Görevden alınmasının ardından yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk, çözüm sürecini bitirilmesi, anayasa değişiklik referandumu ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Çözüm sürecini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bitirdiğini savunan Ahmet Türk, PKK’nin 7 Haziran’ın ardından başlattığı silahları eylemleri eleştirdi.

Türk, “7 Haziran sonrasında hemen bir eylem dönemine geçilmesi, bence Kürtler açısından bir hataydı. Çok açık konuşayım, ben böyle değerlendiriyorum. Diplomasi eksik yürütüldü. Ben olsam “Biz hâlâ eski yerimizde duruyoruz. Barış için sonuna kadar direneceğiz, inat edeceğiz, süreci bozmayız” gibi mesajlarla çıkardım ortaya. Ama tabii bu ne benim kontrolümde ne de gücümün alabildiği bir şey” ifadelerini kullandı.

Hükümetin güvenlik politikalarını eleştiren Türk, “Bu tamamen örgütün ortaya koyduğu bir karardır. Bu kararı siyasilerin değiştirme şansı yok. Dünyaya baktığımız zaman birçok ülkede bu gibi hareketlerde önce parti kurulmuş. Irak Kürdistanı’nda da önce KDP kurulmuş sonra peşmerge güçleri oluşturulmuş. Ama Türkiye’deki Kürt hareketinin demokratik siyaset zemini yokken, silahlı mücadele ortaya çıkmış. Bu nedenle silahlı mücadele her zaman süreçler üzerinde etkili olmuş. Siyasileri suçlamanın bir anlamı yok” dedi.

Görevden alınan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularını yanıtladı.

- Tutuklanmanıza farklı kesimlerden tepki geldi ama en dikkat çekeni Devlet Bahçeli’nin sözleriydi. Şaşırdınız mı?

Doğrusunu isterseniz biraz şaşırdım! (Gülümsüyor) Gerçekten böyle bir şey beklemiyordum. Sayın Bahçeli ile uzun süredir parlamentodayız. Bir-iki sefer “Merhaba”mız olmuştur. Bir sefer de Anıtkabir’e gittiğimizde ikimiz arka tarafta kalmış, “Merhaba”laşmış, hal hatır sormuştuk. Bunun dışında bugüne kadar herhangi bir temasımız olmamıştı. Siyaseten de ayrı kulvarlardayız. Ama insani olarak böyle bir söylemde bulunduğu için memnun oldum. Kendisini telefonla aradım, bu duyarlılığından dolayı teşekkür ettim. Nezaketle karşıladı. “Geçmiş olsun, sağlığın nasıl?” dedi. Kısa bir görüşmeydi. -

Deniz Baykal’la da görüştünüz...

Evet. Gözaltına alındığımda Sayın Baykal Mardin’de aileme uğramıştı. Ben de teşekkür etmek için kendisini ziyaret ettim. Uzun yıllar aynı partide siyaset yaptık. Zaman zaman muhalif gruplarda bulunduk ama sonuçta bir geçmişimiz, dostluğumuz var. CHP Grubu’ndan başka arkadaşlar da Silivri’de ziyaretime geldi. Fikri Sağlar, Zeynep Altıok, Mehmet Tüm, Sezgin Tanrıkulu... Şafak Pavey, 2 kez geldi.

- Arayıp sorduğuna şaşırdığınız başka biri oldu mu?

Birçok siyasetçi aradı. İsimlerini tek tek söylemem doğru olmaz. Ama önemli mevkilerde bulunmuş aktörlerden “Geçmiş olsun” telefonları aldım.

- Aileniz nasıl karşıladı bu süreci?

Elbette çok üzüldüler. Belki de en çok torunlarım üzüldü.

- İçeride günler nasıl geçti?

