarla seçime girmesi konusu telkin edildi. HDP bunu reddedince ve kendi parti kimliğiyle seçimlere girince Erdoğan bunu kendi varlığına bir saldırı olarak tanımladı. Kendi iktidarını sürdürebilmenin yegane koşulunu çözüm sürecini bitirmekte gördü. Nitekim ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımıyorum, Kürt sorunu yoktur’ diyerek bir nevi masayı devirdi. Zaten 5 Nisan’dan sonra da Öcalan’la görüşmeler kesildi. Dolayısıyla çözüm sürecini bitirmiş oldu. Erdoğan, 14 yıllık iktidarı boyunca Erdoğan hükümeti kuramama tablosuyla karşılaştı. Artık Erdoğan açısından HDP ve Kürtler legal demokratik siyaset bir rakip olmaktan çıktı, düşman hukukunu devreye koydu.

* Tabi öncesinde de yer yer sizin tabirinizle provokasyonların olduğu kimi dönemler de yaşandı...

Seçim dönemi içerisinde çatışmaların başlaması ve cenazelerin gelmesi konusunda olağanüstü bir gayret sarf ettiler. Ağrı’da askerler bilerek ölüme götürülmek istendi. Amaç Türkiye’nin her yerine cenaze gönderip milliyetçi bir dalga yaratmak ve HDP’yi baraj altında bırakmak ve dolayısıyla tek başına iktidar olmaktı. HDP, Kürtler, bütün dinamikler olağanüstü ve şaşırtan bir sabırla, metanetle Haziran öncesi çatışmaların olmasına izin vermedi. Çünkü bu bir oyundu, bu oyuna Kürt halkı gelmedi. 5 Haziran katliam girişimi ve öncesinde Bingöl’de seçim çalışması yürüten arkadaşımız katledildi. Erzurum’da insanlarımız diri diri yakılmak istendi. Adana ve Mersin’de il binalarımız bombalandı. 400’e yakın saldırıya maruz kaldık.

‘TEK BAŞINA İKTİDAR OLMANIN YOLU SAVAŞI BAŞLATMAKTI’

Tek başına iktidar olmasının tek bir yolu vardı. O yol bir kez daha Kürt sorununda savaşı ve çatışmayı başlatmaktı. Bu yolun doğuracağı iki temel sonuç vardı. Birincisi, Türkiye’nin batı yakasına cenazeler gittiğinde Erdoğan tek başına hükümet olacak ya da iktidarını yitirmemiş olacak. Türkiye’nin batı yakasına cenazeler gittiğinde MHP’nin fikriyatı iktidara gelmiş olacak, Ergenekon ezeli Kürt düşmanlığı politikasında muvaffak olacaktı.

SURUÇ KATLİAMI VE CEYLANPINAR’DAKİ POLİS CİNAYETLERİ

* Bu saldırılara rağmen süreç bir şekilde devam etti. Ancak Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi devletin yeniden çatışmalı sürece döndüğünün nedeni olarak açıklandı. Halen de aydınlatılmadı.

Suruç’ta başlayan katliamın hemen akabinde Ceylanpınar’da iki polisin evinde katledilmesi her iki olay da bize göre aynı aklın ürünüdür. Her ikisine dair vermiş olduğumuz önergeler halen yanıtlanmış değildir. Bilinçli olarak aydınlatılmak istenmiyor. Urfa Valisi sabah saat 10.00 sıralarında ‘Bu adli vakadır’ diyor ama öğlen saatlerinde bunun adli değil siyasi bir vaka olduğunu açıklıyor. Araştırılsın dememize rağmen araştırılmadı. Çünkü bu iki vaka savaşın başlatılmasının psikolojik sebebi, kabul görme sebebi olarak kullanıldı. Suruç ve Ceylanpınar’dan Ankara Gar katliamına kadar bir kaos ortamında ülke erken seçimlere gitti. Ve AKP temsiliyetini 258 sandalyeden 317’e çıkardı. Amaç olmuştu, çünkü beklentisi buydu. Cenaze gelecek, ölüm olacak, tek başına iktidar olacaktı. Başardı, ama iktidarını kan dökerek elde etti.

