Neşe Düzel’e konuşan siyaset bilimci Doç. Yüksel Taşkın: Tek adamlığın yanılmazlığı durumu yaşanıyor. Biz bu tekçiliğe demokrasi diyemeyiz!

 

“Gülen Cemaati, AK Parti’nin dindar ve laik kutuplaştırmasını keskinleştireceğinden ürküyor ve AK Parti’nin bu stratejisini istemiyor. Çünkü Cemaat’in dünyaya verdiği projeksiyon ılımlı İslam. Ilımlı İslam üzerinden küresel güç kazanmış hareket bu.”

 

“Siyasete bakış tarzı olarak dinci Kemalizm bu! Modernizmin insanları şekillendirme cüreti vardır. Dinî hareketler buna karşı olduklarını söylerler ama bu gerçek değildir. Aksine çoğu dinî hareket insanı şekillendirme hakkını sadece kendinde görür.”

 

“AK Parti, teknolojiye meraklı olan ama muhalif kişiliği olmayan, çok talepte bulunmayan dindar bir kitle yetiştirmek istiyor. Kamu okulu üzerinden kendi bakış açısıyla insan yetiştirmek istiyor. Kemalizm’i eleştirenler şimdi bunu da eleştirmeliler!”

 

***

NEDEN YÜKSEL TAŞKIN

AK Parti henüz on yıllık bir parti ve on yıldır da iktidarda. Bu yüzden on yıl boyunca yapılanlar da ve söylenenler de sesli olarak çok net hafızalarda. AK Parti özellikle son bir yıldır öyle hızlı bir değişimden geçti ki, onu destekleyenler de eleştirenler de partideki büyük değişimin nedenini anlayamıyorlar. Demokrasiden otoriterliğe, açılımlardan kapanmacılığa, barışçılıktan savaşçılığa, Avrupa Birliği çizgisinden Ankaracılığa, hak ve özgürlükçülükten herkese ve her yere nizam vermeye neden savrulduğunu kavrayamıyorlar. Komşularla sıfır sorun diyen AK Parti neden bütün ülkelerle sertlik üzerinden ilişki kuruyor? Hangi düşünceyle komşularını karşısına oluyor? Libya’da bekleyen Türkiye neden Suriye’de herkesten önce savaşın eşiğine geldi? Halkın büyük çoğunluğunun Suriye politikasını tasvip etmediği kamuoyu araştırmalarıyla ortaya çıkmışken ve halk savaşa karşıyken AK Parti bu sert politikadan içeride nasıl bir siyasi sonuç bekliyor? Hep halkla uyum içinde olmaya özer göstermiş olan AK Parti niye şimdi bu özenden vazgeçiyor? Halkın çok fazla desteklemediği 4+4+4 reformunda hangi siyasi hesaplarla inat ediyor? Uyguladığı Kürt politikasından ne bekliyor? AB’nin demokratik kriterleri artık AK Parti’yi rahatsız mı ediyor? AK Parti merkez parti olmaktan vazgeçip Türk-İslam sentezine mi geri dönüyor? 12 Eylül Referandumu’ndan önceki AK Parti ile bugünkü AK Parti arasında öyle büyük bir fark var ki, onu böyle değiştirecek ne oldu? Bütün bu soruları Türk sağı, İslamcılık, milliyetçilik, muhafazakârlık ve din sosyolojisi üzerine çalışan ve çok parlak akademisyenlerden biri olan siyaset bilimci Doç. Dr. Yüksel Taşkın’a sorduk. Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yüksel Taşkın’ın “AK Parti-İslamcılık ve Ortadoğu” isimli kitabı önümüzdeki günlerde Birikim Yayınları’ndan çıkacak.