Sağlığımdan dolayı diğer arkadaşlarımdan daha şanslıydım. Kalp pili taşıyordum ve gece yalnız başıma kalmam riskliydi. Bu nedenle yanımda her zaman bir kişi bulunuyordu. Silivri Cezaevi’nde, Van Büyükşehir Belediye Başkanımız Bekir Kaya ile birlikte kalıyordum. Cezaevinde insanın tek başına kalması kadar zor bir şey yok. Bazı arkadaşlar, 2 ya da 3 ay sonra adeta duvarlarla konuştuğunu söylüyordu. Sadece avukat görüşmeye gidip gelirken, eğer tesadüfen bir başka arkadaş da çağırmışsa uzaktan bir “Merhaba” oluyordu. Selma Irmak, Nursel Aydoğan, Leyla Birlik, Sebahat Tuncel ve Nihat Akdoğan ile aynı cezaevindeydik. Ama dediğim gibi temas yoktu.

- Sağlığınız şimdi nasıl?

Yaşlılığın getirdiği bazı rahatsızlıklar var. Gözümde katarakt var, bu hafta ameliyat olmak için İstanbul’a geldim. Yıllardan beri kalp piliyle yaşıyorum. Zaman zaman böbreklerimde de sıkıntılar oluyor. Onun dışında hâlâ ayaktayız, iyiyiz...

- Birkaç kez cezaevi değiştirdiniz. Nedeni neydi?

Tutuklandıktan sonra Mardin Cezaevi’ne götürmelerini bekliyordum ama mahkeme salonundan direkt alıp havalimanına götürdüler; Silivri’ye geçtik. Yani mahkeme kararı daha açıklanmadan benim ve benimle birlikte gelecek polislerin bileti ayrılmış, cezaevi belirlenmiş. Bu da bu tutuklamanın siyasi bir karar olduğunu ortaya koyuyor. Ama “Şaşırdım” desem doğru olmaz çünkü alışığız. Bunları 1980’lerde yaşadık, 1994’te yaşadık... Türkiye maalesef zaman zaman diyaloğun koptuğu, kinin, öfkenin, bastırmanın egemen olduğu dönemlerden geçiyor. Siyasi kararlar sonucu bazı politikacılar hedef haline getiriliyor.

- Peki cezaevinde nasıl muamele gördünüz? 2 askerin kolunuza girdiği görüntü, tartışmalara neden olmuştu...

Burada insan dürüst olmalı... Mahkemeye, Adli Tıp’a ya da hastaneye götürülürken hiçbir sıkıntı yaşamadım. Güvenlik için koluma girmişlerdi. Yerde kar vardı, ben de kaymamak için önüme bakıyordum. O sırada kötü bir fotoğraf çıkmış. Görünce ben de etkilendim. Ama gerçekten nezaketle davranmışlardı. Aksini söylemek ahlaki olmaz.

‘BUNU DA ATLATABİLİRİZ’

“Bugün şiddet sarmalının egemen olduğu bir ortamı yaşadığımız doğru. Böyle bir ortamda bile birçok şeyin yapılabileceğine inanıyorum. Barışta hiçbir zaman geç kalınmaz. Başbakan Yardımcısı çıktı; ‘Ahmet Türk’ün söyledikleri çok geç kaldı’ dedi. Barış için geç kalınır mı? Barışı istemenin zamanı olmaz. Bütün olumsuzluklara rağmen, şiddet sarmalının beynimize, ruhumuza hâkim olduğu bir süreçte, biz yine barışa inanarak, diyaloğu oluşturarak bu süreci atlatabiliriz.”

‘GÜVENLİKÇİ POLİTİKALARLA SORUNUN ÇÖZÜLMESİ MÜMKÜN DEĞİL’

- Bu kaçıncı tutuklanmanız siyasi hayatınızda?

4’üncü. İlk 1980’de tutuklandım. 1986’da seçimlere bir müddet kala yine cezaevine girdim. 1994’te de partimiz Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı ve milletvekilliğimiz düşürüldü. Aslında ilk tutuklanmamdan bu yana değişen fazla bir şey yok. Ortak akıl bulunmadan, demokratik zeminde çözüm arayışı olmadan bir şey değişmez.

