Ahmet İnsel Radikal'deki yazısında yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçiminin demokrasinin geleceği açısından önemine dikkati çekti. İnsel, seçimde üç demokrasi anlayışının yarışacağını söyleyerek, "Yarışan üç demokrasi anlayışı, otoriter-popülist demokrasi, muhafazakar demokrasi ve radikal demokrasi anlayışlarıdır," dedi. İnsel, Selahattin Demirtaş’ın sunuşunu yaptığı radikal demokrasinin öneminin altını çizdi. İnsel son olarak da, oy kullanmamanın da aslında oy kullanmak olduğunu belirtti ve şunu söyledi: "Aslında önümüzde üç değil dört seçim olanağı var. Dördüncü oy vermemeyi tercih etmek ya da geçersiz oy kullanmak. Onlar da bir tercih yapmış olacaklar. Tercihleri haldeki durumun devamı yönünde olmuş olacak."

Ahmet İnsel'in Radikal'de yer alan (18.07.2014) "Üç demokrasi anlayışı yarışıyor" başlıklı yazısı şöyle: 

Seçmenler farkları çok açık olan üç demokrasi anlayışından birine oy verecekler. Bu durumun, Türkiye'de demokrasi külliyen yoktur diye düşünenlerin iddialarının tersine demokrasinin geleceği açısından son derece değerli olduğunu hatırlatalım.

Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi, haklı bir tepkiden hareketle önü arkası düşünülmeden atılmış bir adım olduğu için, yürürlükteki parlamenter rejimi bunalıma sokma ihtimali taşıyor. Buna karşılık başlayan seçim kampanyası bu seçimin olumlu bir yan taşıdığını ele veriyor. “Kim ne veriyorsa beş mislini vereceğim” türünden geçmişte Demirel’in zirve yaptırdığı sorumsuz vaat kampanyaları yerine, biraz daha fazla genel ilkeler üzerinden bir tartışma, farklı siyasal ve toplumsal birlikte yaşam tarzlarının önerilmesi, fikri planda çatışması olanağı veriyor.

Selahattin Demirtaş’ın belirttiği gibi, olması gereken, mecliste grubu olan partilere cumhurbaşkanı adaylarını belirleme tekelinin verilmediği bir adaylık yöntemidir. Ama ilginç biçimde üç adayla girilen bu yarışta özünde üç farklı demokrasi anlayışı ve üç farklı demokratik yönetim önerisi yarışıyor. Bunun bu netlikte belirgin olduğu bir seçim yaşamadık geçmişte. Bu olumlu tablo, AKP’ye, Erdoğan’a rağmen mümkün oldu. %10 barajının zorluklarını dişleriyle, tırnaklarıyla toprağı kazarak delip, çok büyük zorluklara ve engellere rağmen bağımsız adaylarla meclise girme mücadelesi verenler bunu sağladılar. Aksi takdirde bugün AKP, CHP ve MHP’nin aday belirleme tekelinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmış olacaktık.

OTORİTER, MUHAFAZAKAR, RADİKAL...

Yarışan üç demokrasi anlayışı, otoriter-popülist demokrasi, muhafazakar demokrasi ve radikal demokrasi anlayışlarıdır. Erdoğan’ın otoriter demokrasi eğilimlerini güçlü biçimde ve nasıl taşıdığını bu sütunlarda yıllardır ele alıyoruz. Bunun aynı zamanda popülist bir otoriterlik olduğu, imrendiği başkanlık rejiminin de bir bakıma Latin Amerika’da en çok karşımıza çıkan Şeflik yönetimleri olduğuna da daha önce işaret ettik. Bu Şeflik yönetimlerinde halk, daha doğrusu seçmen kitlesiyle şef arasında doğrudan simgesel bir ilişki kurulması esastır. Diğer tüm siyasal yönetim kurumları, başta partiler olmak üzere, halk/seçmenden doğrudan icazet alan şefin şefliğini uygulama araçları olarak tasarlanır. “Büyük Türkiye” sloganı, sürekli işlenen “iri olmak, diri olmak” fikri, toplumun büyüklüğü, iriliği ve diriliği kadar, ama ondan daha önce iktidarın, gücün büyüklüğü, iriliği ve diriliğini hedefler. Erdoğan’ın ve AKP’nin Türkiye’nin yegane değişim gücü olduğunu iddia edenler, bu değişimin gerçek adını açıkça koymuyorlar.