***

NEŞE DÜZEL: Bugün AKP’yi eleştirenler de destekleyenler de, bu partideki büyük değişimin nedenini anlayamıyorlar. AKP’nin Avrupa Birliği’nden yerelliğe, demokrasiden otoriterliğe, barışçılıktan savaşçılığa neden savrulduğunu kavrayamıyorlar. Önce savaştan başlayalım. Komşularla sıfır sorun diyen AKP neden böyle bütün ülkelerle sertlik üzerinden ilişki kuruyor?

YÜKSEL TAŞKIN: Arap Baharı sürecine aslında bütün ülkeler hazırlıksız yakalandı. Ama Türkiye’de ayrıca önemli bir sıkıntı var. AK Parti kurumsallaşamadı. Partinin gençlik kolları başkanından kadın kolları başkanına kadar her şeyle Başbakan ilgileniyor. Bu yüzden de hükümet meseleler üzerinde uzun düşünmüyor, hükümetin a, b, c, d planları olamıyor. Konuyu bilenlerle konuşulmuyor. Suriye gibi bir kriz karşısında sadece aceleyle çok hızlı adımlar atıyor.

 

Libya’da Kaddafi’ye karşı uluslararası harekâta AKP önce karşı çıkmıştı. Suriye’de ise herkesten önce savaş çizgisine geldi. Bu çelişkinin açıklaması ne? Neden aniden Suriye ile savaşın eşiğine geldik? AK Parti neden birdenbire Esad’ı düşman ilan etti?

 

Esad’ın çok çabuk düşeceğine dair hesap yaptı ve yanıldı. Ama şu da var. AK Parti, Suriye Ulusal Konseyi’nin oluşumunda baştan itibaren Müslüman Kardeşler yanlısı bir tavır takındı. Ben o dönemde Suriye’ye çok gidip geldim. Bunu o süreçlere katılan Suriyeli muhaliflerden de duydum. AK Parti hükümetinin daha baştan Müslüman Kardeşler’e çok fazla angaje olduğunu söylüyorlar. Zaten AK Parti’nin, Esad’a karşı mücadeleyi Müslüman Kardeşler üzerinden götürmeye çalışması yüzünden Konsey, Esad karşıtlarının tümünü çatısı altına alamadı. Bir sürü muhalif, Konsey’e katılmadı. Ayrıca AK Parti Konsey’den, Kürtlerin gelecek Suriye rejiminde etkin bir konuma gelmemelerini de istedi.

 

Niye?

Çünkü AK Parti, kendi ideolojik sınırlarını aşamadı. Suriye’de PKK ve Barzani yanlısı irili ufaklı 15 kadar Kürt partisi vardı. AK Parti’nin bu politikası sonucunda onlar, “biz Konsey’de yer almayız” dediler. Özgür Suriye Ordusu’na da yaklaşmadılar. AK Parti’nin ideolojik sınırları ve yanlış adımları yüzünden Esad’a karşı Suriye muhalefeti baştan zayıf doğdu. Hatta bazı muhalifler, Türkiye’nin çok fazla müdahil olmasından ötürü silahı bıraktılar.

 

Peki, ne yaptılar?

“Ne Esad, ne Konsey ne de Özgür Suriye Ordusu” deyip silahsız muhalefete başladılar. Suriye meselesi AK Parti’nin bugüne kadar uluslararası politikada en büyük başarısızlığı oldu. Bugün bütün araştırmalar halkın yüzde 60’ının hükümetin Suriye politikasını onaylamadığını gösteriyor. AK Parti düşen topların ardından yaptığı savaşçı söylemlerle kamuoyunu Suriye konusunda ikna etmeye çalışıyor. “Bakın Esad kaldıkça bizim güvenliğimiz tehdit altında. Ondan kurtulmamız gerek. Bizim politikamız doğru” diyor ama...

 

Esad’a diktatör diye karşı olan AK parti, bütün dünyada soykırım sanığı olarak aranan Sudan diktatörüyle askerî anlaşma imzaladı. Bu çelişkiyi nasıl açıklayacağız?