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ

* Sürecin sonlanmasıyla Kürt kentlerinin yakılıp yıkıldığı bir süreci ardından darbe girişimi ve OHAL süreci başladı. Size göre bunlar arasında nasıl bir bağ var?

Kürt coğrafyasındaki bütün yıkım süreçlerinde savaş hukukunu ihlal eden sivil katliamlar gerçekleştirilen dönemin kimi generalleri, kaymakamları şu anda darbe suçlamasıyla tutuklular. Elbette savaş doğru bir şey değildir. HDP legal demokratik siyasetin aktörüdür. HDP şiddet araçlarını kullanan doğru bulan bir parti de değildir. Ama bir yerde çatışma varsa biz öncelikle onun durdurulması için mücadele ederiz.

İnsan hakları hukukunun, savaş hukukun uygulanmasını tarafların buna riayet etmesini isteriz. Hiçbir insani kriter dikkate alınmadı. Üç aylık bebeden sağlık görevlilerine kadar, ibadethanelere kadar her şey yok edilmek istendi. Hukuk tamamen askıya alındı. Hukuku bir kenara bırakın denildi, ‘Yargılanmayacaksınız’ sözü verildi ve bu yasallaştı. Bütün bunlar bir yerde suç işleme özgürlüğünü hakkını verdiğinizde bu hakkı elde edenler günü geldiğinde gelip Meclis’i de bombalar, demokrasinin her alanına dinamiti de koyarlar.

Dolayısıyla 15 Temmuz darbesinin objektif olarak da sorumluluğu AKP hükümeti ve liderine aittir. Sayın Öcalan’ın darbe mekaniği uyarılarına rağmen bizim Meclis’te darbe mekaniği işliyor uyarılarına rağmen bir milim geri adım atılmadı ve netice itibariyle bu süreç gelişti.

* Yeniden öyle bir sürece dönülme ihtimali var mı?

Eninde sonunda bütün bu yaşadıklarımıza rağmen Kürt sorununun nihai çözümü masada olacaktır. Masada olmak zorundadır. Suriye’de kaç yıldır büyük acılar yaşanıyor. Suriye’de olduğu gibi bütün çatışma süreçleri masada çözülmüştür. Türkiye’de de Kürt sorununun nihai çözümü yine masa da olacaktır.

* Ne zaman olur, ne tür koşullar gerekiyor? AKP’ye yakın kimi çevreler dönem dönem çözüm süreci ifadelerini kullanıyor.

OHAL rejimi aşıldıktan sonra, KHK rejimi aşıldıktan sonra. Tecrit aşıldıktan sonra legal demokratik siyaset özgürleştikten sonra yani özetle faşizm aşıldıktan sonra. Faşizmin hakim olduğu bir atmosferde maalesef iyimser olmak yanılgılı olacaktır. Barış talebinden asla vazgeçmeyiz ama bilmemiz gerekiyor ki şu an da Kürdistan’da uygulanan siyaset siyaset değil, uygulanan bir düşmanlık hukukudur. HDP’ye uyguladığı siyaset bir rekabet değil, bir düşmanlık hukukudur. Halkın iradesine uyguladığı siyaset değil bir sömürge, işgal hukukudur. Bütün bu atmosfer içerisinde bu gerçekleri görmemek büyük yanılgılara yol açar.

Şu anda AKP hükümetini neredeyse iki yıllık zaman dilimi içerisinde iktidarını sadece ama sadece şiddete borçludur. İçeride ve dışarıda kaosa borçludur. Varlığını gerilime borçlu olan ve bununla kendisini sürdüren bir akım barışa gelir mi? Bizlerin yapacağı tek şey vardır; faşizmi aşmak. Bu ülkede faşizm aşılmadığı müddetçe maalesef sorunlar katmerleşerek devam edecektir. Faşizmi aşacak olan üç temel dinamik var. Bir tanesi Rojava Kürtlerinin statüsüne kavuşması, Türkiye’deki tüm tıkanmışlığın açılmasında çok önemli bir katkısı olacaktır. İkincisi, demokrasi güçlerinin faşizme biat etmemesi ve faşizm iktidarının da rahat etmemesini sağlamak. Üçüncüsü de eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi ve onurlu bir barıştan vazgeçmemek. Biz HDP olarak iki buçuk yıldır bunun için direniyoruz. Boyun eğmiyoruz.