ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, Çanakkale’de gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

AKP ve MHP’nin oluşturduğu ‘milli mutabakat’a değinen Taş, AKP iktidarı ile kurumsallaşan ve ülke yönetim anlayışına yerleşen siyasal İslam ile çok yönlü bir mücadele gerektiğini savundu.

Taş, “Türkiye’de şu an bir sivil diktatörlük inşasının sürecini yaşıyoruz. Ülkede kelimenin tam anlamıyla sivil diktatörlük var ve bu diktatörlüğün her çeşidini yaşıyoruz. . Şimdi AKP ve MHP, ‘yerli ittifak’ adıyla herkesi milli mutabakata davet ediyorlar, bu manada milli mutabakat dedikleri bir sivil diktatörlüğün inşasıdır, faşizmin inşasıdır” dedi.

'HERKESİ HİZAYA GETİRMENİN YOLU: MİLLİ MUTABAKAT'

Evrensel’den Seçkin Sağlam’ın haberine göre Alper Taş, şöyle devam etti:

“Genelde böyle bir diktatörlük inşa etmek isteyenler, içerdeki baskıyı arttırmak için dışarıdaki savaş politikalarına yönelirler. Çünkü her zaman için bir kamplaştırmaya, bir kutuplaştırmaya ihtiyaçları vardır, düşmanlaştırmaya ihtiyaçları vardır. Her zaman için milletin bölünmez bütünlüğü, devletin bölünmez bütünlüğü vb. gerekçelerle, hep içerdeki baskıyı gerekçelendirmek için dışarıya doğru savaş politikalarına yönelme işin alfabesidir. ‘Milli Mutabakat’, burada esas olandır. Doğal olarak herkesi hizaya getirmenin yoludur milli mutabakat. Herkesi milli mutabakata davet ederler ve milli mutabakata davet etmek aslında faşizme davet etmektir. Mussolini de böyle yapmıştır, Hitler de böyle yapmıştır, Franco da böyle yapmıştır. Şimdi AKP ve MHP, ‘yerli ittifak’ adıyla herkesi milli mutabakata davet ediyorlar, bu manada milli mutabakat dedikleri bir sivil diktatörlüğün inşasıdır, faşizmin inşasıdır.

'YAPMAMIZ GEREKEN BU SİYASAL İSLAMCI REJİMİ YENMEK'

Özgürlük alanları giderek daralıyor, emeğin dizginsiz sömürüsünün derinleştiği, yayılmacı, ümmetçi ve işbirlikçi bir politikanın hayata geçirildiği bir Türkiye konjonktüründe yaşıyoruz. Bu rejimin esasını, bir siyasal İslamcı rejim olarak görmek lazım. Bu manada, Türkiye demokrasi emek güçlerinin, ilerici halk güçlerinin yapması gereken bu siyasal İslamcı rejimi yenmek… Bugün bizim en temel görevimiz bu.

‘TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ, İSLAMCI REJİMLE KÖKLÜ BİR HESAPLAŞMAKTAN GEÇİYOR’

Nasıl bir Türkiye’de yaşadığımız çok açık, çok net. Yaşadığımız Türkiye’de bu karanlığı nasıl yeneceğiz? Bu siyasal İslamcı karanlığı nasıl yeneceğiz? Bunun yolarını bulmamız gerekiyor, bunun için çeşitli görüşmeler, çeşitli toplantılar, çeşitli istişareler yapıyoruz. Önümüzdeki 2 yıl, AKP’nin inşa etmeye çalıştığı siyasal İslamcı rejimi yenme doğrultusunda olacak. Tabii tek boyutlu bir mücadele değil, karşımızdaki bu rejim sadece bir boyutu ile ele alınacak bir rejim değil. O yüzden çok yönlü bir mücadele içerisinde olmamız gerekiyor. Birleşik güçlü bir mücadeleyi, bu siyasal İslamcı rejimin karşısına koymamız gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin geleceği, İslamcı rejimle köklü bir hesaplaşmaktan geçiyor”

'TÜRKİYE'NİN EMEKÇİ AYDINLANMASINA İHTİYACI VAR'

