HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Selahattin Demirtaş'ın gönderdiği mektubun sansürlenmesine de değinen Bilgen "Nasıl “irademe dokunma” sloganından korkuyorsanız aynı şekilde bu metinden de korkuyorsunuz" dedi.

Bilgen'in değerlendirmelerinden satır başları şöyle:

'ŞİDDET ORTAMINDAN HÜKÜMET SORUMLU'

"Adana’da hayatını kaybedenlerin yakınlarına, ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifa diliyoruz. Türkiye’nin bu çatışma ortamına, bu şiddet ortamına mahkum edilmiş olmasının sorumlusunun da hükümet olduğunu belirtmek istiyoruz... Nasıl içerideki politikalar şiddeti körüklüyor, şiddete zemin oluşturuyor, şiddeti bir sonuç olarak önümüze çıkartıyorsa dış politika da, Ortadoğu’ya yaklaşım da, Suriye politikaları da her gün yeni cenazelerin gelmesine sebep oluyor.

'ŞANGAY'A GİRMENİN BEDELİ NE?'

Bugün Rus uçağının düşmesinin yıl dönümü olması şüphesiz anlamlı ve Türkiye’nin aslında Şangay yolculuğunun kimlerle ve nasıl partnerlerle şekilleneceğine dair de önemli bir işaretle karşı karşıyayız. Belli ki Halep civarındaki Nusra üyelerinin ricayla çıkarılması konusunda yeterince mesafe alınamadı ve bunun intikamı burada bulunan TSK’ya mensup askerlerden çıkarılıyor. Hükümet, ÖSO’nun ve ÖSO görünümü adı altındaki Ahrar-ur Şam, Nusra gibi yapıların yanında durmanın hesabını vermek zorunda. Şangay yolculuğunda radikal silahlı gruplara personel devşirmek için, onların Çin’den, Orta Asya cumhuriyetlerinden Türkiye’ye gelişlerine, sınırı geçip Suriye’de savaşmalarına fırsat verilen kişilerin bu ülkelere iade edilmeleri için yoğun bir baskı var. Şangay’a girmenin bedeli Çin’in özellikle bu konudaki taleplerinin karşılanması. Bu talepleri karşılamak konusunda gereğini yapamayan Türkiye, İstanbul’da uzun süredir yaşayan Uygur Türklerinin, Doğu Türkistanlıların kanaat önderi Abdülkadir Yapcan’ı, sonunun ne olacağını bile bile, Çin’e iade yoluna gidiyor.

AB İLE MÜZAKERE KARARI

Bugün dış politika açısından son derece kritik bir gündeyiz. Avrupa Birliği, bağlayıcı olmayan ama belirleyici bir karar alacak. Bundan 12 yıl önce Sayın Erdoğan, Esenboğa Havaalanında, tam da bugünlerde büyük törenlerle karşılanmıştı. Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğunda bir tarih alınmış, Kızılay’da törenler düzenlenmişti. 'Hamdolsun Avrupa yolculuğunda önemli bir dönemeci geçtik' diyordu Sayın Erdoğan. Şimdi de 'Hamdolsun Avrupa Birliğinde yol ayrımına geldik' diyecek noktadayız. Elbette ki Türkiye ittifaklarını tartışabilir ama 80 milyonu ilgilendiren bir karar ucuz popülizmle, hamaset ile alınmamalı. Bundan 12 yıl önce Türkiye’nin üyelik sürecinin başlatılmasıyla ilgili kararı alan 7 gruptan 6’sı sert bir tutum ortaya koyuyorsa kimin değiştiğini sorgulamak zorundayız. AB o gün de Türkiye ile ilgili ifade, düşünce, basın özgürlüğü diyordu, bugün de aynı şeyi söylüyor. Eğer siz Türkiye’nin AB yolculuğundaki bu zor dönemeci tarif ederken, “Avrupa teröre destek veriyor, onun için bu kararı alıyor” diyorsanız, bu cümlenin anlamı şudur; 12 yıl önce siz de teröre destek veriyordunuz ki AB sizinle ilgili olumlu kararlar alıyordu. Kimin değiştiği, kimin özellikle özgürlükler konusunda tavrının değiştiği çok nettir.

