24 Nisanda, maneviyata gittiğin günden beri sana bir mektup yazacaktım. Bugüne nasip oldu. Dün akşam ailenle beraberdim. Evinize ikinci defa uğradım. Aileni tanıma fırsatım oldu, seni çekiştirdik. Hakkında, sohbet ederken ortak yönlerimizi fark ettim. Uzaktan da nerdeyse akrabaymışız bu arada.
 
Benim gibi sende Anadolu kökenli, Konya Ereğliliymişsin. Liseyi ben ve niceleri gibi Maçka Meslek’te okumuşsun. Bölümün Plastik sanatlarıymış. Aldığın eğitim sonrası yaptığın tüm eserleri evinde en güzel yerlere koymuşlar. Ailen onlara bakarak seninle sürekli sohbet ediyor.
 
Baban, Paşa adlı köpeğini sevdirdi bana dün. Askerden geldiğinde sana sürpriz yapmak için satın almışlar. Paşa sanırım evinizdeki sana ait tüm eşyalardan senin kokunu iyi biliyor. Ben içeri girerken bana önce havladı ama senin hakkında konuşurken bir anda sakinleşti, kucağıma yattı ve bizi dinledi.
 
Kız kardeşin ve Eniştenle de tanıştım. Emin ol tüm aile senin hatırlarını konuşurken göz bebekleri parlıyor. Enişteni ailene en büyük direnç kaynağı olarak gördüm. Umarım bu zor günlerde gücünü ve umudunu kaybetmez... 
 
Maman, öğretmenlik yaptığı dönemi anlattı. Senin çok zayıf ve erken doğduğunu söyledi. Askere gönderene kadar nice anneler gibi büyük zorluklarla büyüttüğünü anlattı. Onun ruh halini çocuklarını kaybeden tüm anneler bunu en iyi anlayabilir. Bunu benim anlatmamı ne olur isteme, imkansız. Maman sürekli sana söyleyemediklerini ya da içinden geçenleri yazıyor. Sanırım o yazıları sen de okuyorsundur. Anne ve oğul olarak kim bilir ne kadar çok şey paylaşımlarınız olacak... 
 
Yazıların bir tanesini bana okuttu. ‘Askeriyenin oyun yeri olmadığını sanmıştım’ diyor, bir bölümünde. Hatta benim yaşadığım bu acının bu topraklarda yaşayan hiç bir anneye nasip olmamasın dileklerini de eklemiş. Bunları yazarken Sevag, Niko, Baran, Ahmet diye ayrım yapmadan diye yazmış. Ama diyemedim ki, ne acıdır ki, yıllardır anneler hep ağlıyor. Biz de buna seyirci kalıp çözüm üretemiyoruz. Sizlerin göç ettiği yerde acaba bir ayrım var mı ki? Olduğunu hiç sanmıyorum...
 
Baban biliyor musun senden çıkan her haberi cebinde taşıyor. Minik bir not defteri almış konuştuğu kişileri ve öğrendiği bilgileri not alıyor. Her konuştuğu kişiden bir umut bekliyor. Askerde boynundaki künye de, onun boynunda şu an. O künyeler boyunda 2 tane takılı olurdu askerde. Biri senin yanında diğeri de babanın boynunda. 

Nişanlınla tanışamadım Sevag . Onun acılarını sadece medyadan görebildim. Sadece şunu biliyorum izine geldiğinde ondan hiç ayrılmamışsın. 

Mahkemede yaşananları biraz konuştuk. Asker arkadaşların birçoğu o günü tam hatırlayamıyor sanırım. Hatta bazıları ifadelerini de değiştirmiş. Seni aramızdan alan silah arkadaşının da, tutuklu kalmasına gerek duyulmamış. Buna ben pek anlam veremedim. Senin yaşanan olayı anlatma şansın yok tabi. Aramızdan alan arkadaşının alarm haline geçip kurşunu tüfeğin ağzına verdikten sonra senle şakalaşmaya gelmesi bana şaşırtıcı geldi. Bu durum sanırım yargıyı pek şaşırtmamış ki serbest kalmış...
 
Silahı, tabancayı çocukluğumdan beri sevmem. Senin de benim gibi oyuncak tabancan bile olmamış. Sen de silahı askerde tanımışsın. Ben çocukluğumda tanımadığım bu illet aleti hiç tanımamak isterdim. Ama ne yazık ki birileri o aleti sevdirebilmek için her şeyi yapıyor...
 
Sevag, sana kendimle ilgili bir bilgi vereceğim. Senin yaşadığın bu acıdan sonra ben de çok korkuyorum. Hrant abi, derken, bir de senin durumun. Bazen beni de güvercin ruh haliyle uzak diyarlara göç etme hayaline sevk ediyor. Doğduğum bu topraklarda göç etmeyi de kabullenemiyorum. Ama benim gibi tedirgin olup başka diyarlara sessizce giden insanların olduğu kuşkusuz.
 
Neyse çenem çok düştü Sevag. Bu dünyada senle tanışamadık ama aslında ne kadar konuşacak, dertleşecek konular ve ortak yönlerimiz varmış meğer. Ben sana arada yine mektup yazacağım ama ne olur sen başkalarına yazma. Senin gibi kötü yaşanmışlığımız son olsun...
 
ASDVAS HOKİN LUSAVORE SEVAG YEĞPAYR.

(RAB RUHUNU KALBİNİ AYDINLATSIN KARDEŞİM)