Şiraz İran’ın eski bir başkenti ve şimdiki kültür başkenti, şairler şehri ve güller şehridir. Caddelerine yayılan şebboy rayihası (kokusu) meşhurdur. Zaten büyü de tam burada başlar. İsfahan’ı henüz görmemişseniz, burayı hemen İran’ın en güzel şehri sanmanız doğaldır. 1.600 metre yükseklikte kurulmuş olan Şiraz, İsfahan’a karayoluyla 6 saat kadar uzaklıkta, Tahran’a ise 920 km mesafede bulunuyor.



Şiraz, M.Ö. 550 yıllarında Akameniş devrinde kurulmuş, Sasaniler döneminde ise önemi giderek artmış. 693 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmiş ve Bağdat eyaletine bağlanmış. Moğol ve Timur istilalarından fazla bir hasar görmemiş, çünkü önce son Atabek, Cengiz Han’ın ordularının işgalini önlemek için haraç ödemeyi kabul etmişler, sonra ise Şah Suja kız torununun Timur’un oğullarından biriyle evlenmesine razı olmuş.



Aksine, şehir bu dönemde daha da refahını arttırmış, Hafız ve Sadi gibi şairleri yetiştirmiş. Özellikle edebiyat ve mimarlık zirve düzeylerine ulaşmış. Evet, 13. ve 14. yüzyıllarda Şiraz, İslam kentlerinin en gelişmişi ve müreffehidir. Örneğin, Taç Mahal’in mimari bile, Şiraz’lıdır.



Ne var ki önce büyük depremler, sonra 17. yüzyıl sonlarında Afgan akınları ve 18. yüzyılda ortaya çıkan ayaklanmalar ile sarsılmış. Ardından, 1750 yılında Zend hanedanı zamanında İran’ın başkenti olmuş ve bu hanedanlığın başından sonuna kadar da başkent olarak kalmıştır. Kendisini Hz. Muhammed’in “vekili” olarak gören ve bunu bir unvan olarak adına ekleyen Zend hükümdarı Kerim Han gerçekten de şehre harika eserler kazandırmış. Kerim Han Kalesi, Vekil Camii ve mühim bir kapalı çarşı hükmündeki Vekil Pazarı bunlardan sadece bazıları.



Şehir, 1789 yılında Kaçarlar’ın idaresine girer. Kaçarlar’ın yönetimi Şiraz için hiç de iyi zamanlar değildir. Önemini giderek kaybeder ve başkent Tahran’a taşınır. Kerim Han’ın şehre kazandırmış olduğu eserlerin de çoğu talan ve tahrip edilir.



İran’da pek fazla sokak satıcısı görememiştim ama Şiraz’da var. Özellikle haşlanmış nohut, bakla, kabuklu fıstık, baharatlı, patatesli ve sosisli samosalar ve nişastanın gül suyuna batırılıp sonra da dondurulmasından elde edilen bir tür serinletici (ve aşırı şekerli) tatlı olan “falude” denenebilir.



Kerim Han Kalesi

Kerim Han Zend tarafından tam 12 bin işçi kullanılarak, 1766 yılında yapılmış bulunan kalenin toplam alanı 4000 m2 olup, surlarının yüksekliği 12 metre ve dört köşesinde yerleşik bulunan burçların yükseklikleri ise 14 metredir. Bu burçlardan biri eğiktir ve bu bakımdan (Pisa Kulesi gibi) özellikle yabancıların yoğun ilgisini çekmektedir. Kaledeki işlemeler ise Kaçar hanedanlığı dönemine aittir.



Kerim Han bu kalesinde akşam serinliğinin keyfini sürermiş. Kalenin görüntüsü ve işlemeleri o kadar güzel ki, sanki şehri savunmak için değil, sadece estetik amaçlarla yapılmış gibi görünüyor. Kalenin girişindeki yazıtta Farsça aynen şu yazıyor; “Şiraz’a yeni gelen bir gezgin, uzun süre Kerim Han sarayının endamını övmekten geri duramayacaktır...”



Vekil Camii

Mescid-i Vekil ve Hammam-ı Vekil (Vekil Hamamı) kompleksin içindeki yapılardandır. Camii içindeki 48 sütunun tamamı tek parça taştan yontularak oyulmuş. Taç kapısı ve içindeki ince çini işçiliği ve desenleri göz alıcı. Kerim Han’ın kendi özel hamamının ise tavan ve kubbe işlemeleri ile dikkat çekiyor. Günümüzde içeriye bilet alarak giriliyor, daha çok çay evi ve restoran olarak kullanılıyor.



