HDP Urfa Milletvekili Osman Baydemir, sokağa çıkma yasaklarına, son dönemki gelişmelere ve ‘barış umuduna’ ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Osman Baydemir, AK Parti’nin Suriye politikası çöktüğünde müzakere masasının yeniden kurulacağını savundu. “Cerablus özgürleştiğinde müzakere masası kurulacaktır, bundan emin olun,” diyen Baydemir, “Bu itibarla da yakın gelecekte, bence bahardan önce ama en geç baharda, Suriye politikasına, Rojava politikasına bağlı olarak yeni gelişmelere hep beraber tanıklık edeceğiz,” ifadelerini kullandı.

Baydemir’in Yeni Özgür Politika gazetesinden Osman Oğuz’a verdiği röportajın tamamı şöyle:

"BUGÜNKÜ SÜRECİN MÜSEBBİBİ AKP DEVLETİ, ERDOĞAN'DIR"

Kürdistan’da bir şehir savaşı yaşanıyor. Neden yaşıyoruz bunları?

Her şeyden önce bir kez daha bugünü anlayabilmek için bugünü doğuran nedenlere bakmamız gerekiyor. Bunlar neredeyse 100 yıllık nedenlerdir. Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı haklarının 100 yıldır gasp edilmesinden kaynaklıdır. Bu tarih boyunca Kürtler, kendi coğrafyalarında zulmün her rengiyle tanıştılar. Açıkçası cumhuriyetin kuruluş mücadelesi döneminde, 1924 Anayasası‘yla birlikte Kürtlerin yok edilmesi, asimilasyona tabi tutulması, coğrafyalarının, dillerinin, kimliklerinin yok sayılması süreci, bütün siyasal iktidarlar ve beslendikleri ideolojiler tarafından birbirine benzer bir şekilde hayata geçirildi. Bu aynı zamanda katliamlar tarihidir, sürgünler tarihidir. Ama bu aynı zamanda direnişler tarihidir. Her zamanın kendine münhasır bir direnme ruhu, biçimi vardı. Bugünkü yaşamış olduğumuz zeminde de zamanın ruhuna uygun bir direnme yöntemiyle, ruhuyla karşı karşıyayız.

Bir kere şunu çok açık ve net ortaya koymak lazım: Cumhuriyet tarihi boyunca Kemalist ideolojinin Kürdistan’da yaratmış olduğu tahribat ile son 14 yıllık zaman dilimi içinde AKP devletinin Kürdistan’da ortaya koymuş olduğu savaş, yöntemleri itibariyle, doğurmuş olduğu sonuçlar itibariyle birbirinden farklı değildir.

Demem şu ki, devleti kim ele geçirirse geçirsin Kürt’e düşen asimilasyon, yok sayma, acı, trajedidir. Şeyh Sait İsyanı’na dönemin devleti nasıl yaklaştıysa, Dersim’e dönemin devleti nasıl yaklaştıysa, Roboskî’ye de bu devletin yaklaşımı özü itibariyle aynıdır. 70-80 yıllık tarih boyunca Kürt sorununda diyebilirim ki en büyük pozitif gelişme, 2013 Mart’ında Sayın Öcalan’ın deklarasyonuyla gerçekleşti. İlk defa devlet dediğimiz mekanizma, aygıt, Kürt sorununda diyalogun kapılarını araladı. Öncelikle diyalogun kapılarının aralanmasının yegane nedeni, Kuzey Kürdistan’da özgürlük hareketinin yürütmüş olduğu direnişin adeta meyvelerini vermeye başlamasıydı.

Bugün diyalog zemininden şehir savaşlarına, şehir direnişine, barikatlara evrilen sürecin yegane müsebbibi var: O da AKP devletidir, o da Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı politikasıdır.

"KÜRTLER, 'TESLİM OLMAYACAĞIM' DİYOR"

Neden bozdular peki süreci?

