KÜRT SORUNUNDA PARADİGMA DEĞİŞTİ’ 

Prof. Yeğen: Müesses nizam da, PKK-BDP hattı da bloklaşıyor. Ancak Kürt meselesinin hak hukuk meselesi olduğu idrak edilmiş durumda. Bunu imkan olarak görüp sorunu yeni anayasada çözmek lazım.

Türkiye’nin en ağır ve çözümsüzlüğe hiç tahammülü olmayan en acil sorunu hiç kuşkusuz Kürt sorunu. Hukuki bir düzenlemeyi gerektiren siyasi bir sorunun hem bu kadar yaygınlaşmasının hem de derinleşmesinin belki de en önemli nedeni, sorunun iki yönlü olarak silahla halledilmeye kalkışılması. Bu sorun neticede kanlı bir sorun. Haliyle bu durum, çözümü daha da zorlaştırıyor. Ve fakat çözmekten başka seçenek olmadığı da ortada… Seçimlere bir aydan az zaman kalmışken yeniden can kayıplarının olması, çözümün ne kadar acil olduğunu da ortaya koyuyor.

Gelinen noktayı, devletin ve siyasi Kürtlerin soruna yaklaşımını, Kürt meselesinin nereye doğru evrilmekte olduğunu İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mesut Yeğen ile konuştuk. Kürt meselesi üzerine önemli çalışmalara imza atan Yeğen’in “Devlet Söyleminde Kürt İsyanı”, “Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa: ‘Cumhuriyet ve Kürtler’” ile “Son Kürt İsyanı” adlı yayınlanmış kitapları bulunuyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca devlet Kürt meselesinde inkar ve asimilasyon politikası yürüttü, son yıllarda bunda bir değişiklik oldu. Şimdi ise siz “müesses nizam Kürt meselesinde yeni bir paradigma değişikliğine gitti” diyorsunuz. Nedir bu yeni paradigma ve neden icap etmiştir?

Buraya gelmeden önce, evvelinden biraz bahsetmek isterim.

Elbette, buyurun.

Cumhuriyetin Kürt meselesi siyaseti aşağı yukarı 90’lara kadar iki büyük sütun üzerine oturdu. İlki Türkleştirme; asimilasyon, diğeri bastırma; tenkil. Yapmak istediği de basitçe, Kürtleri Türkleştirmekti. Kürtler bu siyasete itiraz ettiklerinde de tenkille cevap verdi. 90’lara kadar bu böyle sürdü.

TENKİL SİYASETİ 90’LARDA ÇATLADI

90’larda ne oldu?

Birçok gelişme bu paradigmayı gevşetti. Bunlardan biri Türkiye’deki değişim, diğeri Kürt hareketinin kendisi. Devletin asimilasyon ve tenkiline karşı Kürtlerin bir kısmında, silahlı direniş gelişti. Dünyadaki gelişmeler, küreselleşme, iletişim ve ulaşım sayesinde insanların birbirine daha fazla temas ediyor olması, kapalı rejimlerin eski düzenlerini aynen sürdürememesi gibi gelişmeler neticesinde Türkiye’deki bu egemen paradigma kısmen çatladı. Ve devlet 90’lardan itibaren bir yeni paradigmanın peşine düştü. Fakat o yeni paradigmanın ne olması gerektiğine bir türlü karar veremedi. Kısmen meselenin tanınmasına yönelik küçük, zayıf adımlar atıldı ancak tenkil siyasetinden vazgeçilmedi.

Bilakis 90’lar çok kanlı yıllardı.

Kesinlikle 90’lar tenkil siyasetinde Türkiye’nin en karanlık yılları oldu. 30, 40 bin kişi hayatını kaybetti. Sivil yurttaşlar buna dahil, ayrıca faili meçhuller, boşaltılan köyler... Öte yandan 2932 sayılı yasanın ilgasıyla birlikte artık Kürt yoktur, tezinden de vazgeçildi ya da en azından Kürtler kendi dillerini konuşabilirler, kültürlerini yaşayabilirler gibi bir algı gelişti. Böyle böyle bir on, on beş sene geçirdik.

Sonra?

AK Parti iktidara geldiğinde paradigmadaki değişikliği dert etmedi, onun içine yerleşti çünkü iktidara ilk geldiğinde, esas meselesi Kürt meselesi değildi. Daha ziyade kendini, kadrolarını, tabanını dünya görüşünü müesses nizama kabul ettirmekti. 2007’ye kadar bunda çok da zorlandı.

ÜNAL ERKAN’DAN GAFFAR OKKAN’A

Çünkü cumhuriyetin iki olağan şüphelisinden biri Kürtler diğeri dindarlardı?

Bir dönem öyleydi. Ama bunu aştıktan sonra müesses nizama bir öneri getirdi AK Parti: “Kürtleri tanıma adımlarını biraz daha derinleştirelim ve devleti de Kürtleri karşı daha müşfik kılalım. Bu baskı vesaire işlerinden vazgeçelim”. Bunun iki sembolik göstergesi de şu oldu bana göre: 1) Ünal Erkan gibi bir valinin yerine Gaffar Okkan gibi biri geldi. 2) 2932 sayılı yasadan TRT Şeş gibi 24 saat Kürtçe yayın yapan bir devlet televizyonuna gelindi. AK Parti müesses nizama bunu önerdi ama bence büyük bir hesap hatası yaptı. O da şu: AK Parti, Kürt meselesinin, Kürtlerin itirazlarının bu yöntemle yatıştırılabileceğini zannetti. Ben bunun olmayacağını o zaman da düşünenlerdendim.

