Selahattin Demirtaş’ın Seher kitabını belki geç oldu ama okudum.

Bizim bu taraflara (Avrupa’nın ortaları) haberler değilse de kitaplar geç geliyor. Bir de onu ilk sıraya almayınca bu zamanlara kaldı.

Edebiyat eleştirisi yazacak kadar uzman değilim. Bence bu kitap için böylesi bir yaklaşım zaten ikincil önemde.

Önemli olan, ülkemiz siyasetinde ağırlıklı bir etkiye sahip bir kişinin insan sevgisini, insanca duyguları yalın ve etkileyici bir şekilde anlatması, içinde taşıması ve bunu yakından görmek. Her bir öyküde insanca ilişkilerin, duyguların kaynaklandığı ve daha da büyüyerek aktığı yerleri görmek mümkün.

Siyasetin iyice kirlendiği bir dönemde bu duyguların bir siyasetçi tarafından böyle safça taşınıyor olması, Demirtaş için değil ama genel siyasi atmosfer için şaşırtıcı. Umutlarımızı da büyütüyor.

Umutlarımız bizi yalnız bırakmasa da kirlilik, cahillik, şiddetten başka mahareti, söyleyecek sözü, aktaracak fikir kırıntıları olmayanların yarattığı mağduriyetler, zulümler, ölümler, yalanlar, halkın üretkenliğini hoyratça sömürerek iktidarlarını sürdürmeleri de yakamızı bırakmıyor.

Bir öykülerden taşan ve siyaset yapma tarzını, esasını besleyen insan sevgisine, inceliğe bakın bir de ağzından her fırsatta “Vurduk Mu Oturturuz”, “Ulan Ahlaksız”, “Sen Kimsin be Terbiyesiz”, “Alçak”, “Vatan Haini”, “Ahlaksız”, “Namussuz” “Mandacı Artığı”, “Ruhu Kirlenmiş”, “Kız mıdır, Kadın mıdır Bilmem” ve daha birçok nefret söylemi, hakaret fışkıran, insan öldürmekle, çoğu kadın, çocuk ve sivil olan bomba yağdırdıklarını cehenneme göndermekle övünen, düşmanlık eken, büyüten siyaset anlayışına. Ruh sağlığımız için bizim, iyi ahlaklı ve insan sever olmaları için de çocuklarımızın bu seslerden uzak durması gerekiyor.

Bu iki tarza bakınca ve Seher’in umut dolu, taze rüzgarlarını getirenlerin hapislerde tutulduğunu görünce “Neden koca koca ülkelerin başlarında en kötüler, cahiller, ahlaki değerlerle en basit bağ kurmayanlar var da eksikleriyle birlikte en iyiler, hadi en iyileri bırakalım, asgari insani değerleri taşıyanlar yok” sorusu insanın içinde büyüyor.

Halkına sürekli yalan söyleyen, her gününü halkı nasıl kandırırım, maniple ederim, yolsuzluğa bulanmış iktidarımı sorgusuz sualsiz savunacak hale getiririm diyen, iktidar için sürdürülen savaşlardaki ölümleri, asker cenazelerinin tabutuna yaslanarak pazarlayan bir anlayışın hala iktidarını ve desteğini sürdürebilmesine dair merak, daha çok da isyan, başka tarzı yakından tanıdıkça daha da artıyor.

Aynı kişilerin “Çözüm Süreci” adı altında Kürtleri, ilericileri kandırmak için MHP’yi şehit kanını kullanmak istemekle suçlamasındaki, idam edilen devrimcileri gözü yaşlı bir şekilde anmasındaki sahtekarlıklarını ve yüzsüzlüklerini hatırlayınca, hisler acı gülümsemeyle birlikte öfkeye dönüşüyor.

Kirli bir servetin (servetin temizi olmaz zaten), iktidar olanaklarını en kaba bir şekilde kullanarak nasıl biriktirildiğini apaçık ortaya koyan (yasal yollarla elde edilmediği için hukuki değeri olmayan ama gerçeği gösteren) ses ve görüntü kayıtlarına rağmen iyiler hapiste, kötüler hala bu çarkların başında.

Öyle bir dünya ki, sömürerek açlığa, yoksulluğa mahkum ettiği ülkeleri bir de bok çukuruna benzeten, nükleer silahlarla ülkeleri haritadan silmekle tehdit eden, yeni savaşlar planlayan, cehaleti sözlerinden, davranışlarından akan, adı neredeyse her gün taciz vd. skandallara karışanlar dünyanın en güçlü ülkesinin başına geçebiliyor.

Üreten, alın teriyle yaşamını, geleceğini kuran emekçi çoğunluk dünyanın hiçbir yerinde bu yalanlara, kirliliğe değil, öykülerde anlatılan insanlığa, umuda layık. Bunu anlamadıkça insanlar, ruhlarını, masumluklarını kirleten ateş saçan zehirle kendilerini yok edecekler; kırıntılarla beslenip, sahte umutlar ve cennetlerle büyülenecekler ve en çok, en çok, ruhsuz bir kola dayanak olacak süslenmiş tabutlarıyla kirli servetlere (bir daha yazalım, servetin temizi olmaz zaten) servet taşıyacaklar.

Sesimiz çıktığınca anlatmalıyız. Yalan söylüyorlar, çalıyorlar, öldürüyorlar, yok ediyorlar.

Seher’de yazıyor. Ve özgürlüğü, dayanışmayı, kardeşliği anlatan türkülerimizde, şiirlerimizde, romanlarımızda.