 

AK Parti sadece Sudan’ı değil Irak Başbakan Yardımcı Haşimi’yle ilgili duruşunu da açıklayamıyor. Türkiye bu hamlesiyle Irak’taki esnekliğini ve manevra alanını da kaybetti. Oysa Haşimi, Katar’a gidebilirdi. Katar’ın demokrasi iddiası yok! Bütün bunlar, Erdoğan’ın kongre konuşmasına da yansıyan ideolojik duruşunun getirdiği sınırlamalar aslında.

 

AK Parti’nin ideolojik duruşu nedir?

AK Parti, her yerde kendi kimliğine daha yakın olan Sünnileri öne çıkarmaya çalışıyor. Bu Sünni yanlısı tavır, Irak politikasına da yansıdı. Irak’la ilgili meselede Sünniliğin hamiliğini yaptı. Başbakan Erdoğan, “ben Irak’a gittiğimde Şiilerin de Sünnilerin de kutsal yerlerini gezdim” dese de, bizimle ilişkisinin kötü olmasından hiçbir çıkarı olmayan Irak devletinin pratikte bizden endişelenip, gidip Rusya’dan beş milyar dolarlık silah almasına neden oluyor. Bu silahları Türkiye’yi caydırmak için satın aldıklarını daha yeni kendileri açıkladılar. AK Parti’nin bu ideolojik duruşu dinsel milliyetçiliktir!

 

Dinsel milliyetçilik nedir?

Osmanlı ile Ortadoğu’nun çok sıcak ve güçlü ilişkileri olduğuna ve bunun Cumhuriyet’le kesildiğine dair bir kurgusu var bu bakışın. Dolayısıyla Osmanlı’nın İslam dünyasının koruyucusu ve hamisi olduğu iddiası var. Ve bu koruyuculuk rolü üzerinden kurulan bir hiyerarşik ilişki var. Ama bu kurgu doğru değil. Bu bir icat!

 

Nasıl icat?

Kurgudaki gibi, Osmanlı’nın Araplarla kültürel bir alışverişi yok ki! Osmanlı’da 215 vezir var. Bunların ancak üçü Arap’tır. Bu vezirlerden 78’i Türk, 30’u ise Arnavut. Osmanlı’nın ulema hiyerarşisinde de Arap medreselerinden gelen insan yok. Hukukçular hep İstanbullu. Ayrıca Arap paşaların Osmanlı ordusunda bir yeri yok.

 

Tam olarak ne anlatmak istiyorsunuz?

Şunu söylemek istiyorum. Ne askerî olarak, ne dinî olarak, ne de yönetimsel olarak Osmanlı, Arap’tan besleniyor. Sadece Balkan toprakları kaybedildikten sonra Halifeliği ve din kardeşliğini kullanma anlamında Abdülhamit’in bazı hamleleri oluyor. Ama AK Parti’nin kurgusunda, Araplarla sıkı ilişkilerin Cumhuriyet’le kesildiğine ve şimdi AK Parti’nin bu ilişkiyi tamir ettiğine dair gerçek hayatta karşılığı olmayan bir söylem var. Çünkü AK Parti bazı meseleleri tamamen ideolojik açıdan görüyor. Bu yüzden de Suriye meselesinde şunu söyleyemiyor. “Türkiye, Kürt’üyle, Ermeni’siyle, Hıristiyan’ıyla, bütün Suriye vatandaşlarının anayasal haklarıyla var olacağı özgür bir Suriye özlüyor” diyemiyor.

 

Bunu niye diyemiyor?

Sürekli Suriye halkı diyor ama “bu Suriye halkı kim?”, hiç somutlanamıyor. Çünkü AK Parti, Ortadoğu ve İslam dünyasına Sünni bir bakışla yaklaşıyor. Dünyayı din kurgusuyla görüyor ve Sünnilik üzerinden bir dayanışma ağı oluşturuyor. “Batı’yı nasıl Hıristiyanlık temsil ediyorsa bizim medeniyetimizi de İslam temsil ediyor. Biz de onun koruyucusuyuz” diyor. Osmanlı geçmişi nedeniyle Türkiye’yi, Ortadoğu’nun ve İslam dünyasının doğal lideri olarak görüyor. Ayrıca Osmanlıyı da Türk hâkimiyeti üzerinden algılıyor.