Çünkü iki büyük siyasal gelişme yaşandı. Bunlardan bir tanesi, Suriye Kürdistanı’ydı, Rojava Kürdistan’dı. Erdoğan, Rojava Kürdistan’ı boğmak için, tanımamak için, orada bir statünün gelişmemesi için insanlık ailesinin düşmanlığını yapan organizasyonlarla işbirliğine girişti. El Kaide’yle, El Nusra’yla, IŞİD’le... Ne kadar fundamentalist, cihadist örgüt varsa hepsinin komşuluğunu Kürtlerin komşuluğuna tercih etti. Çözüm sürecini tıkatan, diyalogu tıkatan ve bugün şehir savaşının nedeni olan temel politikalardan bir tanesi budur: Erdoğan’ın, AKP hükümetinin Suriye politikası, Kürt düşmanlığı...

Bir diğer husus da, 14 yıllık iktidarı döneminde hırpalanmış, yıpranmış olmasının ve tek başına hükümet kuramayışının bir nevi savaşı başlatarak milliyetçi, ırkçı tabanı da yanına çekme politikasının bir sonucudur.

Yani bugün Sur’daki direnişin, Cizre’deki, Nusaybin’deki, Derik’teki direnişin sebebi, açık ve net söylüyorum, Kürtlerin, PKK’nin politikası değildir. Devletin, AKP devletinin Kürtlere dayatmış olduğu teslimiyet politikasına karşı bir duruştur. Dolayısıyla barikatlar, bugün yaşamış olduğumuz savaşın nedeni değil, AKP politikasının sonuçlarıdır. Devlet, özetle, teslim almak istiyor, bir kez daha teslim almak... Ve yine özetle: Bir kez daha Kürtler, “Teslim olmayacağım” diyor. Ve bunun yeni biçimi olarak da barikatlarla kendisini ifade ediyor.

Elbette ki bu büyük bir kırılmadır. Bu, büyük bir trajedinin de ifadesidir. Ama açık ve net: Kürtleri teslim alamazlar. Eğer ki hükümet, devlet, barikatların kalkmasını istiyorsa, şehir direnişlerinin sona ermesini istiyorsa, yapacağı tek bir şey vardır: Müzakereye geri dönmek, Dolmabahçe Mutabakatı üzerinden samimiyetle sorunun çözümünün masadan geçtiğini bir kez daha kabul etmek ve başta Sayın Öcalan olmak üzere Kürt siyasal aklıyla, temsiliyetiyle müzakere sürecini başlatmaktır.

"HDP'NİN HAYAT BULACAĞI ZEMİN ORTADAN KALDIRILIYOR"

Fakat görülüyor ki devlet, çatışmalı süreci daha da derinleştirerek devam ettirecek. Biraz sizi konuşmak istiyoruz. Öz yönetim direnişlerinin hemen ardından sanki HDP’de bu konuda bir kafa karışıklığı varmış gibi bir hava esti. Sonrasındaki açıklamalarla bu hava biraz dağıldı ama halen o tartışma sürüyor ve merak konusu. HDP’nin bir kafa karışıklığı var mı?

Açıkçası var olan durum, HDP’nin kafa karışıklığıyla izah edilebilecek bir durum değildir. Belki de şu açıdan bakmak lazım: HDP, siyasal bir proje, perspektif olarak Ortadoğu halklarının yaşamış olduğu, inançların yaşamış olduğu düşmanlığa karşı bir çıkış noktasıdır, felsefesidir. Halkların, inançların, farklılıkların kendi inançları, farklılıklarıyla ortak paydalarda yaşam sürdürmesinin projesidir. Bu projenin mimarı da Sayın Öcalan’dır.

Dolayısıyla HDP bir barış projesidir. HDP’yi HDP yapan temel perspektif de savaş perspektifi değildir. HDP, barışı inşa etmenin perspektifidir. Ve HDP, Türkiye’de neredeyse 30 yıllık mücadelenin de kazanımlarını arkasına alarak ilk defa askeri rejimin de barajı olan yüzde 10’luk barajı aştı. HDP’ye barajı aştıran, çatışmasızlık zemininin kendisiydi. Dolayısıyla var olan zeminle, savaş zeminiyle, HDP’yi HDP yapan zemin arasında bir fark var. Yani HDP, barış ortamının siyasetiydi. Oysa şu anda biz tarihimizin en çetin savaşını yaşıyoruz. Söz konusu olan HDP’deki kafa karışıklığı değil, arzulanan ve inşa edilen zeminin tamamen değişmiş olması gerçeğidir. Bocalama olarak tanımlanırsa mevcut durum, bundan kaynaklıdır.

