Kayıplar ve ilhamla geçip giden bir yıl sonlanırken, her mahallem toz duman. İkircikli ümitler yerini tedirgin bir tedbire, soluksuzluk ise ufuktaki solgun bir umutsuzluğa bırakır gibi. Uzaklarda görünen bir şafak ve onun önünde tüllenen koca bir mutsuzluk. Sahip olduğun kadar değil, düşünüldüğün kadarsın. Bunca söz yığmışken kucağına, özlenir miyim? Hiç miyim, yoksa merkezi miyim dünyamın? Şeklen beden, aslen ışık; azken, çoksun...

Asırlar tüm sırlarını son anda kustuğunda, aşklar korkulara dönüştüğünde, Altay’ın kanlı kral tahtını kar ve keder aldığında, şarkılar sustuğunda ve en güzel anılar eskimiş birer şapka gibi atılıp savrulduğunda, yapılacak tek şey kendine dönmektir. Geri gelmek, o kuytu sığınağa ve korunaklı sipere. Ve dökülmek, ulu orta.

Sımsıcaktı, buz tuttu. Kayıp sayfalar kadar soğuk, adamakıllı üşütüyordu. Sonra yine buzlar çözüldüğünde, mevsimi geçmişti, iklimler değişti. Kaç kalp eridi kaldı bu tende ve kaç çomak çevrildi âlemde, hepsi de senin sayende. Sensin tüm oyunların hilesi ve bu silsilede sensin yine tek düğüm. Doğumum, toyluğum ve ölümüm. Varlığım zaten kalmadı, yokluğum bile sanki senin sayende. Güller ve küller karışırken nehre, yeniden doğum umudu dolaşır durur dingin ve zinde bir zihinde.