İkinci demokrasi anlayışı, her ne kadar programında kendini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlamaya devam etse de, AKP’nin adayı tarafından değil, CHP ve MHP’nin ortak adayı tarafından savunuluyor. Ekmeleddin İhsanoğlu, muhafazakarlığı bir toplum mühendisliği projesine dönüştürmeyen, otantik bir muhafazakar demokrasiyi temsil ediyor. Herkesin inancına ve yaşam tarzına saygılı, devletin inanç dünyasına müdahil olmasına karşı olan, buna karşılık düzenin radikal dönüşümlerini de savunmayan, ılımlı milliyetçi, şahsen referanslarını kendi inanç dünyasından alan ama bunu başkalarına dayatmayan bu muhafazakar demokrasi anlayışının gerçek sloganı sanırım “huzur”dur. “Huzurlu Türkiye”dir. Eskinin değer ve güzelliklerinin korunması, toplumu germeden yönetmek ve değişime eşlik etmek, kimin kaç çocuk yapacağına, nasıl ve kiminle yatıp kalkacağına, nasıl yaşayacağına, ne yiyip içtiğine, hangi dili konuştuğuna, ibadetine karışmayan bu muhafazakarlığın demokratlığı da radikal değildir elbette. Ama Erdoğan’ın muhafazakarlığı neredeyse sadece dindarlık olarak algılayan anlayışından çok daha fazla gerçek bir muhafazakarlıktır. Klasik muhafazakarlıkta olduğu gibi güçler dengesine önem vermesi de bunun en anlamlı göstergesidir. Erdoğan’ın yeni muhafazakarlığıyla İhsanoğlu’nun klasik muhafazakarlığı arasındaki farkla, Erdoğan’ın otoriter liberalizmiyle İhsanoğlu’nun geleneksel liberalizmi arasındaki fark örtüşüyor.

DEMOKRASİNİN GELECEĞİ İÇİN ÇOK DEĞERLİ

Üçüncü demokrasi anlayışı, Selahattin Demirtaş’ın sunuşunu yaptığı radikal demokrasi. Bunu “Yeni Yaşam Çağrısı” başlığı altında Demirtaş sundu. Millet iradesinin seçim yoluyla bir şefe bir dönem teslim edilmesine dayalı bir değişim yöntemini değil, yeni “yetkileri arttırılmış bir makam yerine, halkın yetkisinin arttırıldığı bir devlet yönetiminin güvencesi olan cumhurbaşkanlığı” öneriyor Demirtaş. “Tekçi-mezhepçi veya ulusalcı anlayışlar arasında bir tercihe zorlanmayı” reddetmeye çağırıyor. Türkiye’deki bütün halkları ve inançları “birlikte, birbirine benzemeden, birbirini benzetmeden, özgürce, yepyeni bir yaşam inşa etme”ye çağırıyor. Özgürlükçü laiklik, başkanın değil yerinden yönetimin güçlendirilmesi, yurttaşların karar alma sürecine doğrudan katılımı amacıyla “cumhur meclisleri” kurulması, yurttaşların hak ve hukukunun güçlendirildiği bir demokrasi önerisi bu. Dolayısıyla elbette kapsamlı bir değişimi savunuyor ve bu anlamda Erdoğan’ın elinde tutmak istediği yeni Türkiye söylemi tekelini kırıyor. Buna karşılık, Demirtaş’ın işaret ettiği değişimin yönü Erdoğan’ın önerdiğinin neredeyse tam tersi. Bu radikal demokrasi, çevre duyarlılığıyla, kadınlara, gençlere, egemen kimliğin dışladığı tüm kimliklere kucak açması ve onlara eşit yurttaşlık hakkı önermesiyle, gerçekten radikal demokrasi tanımının içeriğini dolduruyor. Erdoğan ve AKP’nin Türkiye’yi nasıl yönettiği açık, dolayısıyla gelecekte nasıl yöneteceği belli ve bu anlamda “yenilik” vaadi eskimişken, Demirtaş özgürlük ve eşitlik içinde demokrasi ufkuyla gerçek yeniyi temsil ediyor. Demirtaş, İhsanoğlu ile demokratik parlamenter sistem modelini paylaşıyor ama bunu yetkilerin önemli bir kısmının yerelde olduğu, güçlendirilmiş yerel demokrasi yönüne ağırlık vererek yapıyor.

Görüldüğü gibi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenler bu üç aday arasından birine oy verirken, aralarındaki farkın çok belirgin olduğu üç demokrasi anlayışından birine oy vermiş olacaklar. Bu durumun, bu ülkede demokrasi külliyen yoktur diye düşünenlerin iddialarının tersine ve seçim yarışının çok büyük eşitsiz koşullarda yapıldığını da unutmayarak, Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından son derece değerli olduğunu hatırlatalım. Ve var gücümüzle sahip çıkılması gerektiğini de.

Aslında önümüzde üç değil dört seçim olanağı var. Dördüncü oy vermemeyi tercih etmek ya da geçersiz oy kullanmak. Onlar da bir tercih yapmış olacaklar. Tercihleri haldeki durumun devamı yönünde olmuş olacak.