 

Siz de söylediniz. Halkın büyük çoğunluğunun Suriye politikasını tasvip etmediği kamuoyu araştırmalarıyla ortaya çıktı. Halk savaşa karşı. AKP buna rağmen sertlikten vazgeçmiyor. Nasıl bir siyasi sonuç bekliyor bu politikadan?

Olumlu bir siyasi sonuç çıkmaz bundan. AK Parti, Suriye sorunu karşısında dağıldı, Suriye politikasını toparlayamıyor. Eğer iktidarda desteği biraz daha düşük bir parti olsaydı, Suriye başarısızlığı o partiyi iktidardan götürürdü. Suriye politikası Gaziantep’ten Adana’ya ekonomik hayata darbe vurduğu için AK Parti’ye bölgede oy da kaybettirecek. Bugüne dek bütün uluslararası meselelerde dışarıdan içeriye müthiş bir güç getiren, dış politika başarılarını içeride güçlenmek için kullanan, iç ve dış politika ayırımını ortadan kaldıran AK Parti, ilk kez bir başarısızlık yaşıyor. Ama “yanıldık, politikamızı değiştirmemizde fayda var” diyemiyor.

 

Niye diyemiyor?

Aksine tek adamın yanılmazlığı gibi bir durum yaşanıyor. Çünkü ülkede her şey tek kişi üzerinden gidiyor. Gündemi o belirliyor, kararları o veriyor. Kibirle hareket ediliyor ve geri adım atılamıyor. Süreç şu anda kontrolsüz ilerliyor.

 

Eskiden AK Parti halkla uyum içinde olmaya çok özen gösterirdi. Bu özenden vaz mı geçti?

Evet. Mesela Suriye konusunda ciddi biçimde vazgeçti. ABD’nin bile çok bulaşmak istemediği bir şeye bu kadar angaje olmak fazla riskli davranmaktır. Mesela Alevi meselesinde de AK Parti aynı şekilde bu özenden vazgeçti. Bir milletvekili Alevi raporu hazırladı ve “camide Aleviler için de bir imam olsun, camiye gelsinler” diyebildi. Bu tavır, Kemalistlerin çok eleştirilen toplum mühendisliğine benziyor. Bir AK Partili bakan, “biz hep beraber Alevilere elbise dikeceğiz” dedi. Bu devletin derdi o zaten! Herkese bir şey dikmek istiyor. Bir zamanlar sistemin haylaz çocuğu ve ötekisi olan bir hareket, şimdi sistemin öteki haylaz çocuklarına nizam vermeye, şekil vermeye kalkıyor.

 

Dinci Kemalizm mi bu?

Kemalizm’in siyasi değerleri değil de... Siyasete bakış tarzı, siyaset kültürü anlamında, toplumsal mühendislik anlamında evet dinci Kemalizm bu. Toplumu sorun olarak görmek ve en ufak bir eylemde insanları şiddetle bastırmak, onlara şekil vermeye çalışmak bu! Modernizmde insanları şekillendirme cüreti vardır. Dinî hareketler buna karşı olduklarını söylerler ama gerçek bu değildir.

 

Gerçek nedir?

Aksine dinî hareketlerin çoğu insanı şekillendirme hakkını sadece kendilerinde görürler. Türkiye’de de biraz böyle bir şey var. AK Parti ve daha İslami olan gruplar dinin kamusal rolünün artmasını istiyorlar. Dinin kamusal rolünün arttığı bir ortamda laiklik olabilir mi diye sağlıklı bir tartışma yapılmıyor ama...

 

Hükümetin 4+4+4 reformuna da çok fazla destek yok. Onda da AK Parti inat ediyor. AK Parti, “nasıl olsa bana oy vermek zorundalar” rahatlığı içinde mi davranıyor?

