Büyük bir temaşa ile savaşı kutsadınız. Sıcacık evlerinizde, konforlu hayatlarınızda, savaşın sonuçlarını hesaplamadan, yüksek sesle ve bir linç cürmü ile, diğer tüm sesleri kısmaya çalıştınız.

Meseleyi bayrak, ezan, din ve vatan savunması olarak koydunuz. Kim ki daha çok bağırır, diğerinin sesini kısar, kim daha çok diğerini ötekileştirir ise onu en kahraman saydınız.

Tüm tarihsel bilgileri ve hukuku unutup varsaydınız ki bu bir İslam ordusunun haçlı ordusuna karşı seferidir.

Sosyal medyada linç başladı.

Polisler, barış isteyen insanların evlerini bastı.

Kimini tutukladı.

Basın organlarında sürekli zafer içeren, bültenler yayınladı. Vurulan noktalar, ele geçirilen dağlar tepeler, kasabalar, köyler… Bir partinin mitingvari toplantılarında coşkulu söylevlerinde anlatıldı. Oylara tahvil edildi, cephede kazanılan dağlar, tepeler.

Toplumu ayrıştırdınız. Toplumu böldünüz.

Ya bizdensin, ya değilsin. Bizdensen, daha bağır, daha bağır, çok bağır dediniz. İspat et rüştünü. Herkes herkesin muhbiri ve polisi oldu. Herkes herkesten korkmaya başladı. Bağrışlar daha fazla, daha fazla çıkmaya başladı.

Eğer bizden değilsen zaten düşmansın. Öylece tüm sizin gibi düşünmeyenleri tekfir edip, ötekileştirip daha da ötesi, polis ve adli gücünüzle cezalandırdınız.

Korkuttunuz, sindirdiniz. Biliyorum korkuttuğunuz ölçüde, siz de korkuyorsunuz. Zira öyle bir zaman ki, yarın kimin başına, ne gelecek, bilinmeyen bir zaman.

Bu yazıyı yazdığımda Afrin savaşı 15. günündeydi.

15 gün…

Halil İbrahim öldü. Babasına haber ulaştırdılar. Bursa yıkıldı başına.

Giresunlu Ufuk Aktağ.

Elazığlı Fevzi Gürsu.

Ispartalı Uzman Çavuş Ali Yılmaz daha 25 yaşındaydı. 25 yaş, ölmek için ne kadar erken bir yaş.

Bizim Kırıkhanlı Ahmet Bayram.

Mut ilçesini bilir misiniz? Astsubay Fatih Mehmethan’ın memleketi.

Ali Gümüş ile beraber gitti cenazeler o dağlar arasındaki şehre. Mutsuz Mut’a, Baba Mükremin Gümüş dağ gibi susmuş. Torunum babasız kaldı demiş. Zira şehidin eşi hamile.

Musa Özalkan…

Reyhanlı’da ölen Fatma Avlar daha 17 yaşındaydı. Lisede öğrenci.

Karşı tarafta ölenler kim mi?

Mesela dün gömülenlerin isimleri şöyle; Ahmet, Bilal, Muhammed, Mustafa, Sabit, Şiyar…

İsimler ne tanıdık değil mi?

Peki sordunuz mu acaba iki taraf kimin füzesi, bombası, kurşunu ile ölüyor?

Sorun, sormalısınız…

Tüm cevaplar burada çünkü.

Bir ihale daha tırtıklarım, bir kürsü kaparım, bir koltuk kaparım, bir masa kaparımcılar size sözüm yok. Bir derdiniz var belli. Bağırabilirsiniz…

Sözüm sanadır ey yurdum insanı, ey Müslümanlar, ey Türkler. Ey eve ekmek götürme derdinde inanmış iyi insanlar.

Siz kimin ümmetisiniz?

Hani bir köre bakmadı diye uyarılan bir peygamberin ümmeti değil misin?

Hucurat suresini bilmez misiniz? “Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık.”

Şura, danışma, akıl, adalet, kardeşlik…

Sizin mahallenizde şu söz, şiar, ne zaman unutuldu öylesine: “Seni Bu Kılıcımızla Düzeltiriz Ey Ömer”.

Yeniliyorsunuz belağlaştıkça, yeniliyorsunuz karunlaştıkça, yeniliyorsunuz firavunlaştıkça.

Bu sizin hikayeniz amenna. Oysa koskoca bir tarih vardı, sırtınızı yasladığınız, koskoca bir gelenek. Neye ciro ettiniz?

Koltuğa, ihaleye, makama, mevkiye, güce…

Umut zaferden daha değerlidir.

Biz bu savaşa hayır derken, ölen ve ölecek genç insanları gördük, onları bir istatistik olarak değil, analı babalı, eşli, çocuklu, can kuzulu gördük.

***

Ruhi Su şöyle söyler:

Ağaç demiş ki baltaya

Sen beni kesemezdin ama

Ne yapayım ki sapın benden

Bak şu ağacın bilincine sen

Ölen ben, öldüren benden

*

Bunca analar ağlayıp durur da

Akıp gider gelinciklerden

Kör müdür sağır mıdır bu ırmak

Ölen ben, öldüren benden

*

Her yerde böyle olmuş bu

Önce dağa, taşa, ağaca söyletmiş halk

Sonunda sabahın bir yerinden

Uyanıp kalmış ayağa ırmak

Ölen ben, öldüren benden

*

Sorun ey insanlar, “ölen ben, öldüren ben isem peki kimin kurşunu bombası füzesi ile?”

Peki neden?