Vekil Çarşısı

Bir başka adı da Bazar-ı Vekil olan Vekil Çarşısı, klasik bir kapalı çarşı niteliği taşıyor. Egzotik bir labirenti andıran bu çarşıda, her türlü halıcılar, baharatçılar, işlemeciler, kumaşçılar, gümüşçüler ve benzeri dükkanlar arasında dolaşabilir ve el sanatı ürünlerini inceleyebilirsiniz. Sizleri, kadınları ve erkekleri, rahatsız eden, yılışık, yapışık, bağırıp çağırarak müşteri kapmaya çalışan, tacizci ve gürültülü esnaf görmezseniz, lütfen şaşırmayın. Çünkü burası İran...



Şah-e Çerağ Türbesi

Adı türbe olmakla beraber, aslında şehrin en önemli mescitlerinden ve dini merkezlerinden biri. Avludaki ve içindeki ihtişam göz kamaştırıcı. “Ilımlı İslam” olduğunu düşündüğümüz Türkiye’de bile olmayan bir uygulamaya bizzat şahit oldum; Müslüman olsanız da olmasanız da ve o sırada orada namaz kılmak için bulunsanız da bulunmasanız da, hiçbir sınırlama ve engelleme söz konusu olmaksızın, vakit namazları kılınırken bile içeri girebiliyor, namazın kılınışını çekebiliyor ve kaydedebiliyor, kılanları, etrafı özgürce dolaşabiliyor ve her detayın fotoğrafını çekebiliyorsunuz. Üstelik fazla gürültü çıkarmamak kaydıyla, kadınlar erkek, erkekler kadın tarafına geçebiliyor. Bizim için bu “ibretlik” manzara ve hatırayı özellikle vurgulamak ve üzerinde durmak istedim...



Avluda topluca dolaşan öğrenci çocuklar çok şirinler, kızlı erkekli gelip gelip etrafınızı sarıyor ve sevgi gösterisinde bulunuyorlar. Bu geniş avluda sırf yabancıların güvenliğini sağlamak ve onlara yardım ve eşlik etmek ve bilgi vermek için görevlendirilen üniformalı memurlar var, fazlasıyla şık ve fazlasıyla kibarlar. (Yine bir “âh” çekiyorum derinden).



Türbenin (veya camiinin) içi milyonlarca minik aynayla süslenmiş, ışıkların yansıması iç alanı aydınlatıyor ve göz kamaştırıyor. Benim çok etkilenmediğim ve dini mekanların maneviyatına uygun bulmadığım bu tasarım ve süsleme tarzı, bu yapının en önemli özelliklerinden biri. İç mekana kolay yoldan ihtişam katılmış gibi geldi bana. Türbe camii içinde ve ortasında, gelenler hem dua ediyor, hem namazlarını kılıyor veya sadece dolaşıp çıkıyorlar. Bahsedilmişti fakat ağıtlar ve yakarışlarla dolu ritüellere hiç rastlamadım.



Şah Çerağ, “ışıkların şahı” anlamına geliyor. Burada Şiilerin 8. İmamı olan İmam Rıza’nın kardeşi Seyyid Emir Ahmed yatıyor ve Şah-e Çerağ da onu çok seven halkın verdiği bir lakap. Huşu ve hüzün yüklü bu kutsal mekan, İran’ın dört bir yanından gelen ziyaretçiler ile dolup taşıyor.



Nasır El Mülk Camii

Diğer adı Pembe Camii olan ve havuzlu güzel bir avlusu da bulunan Nasır El Mülk Camii’nin en önemli özelliği, sabahın ilk saatlerinde (saat 7 sularında) camii içerisine akıp giden rengarenk yansımalardır. Bu yüzden, özellikle günün bu saatlerinde, camii ziyaretçileriyle dolup taşıyor. 1876 yılında Kaçar Hanedanından Mirza Hasam Al Nasir el-Mülk emriyle inşasına başlanarak, 1888 yılında yapımı tamamlanmış. Rengarenk çivi ve vitraylarıyla, büyüleyici bir atmosfer oluşturuyor.



Hafız ve Sadi

İran’ın pek çok dünyaca meşhur şairi bulunuyor; Firdevsi, Hayyam, Nesimi, Sadi ve Hafız bunlardan sadece birkaçı. Hafız ve Sadi’nin kabirleri Şiraz’da bulunuyor. Ülkenin ve şehrin bu ünlü ve tanınmış şairlerine ait bulunan resim ve heykelleri her yerde görebiliyorsunuz. Parklar, meydanlar ve sokaklar (bizdeki gibi genelde devre göre değişen siyasetçilerin değil), işte bu şairlerin adlarını taşıyor. Her evde bulunması gereken iki şey varmış, biri Kuran-ı Kerim, ikincisi Hafız’ın kitaplarından en az biri.