Evet. “Gücüm var, ben yaptım” demektir bu! Yarın da başkası çıkar, gücüm var, ben bu imam-hatipleri kapattım der. AK Parti son derece otoriter, sekter ve dayatmacı bir tarzla bu işi tartışılmadan çözdü.

 

Ben de onu soruyorum. Niye?

“Erbakan bir sürü imam-hatip açtı ve hayırla anılıyor, ben de bunu yaptığım için hayırla anılacağım” gibi bir düşüncesi var Erdoğan’ın. Merkez parti olma iddiasındaki bir partinin yapacağı bir iş değil bu. Dinî hassasiyetleri öne çıkarmaya çalışan ve çocukları da o tornadan geçirmek isteyen bir partinin yapacağı bir politika bu. “Ben yeni nesilleri kendi din anlayışım üzerinden şekillendireceğim” demek bu. Kemalizm’i, insanları belli bir resmî ideoloji üzerinden şekillendiriyor diye eleştiriyorduk. Şimdi AK Parti bunun işaretlerini veriyor.

 

AK Parti nasıl insanlar istiyor?

Teknolojiye meraklı ama çok muhalif kişiliği olmayan, çok talepte bulunmayan dindar bir kitle yetiştirmek istiyor. Kamu okulu üzerinden kendi bakış açısıyla insan yetiştirmek istiyor. Kemalizm’i eleştirenler şimdi bunu da eleştirmeliler! AK Parti, topluma kendi ideolojisini, din anlayışını dayatıyor. Bu tarz politikaları dayatırsanız kitle partisi olamazsınız. Belli değerler sistemini hayata geçirmeye çalışan bir misyon partisi olursunuz ancak! Çünkü kitle partisi bu işleri topluma bırakır. Zaten bu yüzden AK Parti merkez partisi değil. O, muhafazakâr popülist bir parti. Popülizm yaptıkça ve kültürel değerler üzerinden kendini var ettikçe merkez partisi olamayacak.

 

AK Parti Kürt politikasında da sertleşti. Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün insanca açıklamalarına bile tahammül edemiyorlar. Erdoğan, Bahçeli ile aynı çizgiye geldi. Bu sertliğin politik izahı ne?

Emniyet müdürüne son derece milliyetçi ve statükocu bir tepki verdi. Nedeni çok basit. Cumhurbaşkanı olmak için gücünü konsolide etmesi lazım. Bunun için de yüzde 5’lik milliyetçi oyu hedefliyor. Erdoğan cumhurbaşkanlığını aslında kültürel popülizm üzerinden inşa etmeye çalışıyor. Kongrede yaptığı da buydu. Bu kültürel popülizmle yüzde 60 oy imkânının olduğunu düşünüyor. Bu kültürel popülizm stratejisi Türkiye’ye çok zarar veriyor.

 

Kültürel popülizm nedir? Hangi açıdan zarar veriyor?

Bu popülizmin içinde milliyetçilik ve İslam var. Bu kültürel popülizm karşıtını getiriyor ve Türkiye’yi kültür üzerinden kutuplaştırıyor. AK Parti’deki dinsel milliyetçilik karşı tarafta ulusalcı tepkiyi tetikliyor. Çünkü dinsel milliyetçilik dozunun arttırılması, karşı tarafı çok ürkütüyor ve bir tepki olarak seküler milliyetçiliği yani ulusalcılığı arttırıyor. Sonuçta ülkeye milliyetçi bir dil hâkim oluyor ve bunu gören Kürtler de milliyetçiliğe sığınıyor. Anlayacağınız Erdoğan’ın yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı stratejisi çok basit. Her vesileyle CHP’yi ulusalcı reaksiyonerliğin içine sıkıştırmaya çalışıyor. Çünkü ulusalcı reaksiyonerliğin taş çatlasa yüzde 20 oyu var. Erdoğan’ın konumu netleşene kadar AK Parti demokratikleşmede ve Kürt sorununda adım atmayacak. Zaten sağcı partiler hep böyle yaparlar.

