Öncelikle bu yazıyı kaleme almadan evvel kendimden yani biraz bizden bahsetmek istiyorum.

Mezopotamya’ya güneş vurduğu sırada karla kaplanmış kızıl topraktan dirençle baş veren filizilerden bir tanesi, Dicle Nehri ile Dünya gibi büyük bir denizde yaşam bulmuş büyük su kütlesinden küçük bir damlayım. Fakat bu damla öyle bir damladır ki tıpkı yaşamı, sevgiyi ve güzel düşü ören diğer damlalar gibi sürekli bir döngü halinde önce buharlaşır göğe yükselir sonra başka kıtalarda, denizlerde veya düşlerde tekrardan hayat olur, yaşam bulur.

Yaşam bu kadar sınırsızken insanın vatan diyerek toprak parçasını sahiplenişi ve bunun üzerinden savaşlarda kendini bulması oldukça acı verici. Oysa bizler toprağın ve suyun sahibi değil onlardan bir parçayız. Böylesine güzelliklerin parçasıyken sahipliğin getirdiği iktidar ile birlikte kendimizi kirletirken doğayı da insanlığı da kirletiyor ve sadece savaşı doğurabilen sınırları, sınırlarla birlikte devleti var ediyoruz. Açıkçası devlete ve sınırlara dair ciddi sorgularım vardı fakat Kıbrıs’ta uzun süreli vakit geçirmemle birlikte bu küçücük ada parçasındaki keskin hat sınırının varlığı egemen devletlerin özgün ve özerk olan bu ada üzerindeki etkileri oldukça sorgulamamda, hatta sınırlar konusunda daha fazla bir şeyler yapmam konusunda tetikleyici oldu diyebilirim.

Şuan Kıbrısı’n kuzeyindeyim. Türkiye tarafından işgal edilip diğer parça ile arasına sınırlar çekilerek kangrenleştirilen kısmındayım. Küçücük ada parçasındaki hat oldukça sıkıntılı ve tıpkı ip dolanmış parmağın kangrenleşmesi gibi, morartıp yavaş yavaş hayattan koparırcasına…

Sınırların ve işgalin etkisini gelen turistin de yerlinin de doruklarına kadar yaşaması için gereken her şey mevcut. Halk üretimden yoksun, tamamen bağımlı bir hale getirilirken bir yandan da yoz bir yaşama itilmekte. Kısaca Türkiye gibi hizipçi bir ülkenin de bir yandan pis işlerinin yürütülmeye çalışıldığı yalıtılmış ada parçası denebilir.

Oysa Kıbrıs’ın tarihsel olarak geçmişine baktığımız vakit kendi yerel dokusunun tüm güzelliklerini görebilmek mümkün. Özellikle şenlikli bir toplum yapısına sahip yani kendi özgün kültürünü var etmiş bir halk topluluğu. Bununla birlikte toprağı da halkı gibi özgün ve birçok endemik bitkisi, tıbbi bitkisi ve yaşama dair kendilerince geliştirdikleri çözümleri mevcut. Böyle bir Kıbrıs’ın dokusundaki bozulmanın kaynağının Osmanlı’dan beri bir kültür olan iskân politikasıyla bölgenin hem işgal edilmesi hem de işgalle birlikte nüfusunun artarak yavaş yaşam şeklinin hızlı hale getirilmesi ile adadaki tüm dengenin alt üst olması var.

Ada her bakımdan kendi kendine yetebilecek haldeyken şuan dışarıya bağımlı kılındı ve halkın üretim gücü elinden alındı. Bu kadar uzun uzadıya anlatmak istediğim meselenin aslı işgal ve sınırlardır. Bugün Türkiye bu adanın sadece kuzeyini işgal ederken diğer yandan ada birçok devletin de işgali ile karşı karşıya. Kürdistan’daki işgalin ve militarizmin bir benzerine rastlamak mümkün ve bu kadar özdeş yönleri bulunan halkların ve doğanın en büyük çözümüdür anti militarist duruş ve barış.

Karıncanın kardeşlerinin birleşme vakti geldi sınırların devletlerin ve bunların doğurduğu savaşın olmadığı bir dünyayı yaratabilmek için...