Bir bocalama oldu mu yani?

Şimdi, iki yol var: Birincisi, HDP tam da barikatların başına geçmelidir, halkıyla birlikte faşizme karşı direnişin öncüsü olmalıdır. İkincisi, hayır, mevcut çatışma ortamının giderek halklar arasında birlikte yaşam zeminini tamamen ortadan kaldıracak bir tehlikeyi bünyesinde barındırıyor, o halde HDP öyle bir mücadele hattı benimsemeli ki, AKP devletini ve barikat perspektifini bir kez daha müzakere masasına getirmelidir, müzakere masasına getirten bir politika uygulamalı.

Açıkçasını söylemek gerekirse: HDP köprüleri atacak mıdır, yoksa HDP yıkılmak istenen köprüleri sağlamlaştırmak için metanetle, cesaretle, duygusal kırılmalara girmeden yeni bir mücadele hattını mı geliştirecektir? Temel tartışma bu iki minval ekseninde yürüyor.

Açıkçası, yaşamış olduğumuz direniş süreci ama aynı zamanda yaşamış olduğumuz devletin saldırıları, büyük bir kopuşun da zemin hazırlayıcısı niteliğindedir. Tahir Elçi’nin suikasti, çok acı gerçeklere işaret etmektedir, dikkat çekmektedir. Bunlardan bir tanesi, Türkiye’nin Batı yakasında maalesef milyonlarca insan sevinmiştir bu suikaste. Kürdistan’daki sivil katliama ilişkin Türkiye’nin Batı yakasında hatırı sayılır bir reaksiyonu da görememekteyiz. Bu da Kürdistan nüfusu içinde büyük bir duygusal kırılmaya, kopuşa işaret etmektedir.

HDP projesi de bu zeminde zarar görüyor yani...

Bu, HDP projesinin hayat bulacağı sosyal zemini ortadan kaldırıyor. Meselenin özü budur. Yoksa HDP’nin içindeki bileşenler, çok açık söylüyorum, HDP’nin parlamenterleri, yürütme kadrosu, direniş geleneğinden gelen insanlardır. Direnişten korkan, ürken insanlar değildir. Ama mevcut zemin içinde köprü olabilecek yegane de mekanizmadır. HDP köprü olmayı bir stratejik hedef olarak sürdürecek mi, yoksa HDP mevcut tabloya bakıp “Direnişse direniş, kopuşsa kopuş” mu diyecek. Belki de temel olarak üzerinde durulması gereken konu ve yakın gelecekte de koşulların itmesiyle netleşecek bir sürece doğru da doğrusunu söylemek gerekirse ilerliyoruz.

Kürt halkında Sur’a bakınca, Silvan’a bakınca, Nusaybin’e, Derik’e, Cizre’ye, Varto’ya bakınca kitlesel düzeyde “Yahu ne barışı, nereye kadar barış, bırakın Kürtleri de Türkler karar versin, bizimle beraber yaşamak istiyorlar mı, istemiyorlar mı“ sözleri dillendiriliyor şu anda. Bu katliam politikası, teslim alma politikası sürdürüldüğü müddetçe bu serzeniş, bu sorgulama büyüyerek devam edecek. Dolayısıyla bu da yine HDP’yi HDP yapan zeminin erozyona uğraması anlamına geliyor.

"KCK NE YAPARSA YAPSIN AKP SAVAŞI BAŞLATACAKTI"

Bir gerçekle karşı karşıyayız: Bir yerde direniş olurken birkaç mahalle ötesinde uzun süre yeterli düzeyde bir sahiplenme, gerçekten müdahale edecek düzeyde bir eylem olmuyor. Yine, direnen ilçeler devlet tarafından da Kürdistan içinde yalnızlaştırılmaya çalışılıyor ve görüldüğü kadarıyla bir ölçüde başarılı da oluyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Siyaset, gerçekler üzerinden yürür. İstekler, temenniler üzerinden maalesef siyaset yürümüyor. Gerçek zemin neyse, onu görmek gerekiyor.

