Her şey genç bir kızın ölümüyle başlar. Kızılderili’dir kız. Hasta ve bakıma muhtaçtır. Hiçte alışık olunmadığı şekilde Meksikalı bir gençle evlenmiştir. Zaten kız ile ilgili bilinen başka da bir şey yoktur. Zira Meksikalı Kabrero’nun hikayesi ölen karısını gömmek için toprak aramasıyla başlamıştır.

Bu evliliğe ilk karşı çıkan Kabrero’nun ağabeyi olmuştur. Ona göre Kızılderililer tembel olurdu. Yalan söylerlerdi. Kötü kokarlardı. Tanrı, onları öbür kullarından ayırabilmek için bedenlerine kötü bir koku yerleştirmişti. Hem aileye bir Kızılderili’nin katılması herkese mutsuzluk getirecekti. Örneğin ağabeyinin karısı bir Kızılderili’ye nasıl “Eltim” diyebilecekti! Üstelik Rahipte bu evliliğe karşı çıkmış ve benzer şeyler söylemişti. Rahibe göre Kızılderililer hem inatçı hem de aptal olurdu! Üstelik kız kendi dinlerine girmek istese bile bu hemen olmazdı. Kaldı ki her şeyi göze alıp kızla evlenmeye kalkışsa bile Kabrero artık Kilisenin üyesi sayılmayacaktı.

Hiçbirini dinlemez Kabrero. Kızın yoksul ailesi ile birlikte kaldıkları barakada sade bir tören yaparlar. Hastadır kız. Göğsünün altında bir yara vardır. Öte yandan kasabadan dışlanmışlardır. Bu yüzden bir dağ kulübesine taşınıp orada yaşamaya başlarlar. Keçileri, tavukları ve birde ekip biçtikleri tarlaları vardır. Lakin kısa sürer bu mutluluk. Kızın yarası iyileşmemiş ve bir süre sonra da kız ölmüştür. Kabrero karısını dağın başına gömmek istemez. Ölmeden önce karısıyla birlikte kazdıkları kuyudan çıkardığı temiz su ile karısını bir güzel yıkar. Hiç giymediği çamaşırları giydirir. Bir sedyeye bağlayarak dağ kulübesinden kasabaya doğru yola çıkar.

Birkaç günlük yoldur Kasaba. Yorulduğunda sürekli karısının yanına uzanır. Bir sabah uyandığında gümüş haydutlarının cesedi çaldığını görür. Kısa süreli bir çatışma çıkar. Kabrero omzundan yaralanır. Haydutlar tabutun içinde gümüş olduğunu sanmıştır. Bir süre sonra gerçek anlaşılır.

Haydutlar kasaba girişine kadar yardım eder Kabrero’ya ve tabutu kasabaya birlikte getirirler. Kasabalı Kabrero ile tabutu yan yana görünce tabutun içinde koca bir av olduğunu sanır. Ağabeyi çok uzaktan seslenir kardeşine “Vurdun kaplanı ha, gerçekten vurdun mu? Beş yüz dolarlık ödül var bu kaplanın başına” diye sevinç çığlıkları atar! Kabrero bitkindir. Bir taşın üzerine zor atar kendini. “Sersem” der ağabeyine “karım o. Karım öldü.”

Ağabeyi kızar kardeşine. Onu neden getirdin dağda gömmedin diye bağırır. Kabrero “Bu doğru olmazdı o benim karım ve burada kendi topraklarımıza gömeceğim” der. Oysa asıl sorunu Rahip çıkartacaktır. Kabrero “Babam bir zamanlar annemle kendisi için bir parça toprak satın almıştı mezarlıktan. Ayrıca orada ağabeyimle benim içinde yer var. Kendi yerime gömeceğim onu” der. Rahip kabul etmez! Kutsal toprak orası der. Kabrero’yu geri çevirir.

Bütün uğraşlar boşa çıkar. Ceset dağlara gitmelidir artık. Madem Kızılderililer vahşidir öyleyse vahşi topraklarda gömülmelidir karısı! Ama bu normal yollardan olmayacaktır. Kobrero en sonunda, karısının cesedini yine sarp kayalıklara geri götürüp yardan aşağı atmak ve o yarın dibinde onu usulüne uygun biçimde yakmak zorunda kalmıştı.

Kabrero karısı için tek başına yaptığı o töreni bitirir ve usulca oradan ayrılır. Yürürken, iki yeşil gölgeli yıl boyunca ağzına alma gereği duymadığı sözler dökülür dudaklarından ilk defa ve dönüp karısına şöyle seslenir:

“Yat sevgilim. Kıpırdama. Yat bir tanem. Seni içime gömdüm...”

Andrew Jolly’in 19. Yüzyıl Meksika’sını anlattığı hüzünlü bir kitaptır “Seni içime gömdüm” kitabı. Peki değişen ne? 19’uncu yüzyılda Meksika’sında Kızılderili, 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde Kürt ve Alevi. Dersim’e, doğduğu topraklara gömülen Hatun Tuğluk annemize saygıyla.