'DİRENEN ÖĞRETMENLERİ SELAMLIYORUZ'

Saraya götürülmek istenen öğretmenleri değil ama direnen öğretmenleri, Kızılay’da 13 günde 13 kez gözaltına alınan ama kararlı biçimde direnen öğretmenleri selamlıyoruz. 30 binin üzerinde öğretmenin görevden alındığı, 10 binin üzerinde öğretmenin açığa alınarak bekletildiği bir ülkede öğretmenlerle ilgili hamaset yapmanın hiçbir inandırıcılığı olamaz. Bugün, Hazreti Ali’nin o güzel “bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olayım” sözünü ve bu konudaki hamasetleri bolca duyacağız. Ama öğretmenler ancak intihar eylemleriyle seslerini duyurabiliyorlar bu ülkede. Öğretmen alımındaki adaletsizlik de, görevden almalardaki adaletsizlik de Türkiye’de eğitim sisteminin içinde bulunduğu durumu ortaya koyuyor. Nasıl öğretmenler düşmanlaştırılarak cezalandırılıyorsa, yeni öğretmenlerin mülakatla göreve alınış sistemi de aynı şekilde bir haksızlığa adaletsizliğe prim verecek niteliktedir. Cumhurbaşkanının artık kaçınılmaz hale gelen acı reçeteyle ilgili tavsiyesinin de muhatabının kim olduğunu sormak istiyoruz. Öğretmenler mi acı ilaç içecekler yoksa sizin erken yaşta denizcilik sektöründe başkalarının hayatı pahasına hızlı zengin ettiğiniz çocuklarınız mı bu acı ilacı içecekler?

'DANIŞMAN ARKADAŞLARIMIZ SERBEST BIRAKILSIN'

13 gündür bekletilen danışmanlarımız nihayet savcılığa çıkartılıyorlar. Savcılık yoğun işlerinden dolayı ifadeye çıkaramadıklarını söylüyorlar. Görevleri sadece teknik katkı sunmak olan arkadaşlarımızı birer siyasi figür gibi hedef haline getirmenin, linç etmenin sebebi nedir? 13 gün boyunca gözaltında bekletmenizin sebebi nedir? Ortada bir delil yok. Tutuklama için hiçbir gerekçe yok. Bir yerden bir haber mi bekliyorsunuz? Arkadaşlarımız daha fazla mağdur edilmeden ve bizim çalışmalarımızı engelleme seviyesine gelecek bir operasyona dönüşmeden bu haksızlığın bitmesini, arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

'CEZAEVLERİNDE KATLİAM TEDİRGİNLİĞİ VAR!'

Cezaevlerinde yeni bir 19 Aralık operasyonu beklentisi kamuoyunda çok yaygın bir şekilde tartışılıyor. 19 Aralık operasyonunun sadece mahkumlara değil, sadece cezaevlerinde tutulan siyasi hükümlülere değil bütün Türkiye’ye nelere mal olduğunu hepimiz biliyoruz. Erdoğan Suriye politikalarındaki mihenk taşının dönemecini Suriye'deki cezaevlerinde yapılan uygulamaların üzerine oturmuştu. Çıkmıştı devlet televizyonunda cezaevinde yapılanların sadece Suriye’yi ilgilendirmeyeceğini, tüm Türkiye’yi ve dünyayı ilgilendireceğini söylemişti. Yani Suriye'de olan bitenle ilgili kendini sorumlu gören bir duyarlılıkla bu açıklamayı yapmıştı. Tabii o zaman kendisini yanıltmak için servis edilen eski bir haberdi. Yanlış bilgilerle yapmıştı açıklamayı. Ama Esat yönetimi başka bir şey sordu o zaman. Peki, 19 Aralık'ta sizin cezaevlerinde sormuştu. Bu soruyla bir daha karşılaşmamak için 19 Aralık operasyonu kaos arayışları konusunda hükümeti çok net uyarıyoruz.

'HİÇBİR ŞEYİ ÖRTEMEZSİNİZ'

Yeni başlayan 'FETÖ' çatı davası ile ilgili çok kritik bilgiler kamuoyunda dolaşıyor. Bu yapının bugüne gelmesiyle ilgili somut iddialar ortaya konuyor. Eğer bu tür iddiaların kamuoyuna yansımasını engellemek için, onları susturmak için, onları bir kargaşa ve kaosta infaza dönük bir arayışla bu yapılıyorsa bu aşamadan sonra hiçbir şeyi örtmeye gücünüz yetmez. Elbette 15 Temmuz'da kimin payı kimin rolü varsa yakalanmalılar, yargılanmalılar, cezalandırılmalılar. Buradaki araştırma komisyonları ve mahkemeler de işi sulandırmak, üstünü örtmek, hedef saptırmak için değil bütün sorumluları ortaya çıkarılması için işlev görmelidir.