3 yıllık çatışmasızlık zemini, Kuzey Kürdistan’da toplumda büyük bir rahatlamayı beraberinde getirdi. Yani çatışmasızlığın yaratmış olduğu bir konforu yaşadı Kürdistan şehirleri. Çatışmayla birlikte bu konfor yerini acıya, travmaya, ekonomik kayba bıraktı. Burada özeleştiri yapmak gerekirse, genel itibariyle Kürdistan’da veya Türkiye’de barış yanlıları, barış için hakikaten çaba sarf edenler, savaş ortamı içinde, çatışmaların başladığı atmosferde, sonuna kadar barışın gerçekleşmesi için saygın bir çaba içindeler ama çatışmasızlık zemini oluştuğunda bunun nihai barışa evrilmesi konusunda yeterli miktarda misyon oynamamalarının da bir sonucunu yaşıyoruz.

Peki Kürt siyasi hareketinin bu konuda sizce performansı nasıl?

Ben bunu bir bütün olarak değerlendiriyorum. Kürt legal siyasetinden tutun sivil toplum örgütlerine, insan hakları savunucularına, barış yanlılarına, aydınlara, akademisyenlere, biz siyasetçilere kadar... 2013’ten 2015 Haziran’ına kadar ve hatta kısmen Haziran’dan sonra biz rolümüzü çok daha etkin olarak oynamış olsaydık ve müzakere masasından kopmamaları konusunda daha baskın, daha oyun kurucu bir siyaset ortaya koymuş olsaydık belki de bu günü bu şiddetle toplumumuza yaşatmamış olurduk. Bu, objektif olarak bir sorumluluğu paylaşma müessesesidir, diye düşünüyorum.

Ama öte yandan şu gerçeği de görmemiz gerekir diye düşünüyorum: PKK ne yaparsa yapsın, KCK ne yaparsa yapsın, AKP bu savaşı başlatacaktı. Çünkü AKP, tek başına iktidar olmak için bu savaşı başlattı. Ve AKP, Suriye’de, Rojava’da Kürt direnişini boğmak, IŞİD’e nefes aldırmak için bu savaşı başlattı. Çünkü IŞİD’e karşı savaşan en büyük güçlerden bir tanesi Kürt Özgürlük Hareketi’ydi. Kürt Özgürlük Hareketi’ne cephe açmak suretiyle hareketin Rojava’da, Başûr’da IŞİD’e karşı yürütmüş olduğu o saygın mücadelenin zayıflatılması da hedeflenmekteydi.

Bu itibarla elbette ki rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu konuda bizler de rolümüzü yeterli miktarda oynamadık ki bu sonuç çıktı ortaya. Biz ne demiştik: Sana savaş yaptırmayacağız. Maalesef sonuna kadar bir imha savaşını şu anda yürüten bir pozisyonun içerisindeler. Burada açık yüreklilikle şunu da ifade etmek gerekiyor: Bütün toplumlar gibi Kürdistan toplumu da çok inançlıdır. Kürdistan toplumu da varsılı, yoksulu, orta sınıfı var olan bir toplumdur. Kürdistan toplumunda da metropol şehirleri vardır ve bu şehirlerde madalyonun birden fazla yüzü vardır. Ve şu anda direnişin sembolü olan bütün mekanlarda direniş, yoksul halk yığınları üzerinden yürüyen bir realitedir. Bir müddet sonra yoksul nüfusun varsıl nüfusa karşı bir öfkesine de tanıklık edebiliriz. Bu itibarla da devletin bir oyununa ben dikkatinizi çekmek istiyorum. Uzun erime yaydırıp toplumun kendi içinde karşı karşıya gelmesinin zeminini yaratmak için AKP devleti, elinden gelen her şeyi ortaya koyacaktır. Yani direnişe karşı bir karşı-direnişi başlatma politikasını ortaya koymaya çalışacaktır.

