Fatih Gökhan Diler / Agos

Gezi Parkı eylemleri sırasında 3 büyük İstanbul kulübü Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarları bir araya gelerek direnişe destek verdiler. Bu birliktelikten ise herkesin diline dolanan bir yakıştırma çıktı ‘İstanbul United’. Biri Köln’den diğeri Prag’dan futbol tutkunu iki yönetmen Olli Waldhauer ve Farid Eslam ise taraftarlar arasındaki bu ilginç ittifakı gözleriyle görmek için Gezi eylemlerine katıldılar ve bu birlikteliği tüm dünyaya tanıtmak adına ‘İstanbul United’ filmini çekmek için hemen kolları sıvadılar. İki yönetmen, www.istanbulunitedthemovie.com adresinden bir bölümünü izleyebileceğiniz filmi tamamlayabilmek için Indiegogo sitesinde bir kampanya ile destek arıyor. İkiliden Olli Waldhauer ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Istanbul United filminin hikayesi nasıl başladı?

İstanbul’a 15 Haziran günü, sabah erken saatlerde vardık, yani ‘işgal edilmiş’ durumdaki Gezi Parkı’nı görme şansımız oldu. Aynı günün gecesi parkın polis tarafından ‘temizlenmesi’ görüntülerine de şahit olduk.

İlk seferinde 4 buçuk gün kaldık. 3 büyük kulüp Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftarlarıyla tanıştık ve onlarla röportajlar yaptık. Hatta 15 Haziran gecesi yapılan müdahale boyunca o taraftarlardan biriyle beraberdik.

Böyle bir projeyi gerçekleştirmek istememizin arkasında esasında içimizdeki futbol sevgisi yatıyor. Derbi mücadelelerin ve ezeli rekabetlerin ne demek olduğunu da az çok biliyoruz. Bizler de taraftarız. Açıkça söylüyorum daha önce Gezi’deki gibi bir ortam yaşamadım. Tamam, futbol taraftarları Kahire’deki olaylarda da önemli rol oynadılar ama İstanbul’da gerçekten tarih yazıldı. Etkilendik ve bu işe giriştik.

 

Türkiye’deki ‘ultra’ gruplarını nasıl buldun?

Bu soruya cevap vermeden önce şunu söylemek istiyorum: En başta anlamamız gereken ‘ultra’ denilen kişi bir holigan değildir. Ultraların farklı türde görüşleri vardır. Onlar için sahada oynanan oyundan ötesi yoktur. Futbol ve taraftarı oldukları takım onlar için adeta bir din gibidir. Holiganlar ise sahada olanla çoğu zaman ilgilenmezler bile, tek istedikleri kavga ve şiddettir...

Tabii ki şiddete meyilli ultralar da var ancak şiddete meyilli olmak ultra felsefesini benimsemiş olmaktan kaynaklanan bir durum değil. Ultralar endüstriyel futbola, bu güzel oyunun bir kazanç kapısı olarak görülmesine karşı dururlar. Bunun yanında stadyumlara bir sürü güzellik de getirirler, mesela koreografileri düşünün!

Tabii ki bir yandan onlar sayesinde statlarda çok güzel anlar yaşanıyor olsa da bazen ciddi öfke kontrolü sorunları da ortaya çıkabiliyor. Hatta bu konuda çok ileri de gidilebiliyor. Futbol sadece bir oyun kimsenin yaralanmaması ya da daha da kötüsü hiç kimsenin bu oyun yüzünden hayatını kaybetmemesi gerekir.

Türkiye’deki taraftar grupları belki de tüm dünyadaki gruplar arasında en iyileri... En güzel koreografilerden bazıları onlara ait. Öte yandan aralarında çok fazla kavga ettiklerini de biliyoruz ve bazen şiddetin dozu kaçabiliyor.

Taraftar gruplarının direnişe etkisi ne oldu?