Kürtleri potansiyel tehlike olarak gören bir anlayış var. Kürtleri kazanmaya, taleplerini dinlemeye yönelik bir anlayış olmadığından, her nedense zaman zaman bu sorunun çözümü için adım atılıyor, sonra bu olmayınca sindirme, susturma politikaları esas alınıyor. Rahmetli Özal döneminde silahların susması konusunda ciddi gelişmeler oldu ama vefatından sonra birdenbire tüm diyalog kesildi.

Geçen dönemde de buna benzer şeyler oldu. Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile görüştük. Bu sorunun çözümü konusunda gerçekten samimi umutlar besledik. Ama 7 Haziran’da istenen sonuç ortaya çıkmayınca tam tersi bir politika izlenmeye başlandı ve bugün maalesef daha sıkıntılı bir sürece girdik. 80’lerde ve 90’larda büyük bir baskı oluştu, köyler boşaltıldı, faili meçhul cinayetler işlendi ama sorun ortadan kalkmadı.

Güvenlikçi politikalarla sorunların çözülmeyeceği ortadayken yeniden buna dönülmesi, parlamenterlerin ve belediye eş başkanlarımızın tutuklanması, yerlerine kayyum atanması... Bu güvenlikçi politikalar nereye kadar gidecek? Bakıyorsunuz kayyumun atandığı belediyelere karakollardakinden daha yüksek duvarlar yapılmış. İnsanlar rahat gidip gelemiyor. Bu uygulamalarla bu halkı nasıl kazanırsınız?

‘CUMHURBAŞKANI SÜRECİ BİTİRDİ’

- 7 Haziran’da HDP yüzde 13 oy aldı ve Meclis’e 80 milletvekiliyle girdi. Ama ardından PKK çatışma ortamını başlattı. Kürt siyasetçiler, bu eylemlere yeterince yüksek sesle karşı çıkmadıkları için eleştiriliyor...

7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı’nın süreci bitirdiği biliniyor. Ama bana kalsaydı buna dair ipuçları tamamen ortaya çıkıncaya kadar sabırla beklerdim. 7 Haziran sonrasında hemen bir eylem dönemine geçilmesi, bence Kürtler açısından bir hataydı. Çok açık konuşayım, ben böyle değerlendiriyorum. Diplomasi eksik yürütüldü. Ben olsam “Biz hâlâ eski yerimizde duruyoruz. Barış için sonuna kadar direneceğiz, inat edeceğiz, süreci bozmayız” gibi mesajlarla çıkardım ortaya. Ama tabii bu ne benim kontrolümde ne de gücümün alabildiği bir şey.

Bu tamamen örgütün ortaya koyduğu bir karardır. Bu kararı siyasilerin değiştirme şansı yok. Dünyaya baktığımız zaman birçok ülkede bu gibi hareketlerde önce parti kurulmuş. Irak Kürdistanı’nda da önce KDP kurulmuş sonra peşmerge güçleri oluşturulmuş. Ama Türkiye’deki Kürt hareketinin demokratik siyaset zemini yokken, silahlı mücadele ortaya çıkmış. Bu nedenle silahlı mücadele her zaman süreçler üzerinde etkili olmuş. Siyasileri suçlamanın bir anlamı yok. Ne HDP Genel Başkanı’nın ne de sivil kurumların bu savaşı durdurmaya ya da kararlar almaya yönelik bir gücü, yetkisi ya da iradesi yok.

- Siyasilerin gücü ve iradesi nasıl olmaz? Masum insanların ölümüne neden olan saldırılardan sonra HDP’nin dönüp gür bir sesle karşı çıkmadıkları için eleştiriliyor...“Biz 80 milletvekiliyle Meclis’teyiz, barıştan yanayız” diyerek eylemleri durdurması gerekmez miydi?