“Mücadelelerin değişik boyutu var. Emek en önemli boyutu, emek mücadelesini ve sınıf mücadelesini büyütmek en önemli boyutlarından biridir. Çünkü siyasal İslamcı rejim, emek sömürüsüne, doğa sömürüsüne dayanıyor ve sınıfın, sınıf olma özelliklerini bütünüyle eritme, bütünüyle yok etme noktasında siyasal İslamcı ideolojiyi, dini bir siyasal sömürü aracı haline dönüştürmüş vaziyette. Sömürüyü din ve imanla örtüyor ve insanların yaşadığı, işçi sınıfının yaşadığı iş cinayetlerini, gayri insani çalışma koşullarını hep takdir ve kader olarak görüyor. Bu sömürüler, kaderle, din ve imanla bastırılmaya çalışılıyor. O yüzden sınıfın aydınlanması açısından da bu siyasal İslam rejimi ile hesaplaşmak gerekiyor ve bunun yolu da sınıfın içerisinde de gerçek bir laiklik mücadelesi yürütmekten geçiyor. İşçi sınıfının bilincinin aynı zamanda gerçek bir laiklik bilinci ile de büyümesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gerçek bir laiklik, aydınlanmadır.

‘TÜRKİYE’NİN EMEKÇİ AYDINLANMASINA İHTİYACI VAR’

Bugün Türkiye’nin emekçi aydınlanmasına ihtiyacı vardır. Çünkü aydınlanma olmadığı noktada, işçi sınıfı kendi başına gelenleri, sömürü sisteminin bir sonucu olarak değil de Allah'ın bir takdiri olarak görür. O yüzden kendi geleceğinin kendi ellerinde olduğunu görmesi açısından da bir emekçi aydınlanmasına bugün Türkiye’nin ihtiyacı vardır.

Artık, burjuva aydınlanması dönemi geride kaldı. Aşağıdan yukarıya bir emekçi aydınlanmasına, sınıftan, sömürüden, her türlü tahakkümden, her türlü baskıdan, her türlü vesayetten kurtulmak açısından gerçek bir aydınlanmaya, toplumsal aydınlanmaya ihtiyaç vardır. Bunun da başından laikliği kazanmak mücadelesi geçmektedir. Yani işçi sınıfı mücadelesi, aynı zamanda bir laiklik mücadelesi ile iç içe geçmelidir ki; sınıfın kendi haklarına, sömürü politikalarına direnebilmesi mümkün olsun. Yoksa diğer türlü, din ve imanla cilalanan sömürü koşulları altında sınıf, kendi başına geleni bir takdir olarak gördüğü müddetçe, bizim açımızdan önemli olan ve bizim açımızdan esas olan, sınıf ve emek mücadelesini büyütebilmek de çok mümkün olmuyor. Bu manada sınıfın aydınlanması ve sınıfa dayalı bir aydınlanma mücadelesi, bu siyasal İslamcı rejimle hesaplaşabilmek noktasında, önemli bir başlangıç noktası.

GAZETECİ DENİZ YÜCEL’İN TAHLİYESİ

 “Tuz kokmuş vaziyette yani. Hukuk, kelimenin gerçek anlamıyla ortadan kalkmış vaziyette. Türkiye’de bir ‘Majestelerinin yargısı’ var, ‘Majestelerinin adaleti’ var, ‘Majestelerinin hukuku’ var. Her şey yukarıdan, ‘Majesteleri’ tarafından belirleniyor. Kimin ne kadar yatacağı, kimin ne kadar ceza çekeceği, kimin ne zaman tahliye olacağı, bütünüyle siyasi iradenin ve bir kişinin dudağına, niyetine, iradesine teslim edilmiş vaziyette. Her olayda bunu görüyoruz. Yani hukuk ülkede katlediliyor, hukuk diye bir şey yok. Tamamen bir kişinin iradesine tecelli etmiş bir sistem var. Türkiye, 21’inci yüzyılda böyle bir yargıyı, böyle bir adaleti, böyle bir hukuku asla hak etmiyor, buna karşı hep beraber mücadele edeceğiz. Hukuku savunmak da bizim boynumuzun borcudur.”

Kaynak: Evrensel