'MİLLETVEKİLLERİMİZE TECRİT İŞKENCEDİR'

Cezaevlerindeki tecrit uygulaması haksız tutuklamalar kadar önemlidir. Milletvekillerimizin eş başkanların belediye başkanlarının daha önce milletvekilliği yapan arkadaşlarımızın tek kişilik odalarda tutulmalarının kendisi kötü muameledir işkencedir. Başka bir şey aramaya gerek yok. Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşmalara bakarsanız, Türkiye’nin yükümlülüklerine bakarsanız, Türkiye'nin ceza infaz yasasına bakarsanız bunu net bir şekilde görürsünüz. Bugünkü cumhurbaşkanı Pınarhisar cezaevinde kaldığı süre içinde 13 binin üzerinde yazışma gerçekleştirmiş. Röportaj vermiş. Kendi ve cezaevi arkadaşlarının açıklamaları bunlar. Cezaevinin hazırlanış şekli, güvenliği, duvarı ayrı bir şey kısa süre içerisinde 30 binin üzerinde görüşme yaptığını söylüyorlar. Biz onların yalancısıyız. Partiyi Pınarhisar’da kurduk diyorlar. 30 binin üzerine yazışmanın başka açıklaması yok zaten. Cezaevine girerken de yabancı temsilcilerle, misyon şefleriyle görüşme yaptılar; çıktıktan sonra da elçiliklerle görüştürüp süreci öyle tamamladılar.

DEMİRTAŞ'A SANSÜR

Şimdi bizim Eş Genel Başkanımızın Selahattin Demirtaş’ın son grup toplantımızda okunmak üzere hazırladığı, sonra postanede mi cezaevinde mi bilemediğimiz metni dün nihayet aldık. Bu, Türkiye için utançtır, ayıptır. Üstelik mektuptaki bazı bölümler de sansürlenmiş. Bir parti eş başkanı, bir milletvekili cezaevinden mesaj gönderiyor. Bir taraftan meydanlarda, arabada silah taşıyorlar diye nutuk atıyorlar ki bununla ilgili fezlekelerinde bir şey yok bir taraftan ifadeye gitmedikleri için bu muameleye maruz kaldıklarını söylüyorlar. Eğer mesele gerçekten ifade verip vermeme ise ifadeden sonra serbest bırakmanız gerekiyordu. Tutukladınız, tutuklama sonrası muameleye bakın. Önümüzdeki hafta grup toplantımızda paylaşacağız bu metni. Metinde Türkiye siyasi tarihiyle ilgili, Ortadoğu tarihi ile ilgili, insanlık tarihiyle ilgili değerlendirmeler var. İşte eşbaşkanımızın yazdığı iki satır yazının dünyayla paylaşılmasından korkuyorsunuz. Nasıl resimden korkuyorsanız, nasıl “irademe dokunma” sloganından korkuyorsanız aynı şekilde bu metinden de korkuyorsunuz. Bakın sayfalara burada talimat mı var? Ne varsa açıklasınlar, Türkiye öğrensin neler yazıyor. Nereye ne talimatı veriyormuş eşbaşkanlarımız da sansürleyerek Türkiye siyasi tarihine böyle bir ayıpla geçiyorsunuz. Bu tablo danışmanlar konusu gibi, bu yaşında gözaltına alınan ve bu saatlerde ancak savcılığa çıkarılan Ahmet Türk gibi milletvekillerimizin de nasıl korku nedeni olduğunu göstermeye yeter.

DENİZ BAYKAL'IN AHMET TÜRK'ÜN AİLESİNE ZİYARETİ

Bu olması gerekendir elbette ki herkesin korkutulduğu, birlikte gözükme gibi kriminal kavramlarla siyasi partiler arası ilişkinin bile suçlama nedeni haline getirildiği bir ortamda teşekkür edilmesi gereken, takdir edilmesi gereken bir duyarlılıktır. Ama aslında olması gerekendir. Haber değer taşıyansa bir partinin eş başkanları cezaevindeyken hala haksız biçimde tutulmuşlarken ifade alıp bırakılmayı aşan muamele ile karşı karşıya iken Anayasa Mahkemesi'nin diğer siyasi partilerden ve şüphesiz CHP’den de yeterince net bir tavrın tepkinin gelmeyişidir. Meclis Başkanı bir makamı temsil ediyor. Temsil edildiği çatıdan milletvekilleri alınıp götürülüyor. Bu konuda hiçbir mesaj vermezse başörtüsü dolayısı ile Merve Kavakçı’ya seyirci kalanlar, Orhan Doğanlar'ın başına bastırılarak Toros'lara alındığı günlerde tepki vermeyenler Türkiye siyasi tarihinde hangi notu alarak geçmişlerse bu sessizliğin arkasına sığınanlar da aynı notu alacaklardır."