Şiir kitabı yayımlatmak ya da deveye hendek atlatmak! Hangisi kolay derseniz, önceliği deveye vermek lazım gelir derim. Hiç değilse deveyi kıvamına getirirseniz hendekten atlatabilirsiniz. Belki de deve hazretleri hendeği atlamamak için kendince makul sayılabilecek gerekçelerini tüketmiştir. O an için de insafa gelmiştir. Belki de gün boyunca bilgiç birisi çıkıp ekşi bir suratla: ”boynun niye eğri” gibi ahretlik sorular yöneltmemiştir hazrete.

Yıllar önce ilk şiir kitabımı çıkarırken yeni bir şair olarak şiirlerimi yayınladığım “Sorun” dergisi ve “Sorun Yayınları” sahibi Sırrı Öztürk’e bu isteğimi ilettiğimde hiç kitap masraflarından falan bahsetmedi. Biz de matbaacılık yapan bir arkadaşımın desteği ile kitabı çıkarıp Sorun yayınlarına teslim ettik. Bir kaç yıl sonra Sırrı Öztürk’ten kitabın satışıyla ilgili bilançoyu içeren dost mektubunu aldım. Yazdığı mektupta kitabın satış sayısını ve bana göndereceği miktarı belirten kısa bir not da vardı.

Bir yayıncının titizliğini ve onurlu tutumunu ilk kez onda gördüm. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplamıştı. Ben de onun bu tutumuna karşı bana göndermek istediği meblağı yayın evine bağışladığımı belirttim. Kabul etmedi, ama onun arkasından gelişen cezaevi süreci sonrası bir daha görüşemedik.

Geçmişteki anılardan ve ilkeli yayıncılık anlayışının güzel esintileri arasından günümüze geldiğimizde durum daha vahim. Sanal ortamda onlarca yayın evi türemiş, bu yayınevleri ilk kitabını parayla basacağı yazar/şair adaylarına çeşitli seçenekler sunuyor artık. Kitap adedi ve yayıncı desteğine göre belirlenen baskı paketleri alıcısını bekliyor internet vitrininde. Bu tür yayıncılığı biraz da gündemimiz dışına taşıyarak piyasa koşullarına göre konumlanan yayıncılara değinmek istiyorum. Özellikle şiir konusunda kendi pratiğimden edindiğim bilgilerle piyasa edebiyatının içler acısı haline dokunarak bir nebze olsun “körler sağırlar birbirini ağırlar” algısının yarattığı iklimin zehirli havasına temas etmek istiyorum.

Yıllardır yazılıp çiziliyor piyasacı star yaklaşımının edebiyatımıza etkileri üzerine. Tüm bu karmaşık ilişkilerin içinde iş şiir kitabı basmaya gelince böyle bir talebe karşı otomatikleştirilmiş (hatta içselleştirilmiş) farklı davranış kalıplarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. (Her bir kalıbın da piyasaca ön kabulleri yapılmış kendi içinde tutarlı açıklamaları var.)

Bunlardan birincisi ülkenin belli başlı yayınevlerinin takındığı ukala tavırdır. Onlar dosya başvurularına hemen programlarının dolu olduğunu kuru birkaç cümleyle ifade ederek yanıt veriyor. Belirli isimlerden ve kendi bağlantıları dışında gelen dosya basım taleplerine otomatik olarak hep aynı yanıtı veriyorlar. Bu yanıtta kes kopyala yapıştır yaptıkları için bazen yanıt yazdıkları ismi unutup bir önceki mail hesabına gönderilen isimle bile sana dönüyorlar.

Butik işletmecilik düzeyinde olanlarsa onlardan çaldıkları rolle programlarının dolu olduğunu, incitmemek adına da başvuru sahibine başarılarının devamını dileyip kurtuluyorlar verdikleri cevabın vebalinden. Nasılsa her gün onlarca yazar adayına internet üzerinden aynı cevapları gönderiyorlar kes yapıştır tekniğini kullanarak. Çağımız bıktırıcı tekrarlar dünyasına dönüştüğüne göre beis yok klavyenin tuşlarından aynı ruhsuzluğu posta kutularına dağıtmaktan başka.

Asıl üzerinde durmak istediğim bir grup var ki onlar bu piyasanın kompedanı olmuşlar ve kendi içlerinde birkaç gruba ayrılıyorlar.

Birinci grup en insaflı olanı kitap basım ücretini talep edip basılan şiir kitabının (pazarlık gücünüze göre) belli bir oranını şaire gönderiyor. Basım işinden sonra ortalıkta pek yayıncı gözükmüyor. Telefon ve mesajlarınıza yanıt verilmediği gibi kitabınıza ilişkin herhangi bir çalışma da yapılmamış oluyor. Size gönderilen kitapların epeyce yüklü kargo ücretini ödedikten sonra kitaplarla baş başa kalıyorsunuz. Aldığınız kitapları eşe dosta dağıtarak şairliğinizi yakın çevrenizde yaşamış oluyorsunuz böylece.

Diğer grup kitap basım parasının üstünde para isteyerek kitabınızın arkasında duracağını vaat ediyor. Bu gruptakiler yüz kitabı şaire verip protokol kitapları gönderdikten sonra 300-350'sini kitap fuarları ve internet siteleri aracılıyla satabilmenin derdine düşüyorlar.

Asıl tüccar yayınevi diyebileceğimiz kesim de kitabı fahiş bir fiyata basarak şairi kitap fuarı, etkinlik etkinlik gezdirip şairin topladığı parayı da cebe atıyor. Bunun karşılığında şiirden çok şairi görünür kılmak için elindeki sınırlı olanakları kullanarak aldığı parayı hak etmeye çalışıyor.
Bu arada şiir mi dediniz? O önemli değil bazıları için bu çark böyle devam etsin yeter...

Parayla kitap basıp kazanç elde etmenin adı sol bir argümanla “dayanışmaya” dönüşmüş.

Bütün sol kavramlar piyasacı edebiyatın döngüsü içinde bu anlayışa hizmet edecek şekilde yeniden yorumlanmış.

Edebiyatta, derin teşkilatın değirmeni öğütmeye devam ediyor insanlığımızı, hayallerimizi.