 

Sağcı partiler ne yaparlar?

Reformdan vazgeçtiklerinde kültüre abanırlar. Oysa siyaset, ülkenin somut sorunları üzerinden yapılır. Bizde o sorunlara dokunamayanlar kültürel gerilimlere sığınıyorlar. Kürtaj meselesi hangi konjonktürde gündeme geldi hatırlayın. Hükümet, Uludere’de sıkıştığı anda kürtaj meselesini açtı. AK Parti kültürel meselelerde gerginlik yaratarak statikleşip sağcılaşıyor. AK Parti, bilerek kendisini dindar- laik kutuplaşmasına kilitledi. Buraya kilitlendiğinde değişimcilik sıkıntıya düşüyor tabii. Hâlbuki demokrasi nedir? Demokrasi, muhalefetin rahatlıkla örgütlenip varlığını devam ettirebildiği rejimdir.

 

Türkiye’de bu anlamda bir demokrasi yok mu?

Yok. Türkiye’de neredeyse bütün rektörler AK Parti’ye yakınlar. Bütün valiler AK Parti zihniyetindeler. O kadar ciddi bir tekçilik var ki, biz bunu demokrasi olarak göremeyiz. Bu bir çoğunluk yönetimidir. Bu, çoğunlukçuluktur!

 

Biraz açar mısınız?

Belli bir çoğunluğun üzerinden bütün konumların hak edildiğine dair bir anlayış var bugün bu ülkede. Eğer ben belli bir oyu alıyorsam, tüm kamu kurumlarında benim zihniyetim hâkim olmalıdır anlayışı çok ciddi bir otoriter bir anlayıştır! İnsanlar bugün AK Parti’den korkuyorlar. Onu eleştirdiklerinde işlerinden atılacaklarından kaygılılar. Uludere’yi eleştirdi diye Yeni Şafak Gazetesi’nden kovulanlar oldu.

 

12 Eylül referandumundan önceki AK Parti ile bugünkü AK Parti arasında, sanki iki ayrı partiymiş gibi bir fark var. Bu iki yılda AK Parti’yi böyle değiştirecek ne oldu?

AK Parti reform riski almadan da seçim kazanabileceği duygusuyla hareket ediyor artık. Ekonomiye ve iktisadi büyümeye güveniyor. Siyaset, umut yaratma işidir! Erdoğan bunu iyi başarıyor. İnsanlar, “ben şu anda kötü durumda olabilirim ama tünelin sonunda ışık var” diyorlar. Çevreden gelen insanlar AK Parti döneminde birer konum elde ettiler. Ekonomide, siyasette ve kültürde, yeni bir seçkin grubu eski seçkinlerin yerini aldı. Yeni seçkinlerin merkeze doğru hareket etmesi ve eski seçkinlerin iktidardan gitmesi, geniş kesimlerde bir umut yaratıyor. Bu umut AK Parti’ye oy ve kredi olarak geri dönüyor.

 

AK Parti ya da Erdoğan Avrupa Birliği’nin kriterlerini niye terk etti?

Reform yapmanın beklenmeyen sonuçlarını ve maliyetlerini gördüler. İktidardan götürebileceğini anladılar. Bir de şu var. AK Parti, kendi içinde Batıcı ya da liberal hiç bir örgütlü grup barındırmayan tek merkez sağ parti!

 

Anlamadım... Nasıl?