Bu konuda siyasiler her zaman mesaj verdi. Artık sorunların demokratik zeminde çözülmesi gerektiğini söylediler. Ama bu mesajlar ne kadar yerini buldu? Belki bunu tartışabiliriz. Ben İmralı’ya gidip görüşme yaptığım dönemde Sayın Öcalan da “Artık sorunların demokratik zeminde çözümü ve diyaloğun oluşturulması konusunda bütün gücümüzle çaba göstereceğiz. Ben görüşmeler yapıyorum” diyordu. Nevroz’da gönderdiği mektupta da demokratik yöntemlerle çözüm noktasında yeni bir dönemin mesajını vermişti. Bilmiyorum bu mesajlar çok iyi okunmadı mı? Belki bunun üzerinde tartışmak, düşünmek lazım.

‘KUŞKULARIM VAR’

- Yani PKK, siyasi kanadın güçlenmesini ve sorunun demokratik yollarla çözülmesini istemedi mi?

Zaman içinde bunların hepsi ortaya çıkacak. Bu konuda endişelerim var. Geçmişte devletin bilgisi dahilinde Kandil’e de gittik, Sayın Öcalan’ın mesajlarını ilettik. Kandil’dekiler de bu sürecin barışçıl bir sürece evrilmesi için Başkan’ın aldığı kararlara tamamen uyacaklarını ifade ettiler. Ama sonuçta bir şiddet sarmalına yakalandık. Kuşkularım var. Bu kararlar neden alındı? Veyahut aktörler kimlerdir? Belki bunlar ortaya çıkar...

‘SİLAH, BARIŞ İÇİN ARAÇ DEĞİLDİR’

- “Diyarbakır Cezaevi’nde işkence görmeme rağmen hiç kimseye kin ve nefret beslemiyorum” demişsiniz. Size sürekli “Barış” dedirten neydi?

Silah, barış için bir araç değildir. Diyarbakır zindanındayken gece gündüz işkence görüyorduk. Havalandırma yürüyüşü yaptırdıkları zaman beton kan gölüne dönüyordu. O işkence yapanlara bakıp “Eğer ileride ben de bunlar gibi düşünürsem insan değilim” diyordum. Bu nedenle asla kin gütmedim. Zaten dağa çıkmayı hiçbir zaman düşünmedim. Sorunları ancak demokratik zeminde çözebileceğimize inanıyorum.

‘CİZRE’DE AMBULANSI SOKMAYAN KOMUTAN FETÖ’DEN ZİNDANDA’

- Hendek politikasına da karşı çıkmıştınız...

Evet, bunu açıkça ifade etmiştim. Ama bakıyorsunuz bir yerde hendekler kazılıyor. Diğer tarafta 200 metre ötede polisler oturmuş, bu hendeklerin kazılmasını seyrediyor. Bunu Nusaybin’de, Cizre’de gördük. Hiçbir müdahale olmuyordu. Burada farklı bir soru geliyor akla. Acaba barış sürecinin sona ermesi için birileri tuzak mı kurdu? Cizre’de ambulansları göndermek için İçişleri Bakanı samimi olarak çaba sarf etti. Buna rağmen o ambulansların o sokağa girmesine izin verilmedi. Bakıyoruz, o işin başında olan ordu komutanı FETÖ’den dolayı bugün zindanda.

- “Hükümete karşı operasyon yürütülmüş olabilir” mi demek istiyorsunuz?

Evet olabilir. Bütün bunları düşündüğümüzde, birilerinin bu süreçlerin barışa evrilmesini engelleyecek roller oynadığını görüyoruz.

- “Suriye’deki savaş Türkiye’deki barışa engel oldu mu?” sorusu da var akıllarda. “PYD’nin Suriye’de alan kazanması, PKK’nın Türkiye’de savaş stratejine dönmesine neden oldu” deniliyor, ne dersiniz?