"AKP FAŞİZMİNE GERİ ADIM ATTIRACAK GENİŞ CEPHELİ MÜCADELE HATTI KURULMALI"

Nasıl yani? Mesela bir süre sonra Suriçi Diclekent’e “Neden sen de aynısını yapmıyorsun” demeye mi başlayacak, bunu mu hedefliyorlar?

Demeye başlaması için elinden gelen tüm çabayı sarf ediyor. Veya altı aydır alışveriş yapamayan, dükkanı kapalı olan esnafın tepkisini ortaya çıkarmaya, bunun sokağa yansıması için elinden geleni yapmaya çalışacaktır. İşte bütün bunlardan hareketle Kürt Özgürlük Hareketi’nin de, HDP’nin de, demokrasi yanlılarının da oyunlara ve tehlikelere karşı etkin bir mücadele hattını, önlem mekanizmasını hayata geçirmesi gerekiyor.

Benim naçizane görüşüm şudur: Kış aylarını yaşıyoruz. Sur’da hatırı sayılır bir göç başladı. Silvan’da hatırı sayılır bir göç başladı. Bütün bunları dikkate alan, gözeten bir çıkış yolu aramanın da vakti gelmiştir, diye düşünüyorum. Asla ve kat’a direnişten vazgeçmek, bu devlete, AKP devletine teslim olmak mümkün değildir. Bunu hiçbir onurlu Kürt’e Rabbim nasip etmesin. Halkımızın haklı davasını, haklı direnişini kırdırtmama üzerinden ama aynı zamanda da AKP faşizmine geri adım attıracak daha geniş cepheli bir mücadele hattına da ihtiyaç olduğuna ben inanıyorum.

Örneğin HDP, Türkiye’nin bütününe yayılmış, demokrasi güçlerini, aydınları da yanına alan bir sivil direniş hattını başlatabilir. Özellikle bu kış, devletin 2012’ye benzer, 2011’in kışına benzer bir imha harekatını da başlatma süreciyle de karşı karşıyayız. Bunu da aynı zamanda önleyebilecek bir çıkışa ihtiyaç olduğuna ben inanıyorum. Eninde sonunda Kürt Özgürlük Hareketi’nin de, Kürt halkının da, HDP’nin de, hepimizin de ortak bir çağrımız var, değil mi? Bu ortak çağrı, bir kez daha devleti müzakere masasına getirtmektir. İmralı üzerinde tecriti ortadan kaldırmaktır. O halde tarafları müzakere masasına getirecek, tecritin kapılarını aralayacak bir çıkışa ihtiyaç var. Bu çıkışa HDP öncülük edebilir mi? Benim de sormak istediğim soru bu. Evet, bence HDP öncülük edebilir. Ama HDP’nin de öncülük edebilmesi için bir takım zeminlerin hazırlanması lazım. HDP’nin bu süreci göğüsleyebilmesine olanak tanınması lazım. Bu olanağı da hep birlikte inşa edebiliriz, inancını taşıyorum.

"ÖZGÜRLÜK VE BİRLİKTE YAŞAM, KÜRTLERİN İTTİFAKINA BAĞLI"

Siz Kürt siyasi hareketinin her zaman en iyimser isimlerinden biriydiniz. Özellikle müzakereli bir çözümün sembol isimlerinden biri gibi olan Tahir Elçi’nin katledilmesi ardından bahsettiğiniz düzlemde bir çözüme ilişkin umutsuzluk da oluştu. Siz ne hissediyorsunuz? Umudunuzda bir kırılma var mı? Ne görüyorsunuz siz geleceğe baktığınızda?