Geçmişte Demokrat Parti’de de, Demirel’in partisinde de, Özal’ın ANAVATAN’ında da liberal ya da Batıcı gruplar vardı ve bunlar güçlüydüler, bakan oluyorlardı. AK Parti’de ise böyle bir Batıcı grup yok. İstanbul’un yerleşik sermaye ve kültür çevrelerinin hiçbir şekilde içinde yer almadığı tek parti AK Parti’dir. AK Parti bu açığı kapatmak için liberal ve sol demokrat kanaat önderleriyle ve Batı’ya dönük bazı iş çevreleriyle iyi ilişki kuruyordu. Bu ittifakın çıpası AB süreci ve demokratikleşmeydi. Şimdi o ilişki koptu. AK Parti uzunca bir süredir liberal ve sol demokratları boşladı.

 

AK Parti’ye bugüne dek oy verip de şimdi ondan kaygı duyanlar kimler?

Gülen Cemaati mesela... AK Parti’nin siyasi yönelimlerinden, popülizm yapmasından ve toplumu din üzerinden kutuplaştırmasından çok rahatsızlar. Din ve milliyetçilik onlar için de çok önemli ama onlar için Türkiye’de müesses nizamın belli unsurları daha önemli. Onlar daha dengeciler. Aslında Gülenciler dinsel milliyetçilikle ulusaşırı dinamizm arasında sıkışan bir hareket. AK Parti’nin Batı’ya dönük kesimleri bu kadar ötelemesinden rahatsız oluyorlar. Gülen Cemaati AK Parti’nin Türkiye’de dindarlık ve laiklik kutuplaşmasını keskinleştireceğinden ürküyor ve bunu istemiyor. Çünkü Cemaat’in dünyaya verdiği projeksiyon ılımlı İslam. Ilımlı İslam üzerinden küresel gücünü elde etmiş bir hareket bu. Zaten bu yüzden de Mavi Marmara ve karikatür gibi olaylara tepkileri AK Parti’den hep daha sakin.

 

AKP’nin Türk-İslam sentezine geri döndüğü söyleniyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?

Erdoğan ve Gül dâhil hepsinde Necip Fazıl Kısakürek gibi isimler üzerinden Türk-İslam düşüncesine bir yatkınlık var. Toplumdan korkan ve kendini asli unsur olarak gören, kendini Türk Müslüman olarak gören bir düşünce hepsinde var. Ama şu da var. AK Parti Türk -İslam sentezi gibi dışa kapanmacı değil. Aksine AK Parti küreselci. Bugün Erdoğan ve AK Parti hem ülke içinde hem de uluslararası ilişkilerde Türk-İslam sentezciliği değil, “dinsel milliyetçilik” yapıyorlar. Hâlbuki onlar, 2002’de muhafazakâr demokratız diyen bir programla ortaya çıkmışlardı ve üç kırmızıçizgi getirmişlerdi.

 

Neydi kırmızıçizgileri?

“Biz bölgesel, etnik ve dinsel milliyetçilik yapmayacağız” demişlerdi. Şimdi ise hem ülke içinde ve uluslararası algılarında dinsel milliyetçilik yapıyorlar.

 

Tek adamlıktan söz ettiniz. AKP’nin tek adamlığı ile Kemalizm’in tek adamlığı arasında bir nasıl bir fark var?

Tek adamı artık bu toplum er geç püskürtür. Çünkü tek adam, toplumun özlemlerine ters düşüyor. Kemalizm’in tek adamlığında toplum çok az örgütlüydü. Şimdiki dünyada ise insanlar gösteri yapıyorlar. Toplumu hizaya koymak ve birörnekleştirmek çok zor artık. Erdoğan başkan seçilebilir ama başkanlık sistemi kurmada çok ciddi tepki görecek. Bu tepkiye dindar insanlar da katılacak. Dindarlar da başkanlık sistemini kabul etmeyecek.

 

Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz?

Erdoğan niye kendine katarak küçücük bir partiyi kapatmak istedi? İnsanlar karşılarında alternatifler görürlerse onlara yönelecekler çünkü. Yerel seçimlerde Gülen Cemaati ve başka gruplar o partiye yüklenirlerse diye bir hamle yaptı. Bu hamle, Erdoğan’daki korkuyu gösteriyor. O da gerçeği görüyor.