Türkiye’deki taraftar grupları dünyanın diğer yerlerindeki ultralar gibi polisle çatışmaya alışık. Çünkü, açıkçası güvenlik güçleri ultra grupları içindeki insan çeşitliliğini algılayamıyor. Statlarda eline meşale alan herkesi şiddetle ilişkilendiriyorlar ya da her ultranın kesici, yaralayıcı alet taşıdığını düşünüyorlar. Başka bir yanlış ise ultraların sadece kargaşa çıkarmaktan hoşlandıklarını düşünmek. Taraftar gruplarına sürekli şüpheyle yaklaşılıyor. Bu açıdan Türkiye’deki ultra gruplarının işi gerçekten çok zor. Tamam, kabul ediyorum her çatışmayı polis başlatmıyor, ultra grupları da sütten çıkmış ak kaşık değil ama buradaki ölçüsüz ve akıl almaz polis şiddetini kendi gözlerimle gördükten sonra Türkiye’deki polisin saldırmak için hiçbir tereddüt yaşadığını düşünmüyorum. Varmak istediğim nokta, Türkiye’deki ultra grupları polisle nasıl çatışılacağını öyle veya böyle biliyor. Biber gazı, TOMA gibi şeylerle nasıl başa çıkacağını da biliyor. Aynı şeyleri Gezi Parkı direnişine katılanlar için söylemek zor.

Polis için bir değişiklik olmadı. Taraftarlara daha önce hangi yöntemlerle saldırdılarsa aynı şekilde protestoculara saldırdılar ve onlar buna hazır değildi. Röportajlar sırasında gördük ki diğer ‘normal’ protestocular taraftar grupları direnişe katıldıktan sonra kendilerini oldukça güvende hissetmeye başladılar; 3 büyük kulüp takımın taraftarlarının aralarındaki rekabeti unutup beraber omuz omuza direnişçilere destek verdiklerini görünce, formadaki renklerden daha önemli şeylerin, daha büyük bir amacın olduğunu herkes hissetti.

Pek çok kişi bu birlikteliğin uzun sürmeyeceğini düşünüyor.

Bu durumu en basit ifadelerle ortaya koyalım. Onları beraber direnirken, şarkı söylerken, gülüp eğlenirken, yemeklerini paylaşırken gördük. En nefret ettikleri takımın taraftarlarına güvenerek çatıştılar geceleri... Beşiktaş’ta kartal heykelinin yanında farklı renkte formalarıyla pek çok kişi gördük. Gezi Parkı’nda beraber çadırlarda kaldılar.

Şayet Gezi Parkı direnişi olmasaydı asla göremeyecek olduğumuz şeylere şahit olduk. Onları bir araya getiren şeyin direnişin ilk günlerinde protestoculara yönelik ölçüsüz şiddet olduğuna inanıyorum.

Eğer hükumet gaz atmak ve su sıkmak yerine direnişçilerle konuşmayı tercih etseydi durum başka olurdu. ‘İstanbul United’ Başbakan Erdoğan’ın kendi elleriyle yarattığı muhalif bir güç oldu.

Yeni sezonu bekleyip görmek lazım, bu kişilerin beraber aynı tribünde bir derbi maçı izlemek isteyebileceğini düşünüyorum. Ama bana göre illaki bunun olması gerekmiyor. Bir daha diğer takımlara ve onların taraftarlarına nefret duygusuyla bakmayacaklarını söyleyebilirim. Ama bağırmalar, küçük çekişmeler, sataşmalar da olacaktır. Bunlar futbola gerekli olan duygular. Bir derbi maçında tansiyon yükselmeyecekse tüm eğlence gitti demektir.

Sezon başladığında hikaye nasıl devam ediyor görmek için tekrar geleceğiz. Taraftarlar arasındaki bu sıkı ittifak sürecek olursa gerçekten bir tarih yazılmış olur ve bu dünyadaki diğer ultra hareketlerini de oldukça etkiler.

Film için destek arıyorsunuz, insanlar nasıl yardım edebilir?

İndiegogo’da 1 Ağustos’a kadar sürecek bir kampanya yürütüyoruz. Herkes ufak tefek bir şeyler bırakabilir. Bugüne kadar filmle ilgili her türlü masrafı kendi cebimizden karşıladık. Her hangi bir kurumdan destek almadık.

Bu filmde gördüklerin bizim bakış açımızı yansıtıyor. Amacımız ultra hareketini yüceltmek değil. Bu konuda gözümüz açık, olumsuz yönlerin ve bir takım insanlardaki şiddet potansiyelinin farkındayız. Şunu söyleyebilirim, bu çalışma Türkiye’deki ultra grupları hakkında her açıdan bakan, onların yaşamını, korkularını ve sevinçlerini yansıtan derin bir gözlem sunacak.

Film tamamen hazır olduğunda festivallere göndermeyi düşünüyoruz. Televizyon kanallarından da ilgi görüyoruz ama tercih ettiğimiz mecra orası değil. Bu yıl sonuna kadar mutlaka bitirmek istiyoruz, tek ihtiyacımız bir miktar maddi destek.