Bugün bu sorunların ortaya çıkmasında, Kürtleri potansiyel bir tehlike olarak gören yanlış anlayışın payı var. Kürtleri kazanacak politikalar üretilseydi bugün Türkiye Ortadoğu’da en önemli aktör haline gelirdi. Suriye’de Kürtler hedef alınmış. El Nusra çeteleri Suriye’deki Kürtlerin toprağına saldırıyor, insanlarını katlediyor, affedersiniz namusuna göz dikiyor, ama siz Kürtlere sahip çıkmıyorsunuz. Türkiye büyüklüğünü orada gösterecekti. “Benim ülkemde yaşayan insanların akrabalarıdır” diyerek o insanlara sahip çıkacaktı.

Ama ne oldu? Çıkıp “Kobani düştü düşecek” diye bir açıklama yaptılar. Bu yanlış politika, bin yıllık dostluğu zedeledi. Bugün iki tarafa da güvensizlik egemen oldu. Evet, Kürtlerin yanlış siyasetinden dolayı insanlar kırgın. Ama devlete de öfkeliler. Kürt hareketine kırgınlar çünkü bazı konularda halkın düşüncesini esas almadılar. Ancak devletin bugün yürüttüğü politika da öfkeyle karşılanıyor. Bu, suskun bir öfke. Belediyeler Kürtçe kreş açmış; onları kapatıyorsunuz. Kürtçe, Arapça, Süryanice levhaları söküp atıyorsunuz. Hani farklı dillere, kimliklere saygılı olunacaktı? Tekçi bir anlayış egemen olmaya başladı. Bu politikalardan sonuç almak mümkün değil. Bunları samimi olarak hükümeti uyarmak için söylüyorum. Yeniden ortak akıl oluşturalım, yeni bir sürecin kapısını aralayalım. Buna ihtiyacımız var.

 ‘BÖLGE HALKI REFERANDUMDA İRADESİNİ ORTAYA KOYACAKTIR’

- Referanduma nasıl bakıyorsunuz?

Çoğulcu ve katılımcı demokrasiden yana bir insanım. Yıllarca bunun mücadelesini verdim. Her şeyden önce halkın özgür iradesinin sandığa yansıması benim için önemlidir. Özgürce gidecek ve neye inanıyorsa o şekilde davranacak. “Evet” diyen vatansever, “Hayır” diyen vatan haini gibi bir politika yürütülmemeli. Ayrıca bu referandum, partilerin meselesi değil. AK Partili olup da bu referandumda “Hayır” diyecek insanlar olmalı. Veyahut benim partimden “Evet, ben bunu beğeniyorum” diyebilecek insanlar olmalı. Ayrıca tekçi bir anlayış Türkiye’ye yarar sağlamaz. Yıllardan beri CHP’yi eleştiren, tekçilikle suçlayanlar, şimdi tekçi bir anlayışa sahip çıkıyor. Buna halkı nasıl inandıracaksınız?

- AK Partililer, Kürtlerin statükodan yana olmayıp referandumda değişimi destekleyeceklerini söylüyorlar.

Hangi sistemi değiştiriyorsunuz ya da neyin önünü açıyorsunuz? Toplumsal sorunu çözmeye, bazı hakları tanımaya ya da farklı kültür ve kimlikleri kucaklamaya yönelik bir madde mi var? Bu öneride toplumun talep ettiği hiçbir hak veya özgürlük yok. Halk bunu görüyor.

- Güneydoğu’da katılım nasıl olur? “Sandığa gitmeyecekler” iddiası da var...

Ben öyle düşünmüyorum. Bir protesto olarak gitmemezlik etmezler. Gidecektir ve iradesini ortaya koyacaktır. Fakat geçmişte Sur’da seçmen olan kaç kişi bugün yerinde kaldı? Nusaybin’in 6 mahallesi yerle bir edilmiş. Cizre, Yüksekova, Şırnak... Seçmenler nerede belli değil. Evi yıkılmış onca aile oyunu nerede kullanacak?