Bir kez daha savaşın, şiddetin, bombaların sesinin, barış isteyenlerin, şiddet karşıtlarının sesini boğduğu günlerden geçiyoruz. Sivil cunta ülkeyi savaşa sokuyor, PKK'nin bombaları ölüm saçıyor... Başarısız darbe girişiminden beri sessizliğini koruyan barbar IŞİD, bir kına gecesinde katliam yaparak yine Kürtleri hedef alıyor. Suruç gibi, Ankara gibi “engellenemeyen” bu IŞİD katliamının hemen ardından, sivil cunta ülkeyi IŞİD'le mücadele adı altında, IŞİD'den pek de farkı olmayan cihatçı gruplarla birlikte Suriye bataklığına sokuyor. Elbette, herkes bunun esas amacının ne olduğunu çok iyi biliyor. Yoksa, şehirleri IŞİD hücreleri ile dolu olan bir ülkenin, uzun süredir IŞİD'in elinde olan Cerablus'a ÖSO ile birlikte girmesi pek de akıl alır bir hareket olmasa gerek.   

BARIŞMAYI DEĞİL, SAVAŞMAYI SEÇTİĞİ İÇİN

Peki sivil cunta bu bataklığa neden göz göre göre giriyor? Cevabı çok basit: çözüm sürecini yeniden başlatacak bir sağduyuya ve demokratlığa sahip olamadığı için, barışmayı değil, savaşmayı seçtiği için... Tam da bu  nedenle, sivil cunta darbe girişiminin merkezindeki eski koalisyon ortağına yönelik operasyonlarını bitirmeden, tahmin edildiği üzere, Kürtlere ve muhaliflere yönelik hukuk dışı bir saldırı dalgası başlattı. Esasında, OHAL fırsatçılığı ile muhaliflere yönelik cadı avı, darbe girişiminin hemen ertesinde başlamış, barış isteyen akademisyenler, sendikacılar, tiyatrocular FETÖ çuvalına sığdırılmaya çalışılarak açığa alınmıştı. Amacın demokrasiyi darbelere karşı güçlendirmek ve darbe karşıtlarının biraraya gelmesini sağlamak olmadığı zaten HDP'nin dışlanması ile anlaşılmıştı.

DARBE GİRİŞİMİNİ KULLANMAYI TERCİH ETTİLER

Erdoğan ve AKP bu darbe girişiminden biraz olsun ders çıkarmış olsalardı ve demokratik değerlere biraz olsun saygı gösterselerdi, askeri darbe karşıtlığı tartışılmaz  olan HDP'yi dışlamaz ve belki küçük de olsa bir demokratikleşme ve barış umudunun doğmasına imkan verirlerdi. Ama onlar “Allah'ın bir lütfu” olarak gördükleri darbe girişimini, sivil cuntayı konsolide etmek ve demokrasiyi rafa kaldırmak için kullanmayı tercih ettiler.

HDP İstanbul binasının basılıp, talan edilmesi, saksıların bile hunharca parçalanması, Özgür Gündem'in hukuk dışı bir biçimde kapatılması, gazetecilerinin şiddet kullanılarak gözaltına alınması, gözaltındakilere yönelik işkence ve tecavüz tehditleri ile faşist yüzünü gösteren sivil cunta, “18 yıldır tutarlı bir biçimde şiddet karşıtlığını savundum” diyen Aslı Erdoğan'ın tutuklanması ile demokrasinin rafa kaldırıldığını tescil etmiş oldu.

Esasında, bütün bunlar barış isteyenlere, şiddet karşıtlarına sivil cuntanın tahammülü olmadığını gösteriyor. HDP'nin binasının basılıp darmadağın edilmesinin, Demirtaş'ın “PKK’nin savaşı şehirlere yayacağız açıklamasını doğru bulmuyoruz, kabul de etmiyoruz'' ve HDP'nin “Diyarbakır ve Mardin saldırılarını kınıyoruz” diyen açıklamalarının hemen ertesinde olması, ister istemez şu soruyu akla getiriyor: “Sivil cunta şiddet karşıtı bir HDP istemiyor mu?”

Nitekim, Mart ayındaki Ankara katliamı sonrasında “Katliamı meşru kılacak hiçbir siyasi görüşe ya da kavrama inanmıyor, kıyımdan medet uman her anlayışın, devletinki dahil, kendi meşruluk zeminini yitirmenin de ötesinde, insanlık suçu işlediğini düşünüyorum. İntikam arayışıyla herhangi bir eşitlik ya da özgürlük mücadelesi verilebileceğine inanmadığım gibi, bin bir bedelle kazanılmış hakların bu kan deryasında heba olmasından korkuyorum” diyen Aslı Erdoğan gibi tutarlı bir şiddet karşıtının akıl almaz bir biçimde tutuklanması da çok şey anlatmıyor mu? ( aslierdogan.com  )
 
Sivil cuntanın bu faşizan saldırısına rağmen, IŞİD'in korkunç katliamı öncesi, HDP'nin PKK'nin şiddet eylemlerini sert bir şekilde eleştiren açıklamaları ve KCK'nin müzakereye ilişkin açıklaması ile çözüm sürecinin yeniden başlayabileceğine dair küçük de olsa bir umut oluşmuştu. 61 Kürt aydınının da: “Her bombalama eylemi demokratik siyaset alanlarını daraltıyor. Her ölüm bizi çözümden biraz daha uzaklaştırıyor. Şiddeti, bir bütün olarak, reddediyoruz. Bu bağlamda PKK’yi şiddet yöntemlerini terk etmeye ve şiddet eylemlerine bir an önce son vermeye çağırıyoruz” diyerek çözüm çağırısı yapması da yeni bir müzakere umudunu yansıtıyordu. ( t24.com.tr )

Fakat, IŞİD'in korkunç katliamı ve sivil cuntanın bu katliamın hemen sonrasında Cerablus'u IŞİD'den kurtaracağız bahanesi ile ülkeyi Suriye bataklığına sürüklemesi, yine barış umutlarını azalttı.     

EN KÖTÜ BARIŞ BİLE SAVAŞTAN DAHA İYİDİR

Barış ve demokratikleşme yerine savaşı seçen, ülkeyi Suriye bataklığına sokan sivil cunta da, barış ve demokratik çözüm diyenlerin sesinin duyulmasını sağlayacak bir ateşkes ortamı yerine bomba patlatarak ölüm saçmayı tercih eden PKK de aslında geçmişte idrak ettikleri bir gerçeği hatırlamalı: Bu savaşın ve şiddetin bir kazananı olmayacak ve en kötü barış bile savaştan daha iyidir.

Bakın Kolombiya'da 52 yıl süren çatışmalardan sonra ve 220 bin canın kaybından sonra barış antlaşması imzalandı. Umarım, biz bu topraklarda barışı görmek için o kadar beklemek zorunda kalmayız...