14. yüzyılda (1324-1391 yılları arasında) Şiraz’da yaşamış olan halk kahramanı, büyük düşünür, mutasavvıf ve şair Hafız’ın kabrine “Hafıziye” adı veriliyor . Hafız, “Dünyayı niye görmeye gideyim ki, bütün dünya Şiraz’da” demiş. Sadi ise (1193-1292) 30 yıl boyunca bir derviş olmuş ve Anadolu’dan Hindistan’a bilinen dünyayı dolaşmış durmuş ve sonunda yine 1256 yılında Şiraz’a dönmüş. Seyahat deneyimlerini ve tasavvuf bilgilerini, sevgi ve mutluluk vurguları taşıyan “Bostan” ve “Gülistan” adlı eserlerinde harmanlamış ve bizlere yadigar bırakmış. 21 Nisan günü “Sadi Günü” olarak anılıyor.



Bizim önemini ve büyüklüğünü yeterince takdir edemediğimiz Hafız dünya edebiyatını o kadar etkiler ki, Alman düşünür Goethe hayat bilgeliği, dünya dinleri, tabiat ve insanlık gibi konuların ortaya konulduğu Batı-Doğu Divanını Hafız’dan esinlenerek kaleme almıştır. Ayrıca, halk Hafız’ın şiirlerinden fal bakıyor, buna Faal-e Hafız adını veriyorlar. Yine insanlar içleri sıkıldığı ve gönülleri sıkıştığında, adeta bir kutsal kitap gibi, Hafız’ın divanından rasgele bir sayfa açıp okurlarmış.



Hafız 1388 senesinde vefat ettiğinde, Şiraz’da çok sevdiği Musalla Mesiresinde defnedilmiş. Sekiz sütun üzerinde duran derviş sarığı şeklindeki kubbesiyle birlikte, gerçekten de ziyaretçisi hiç eksik olmayan kabri, sanki bir mezar değil de insanın içini ferahlatan bir gül bahçesi, havuzlar arasında, sürekli kuş cıvıltıları ve kuş sesleri arasında dolaşmak paha biçilmez.



İrem Bağı (Bağ-ı İrem)

İran geleneksel bahçe ve bostan mimarisini klasik örneklerinin özelliklerini taşıyan bu mekan, kameriyeler, çiçekler, havuzlar ve türlü türlü ağaçlarla süslü. Masalsı bir atmosfer sunan İrem Bağı, Kaçar Hanedanlarından Muhammed Ghori’nin emriyle Üstat Muhammed Hassan tarafından yapılmış. Şiraz’a özgü bir servi ağacı olarak bilinen ve bazıların yaşları 300’den fazla olan servi naz (sarv-e naaz) ağaçlarıyla, yer yer çinilerle ve üstelik Sadi gibi şairlerin şiirleriyle süslü bahçe, klasik İran mimarisini tipik bir örneği, bizde İstanbul’da bulunan bazı koruluk alanları anımsatıyor ve Batı tarzı botanik bahçelerini aratmıyor. Rıza Pehlevi’nin validesi burada çokça zaman geçirirmiş.



Ali İbn-i Hazma Türbesini de gezmenizi öneririm, Aleaddin’in sihirli lambası öykülerinden taşmış gibi şirin ve tatlı bir kubbesi var, içi de yine çini ve aynalarla süslü. Naranjestan Sarayı 1879-1888 yılları arasında, Mirzha Khan tarafından yaptırılmış. Şehirdeki Fars Müzesinde ise, eski uygarlıklara ilişkin çeşitli eşya ve halılar sergilenmekte.



Türbe ve camilerine, bağ ve bahçelerine, şehri baştan başa kesen Han-e Zend bulvarı gibi mis kokulu cadde ve sokaklarına doyamayacağınız bir şehir Şiraz. Aslında malum Şiraz üzümleri ve şaraplarıyla da ünlüdür ve halen evlerde kişisel üretimlerin devam ettiğini duydum.



İran'da, bırakın Şiraz gibi orta ölçekli bir kenti, küçük bir kasabada bile neredeyse her kişi mükemmele yakın derecede İngilizce konuşabiliyor. Yılışık, kaypak ve karaktersiz bir izlenim sergileyen sair Ortadoğu toplumlarının aksine, insanlar son derece seviyeli ve saygılı. Sokaklar temiz. Dış dünyayı özleyen, kozasından yeni çıkan birer kelebek gibiler. Sevecen, meraklı ve özgür...

Aman İran olmayalım!..



Bu yazımızı Ömer Hayyam’ın şu güzel dizeleriyle bitirelim;

Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.



{Yazı ve Fotoğraflar: Serkan Doğan}