Yaşamış olduğumuz zemin ne kadar büyük riskleri bünyesinde barındırırsa barındırsın, zerre-i miskal kadar umudumda bir azalma yok. Yaşamış olduğumuz acı, travma, yıkım dünkünden daha büyük olabilir, şiddetli çatışmalar itibariyle; ama dünkünden daha yakınız özgürlüğe. Dünkünden daha yakınız onurlu bir barışa. Çünkü artık Ortadoğu, eski Ortadoğu değil. Öyle bir zemin içinde yaşıyoruz ki, bugünkü savaşın esas nedenlerinden bir tanesi, AKP hükümetinin Sayın Öcalan şahsında Kürt hareketinin etkisi bin yıl sürecek yeni bir ittifak çağrısını kabul etmemesiyle ilgilidir. Kabul etmeyişinin sonucunu şu anda yaşıyoruz. Eğer AKP devleti, Erdoğan, Kürtlerin etki gücü bin yıl sürecek ittifak teklifini kabul etseydi, Rojava Devrimi’nin yanında yer alırdı. Boğan taraf değil, onun yanında yer almış olurdu. Şimdi hangi etmenlere bağlıdır özgürlük, birlikte yaşam? Bir kere Kürtlerin kendi içindeki ittifakına bağlıdır. Kuzey, Güney, Doğu, Batı... Kürt siyasi hareketlerinin örgütsel çıkarlarını bir kenara bırakıp ulusal çıkarlar etrafında ortak paydalarda buluşması... Yüz maddenin yüzünde de buluşmak zorunda değiller. On maddede buluşmaları, ilk etapta yeterli sonuçlar da doğuracaktır. Dolayısıyla böylesi bir zorunluluğumuz var bizim. Kobanê’de, cephede Kürt halkının yiğit evlatları nasıl ki beraber direndiyse, Kerkük’te, Şengal’de, Mexmûr’da nasıl ki peşmerge, gerilla, HPG, YPG, YPJ mücadele ettiyse, Kürt siyasi akımlarının da ortak paydalarda birlikte bir tutum belgesi çıkarmaları, özgürlüğe varmak kadar kıymetli bir ihtiyaçtır.

"CERABLUS ÖZGÜRLEŞİRSE MÜZAKERE MASASI KURULACAKTIR"

İkinci bir husus: Bu minvalde AKP devletinin Suriye politikasının çökmesi gerekiyor. Cerablus özgürleştiğinde müzakere masası kurulacaktır, bundan emin olun. Yani AKP’nin Suriye politikası düştüğünde, AKP’nin devirmiş olduğu masa yeniden kurulacaktır. Bu itibarla da yakın gelecekte, bence bahardan önce ama en geç baharda, Suriye politikasına, Rojava politikasına bağlı olarak yeni gelişmelere hep beraber tanıklık edeceğiz. İşte o yeni gelişmeler oluncaya kadar halkımızın kırılmaması için, insanlarımızın daha fazla hayatını yitirmemesi için HDP olarak biz nasıl bariyerler oluşturabiliriz, onun uğraşı, arayışı, çabası içindeyiz. Kendi namıma ifade etmem gerekirse, vallahi 20-25 yıldır mücadele hattının en azından çeperinde yer alıyorum, günü geldiğinde çıplak ellerimizle panzerlerin önüne çıkmasını da bilen insanlarız; bu halka dayatılan imha politikasından vazgeçilmezse, bu halkın evlatları da umudunu parlamentodan yitirebilir ve sine-i halka dönebilir. Yani kopuşu da beraberinde getirebilir, bu politika. İşte tam da o noktada bizim duruşumuz, HDP’nin duruşu, halkımızın daha fazla acı çekmesini sağlayacak bir duruş olmayacaktır. Daha fazla kırılmaların, katliamların olmasını sağlayacak bir duruş olmayacaktır. Tam tersine, olabildiğinde tahribatın boyutunu önleyici bir duruş olacaktır. Parlamenterlerimizin bugüne kadarki duruşu da, gerek Cizre’de, gerek Nusaybin’de, Diyarbakır’da, Silvan’da hep bu minvalde oldu. Bizim Cizre yürüyüşümüz örneğin... Öyle bir noktaydı ki, AKP’nin bize yönelik tahriki şuydu: Parlamento filan çözüm değil, sine-i millete dönüyoruz. AKP’nin beklentisi buydu. Onların beklentisine yanıt vermememiz lazım. Tam tersine onların politikasını tabansız bırakma konusunda dirayetli bir direnişi ortaya koymaya devam etmemiz lazım.