Bu tutum Kürtlerin önemli kısmında büyük bir hoşnutlukla karşılandı ama?

Kürtlerin bir kısmından onay gördüğünü söyleyebiliriz ancak cumhuriyetin bu asimilasyon ve tenkil siyasetine güçlü şekilde itiraz eden güçler söz konusu olduğunda, aynı resim yok karşımızda. Aksine PKK-BDP’ye oy veren kesimler itirazlarını daha sertleştirdiler. Bu kesimi, müşfik siyaset ya da devletin tanıma siyaseti tatmin etmedi aksine itirazları şiddetlendi. AK Parti, bu sorunu çözebileceğini düşünerek müşfik bir siyaset yürüttü ama bunun böyle olmayacağını artık idrak etti. Kürt meselesinin ne olduğu ve nasıl yatıştırılacağı konusunda müesses nizam -yani askeri bürokrasi, yüksek yargı- AK Parti’den daha farklı, daha iyi bir fikre sahipler.  

DEVLET BEN BU İŞİ ÇÖZEMEM DEDİ

Nedir o daha iyi fikir?

Şöyle izah etmeye çalışayım: Bence Kürt meselesinin esası, hele de şu geldiğimiz noktada; Kürtler Türkiye cumhuriyeti sınırları içinde bir ulusal topluluk olarak var olmak istiyorlar. Bunun da esası; ana dilde eğitim, öz yönetim ve PKK’nın silahsızlandırılmasıdır. Müesses nizam bence bu meseleyle ilgili şöyle, gerçekçi bir imgeye sahip: “Ben bunları biliyorum ama bunları karşılayamam”. Kürt meselesiyle, Kürtlerin itirazlarını kale alarak baş edemeyeceğini biliyor müesses nizam. Ve meseleyi zamana yayma, sündürme, çürütme siyaseti izlemek istiyor. AK Parti ise, ön alıcı bir siyaset izlemek, pozitif bir şey yapmak istedi ve devleti müşfikleştirerek TRT Şeş gibi tanıma adımlarını daha nitelikli hale getirerek bu işi halledebileceğini düşündü.

DEVLETİN CEBERRUTLUĞU BİR SORUNDU

AK Parti, müesses nizamın bildiği halde hiçbir şey yapmamayı seçtiği sorunlu alana, siyasi sorumlu olarak el attı yani…

Onlar gerçekten “Kürt vatandaşlarının büyük derdi cumhuriyet hükümetlerinin ya da devletin Kürtlere karşı çok sert olmasıdır” diye düşündüler. Ama mesele bu değil. Bunu muhafazakârların ve AK Parti’nin idrak etmesi gerekiyor. Evet devletin ceberutluğu Kürtler için büyük mesele olmuştur ama Kürt meselesinin esasında bunda fazla bir şey var. O da çok açık; hak talebi. Ama muhafazakârlar, bunu Kürtlere yakıştıramıyorlar.

Ne anlamda?

Kürtleri modern anlamda hak isteyen bir kitle olarak görmeye hazır değiller. Halbuki Kürt meselesi dediğimiz şey, kelimenin gerçek anlamıyla modern bir mesele ve bir hak hukuk meselesidir. Hangi hakları istediklerini de bize bildiriyorlar. Müesses nizam, “ben bunları karşılayamam” diyor, bu konuda net. Ama AK Parti, meselenin bu olmadığını düşündü, şefkatle bunu hallederim, dedi. Ve geldiğimiz yer bence bütün bunun idrak edildiği yerdir. Milletvekili aday listelerinin beklenildiği gibi çıkmaması, Başbakan’ın Kürt meselesi bitmiştir beyanı bana bunları anlatıyor.

SORUNU ÇÜRÜMEYE BIRAKTILAR

Devlet bir tespit yapıyor ve “ben bu sorunun esasını, talepleri gayet biliyorum ama karşılayamam, karşılamam” diyor. Diyor ve duruyor. Fakat sorun devam ediyor, talepler devam ediyor, silahlı örgüt var, ölümler devam ediyor. Yani bu, durulabilir, durup seyredilebilir, sürdürülebilir bir durum değil. Müesses nizam zamana yaymanın, kulak üstüne yatmanın hatta tenkilin, işe yaramadığını da tecrübe etti. Devlet durmanın dışında zayıf da olsa hiç mi bir şey önermedi?

Orada da onların şöyle bir yanlış hesabı vardı. 1999’da Öcalan yakalandıktan sonra PKK’yı yurt dışına çekti.  Türkiye, 2004’e kadar beş sene boyunca bu iş hallolmuş havasına girdi, Kürt siyasetini de buna katkıda bulundu. Ve fakat 2004’e geldiğimizde, anladığım kadarıyla Öcalan’a da “PKK bundan sonra böyle devam edemeyecek” mesajı gitti ve böylece PKK yeniden silahlı etkinliğe başladı. Biz, 2004’ten itibaren Kürt meselesinde çıkışsızlığa gittiğimizi yeniden fark ettik. Dolayısıyla müesses nizam da Öcalan’ı yakalamış olmakla bu işin bittiğini, meseleyi zamana yayarak çürüteceğini düşünerek hata etti.

AK PARTİ SİSTEMİ ZORLADI

Müesses nizam bu meseleye bu kadar içerden hakimken ve kadar de eminken, AK Parti hükümeti şefkatli devlet, kısmi tanıma gibi adımlara nasıl ikna etti devleti?

Tam bir ikna olmamıştır. Adım adım zorlayarak, bütün meselelerde karar alıcı olma işini kabul ettirdi devlete, sadece Kürt meselesinde değil diğer konularda da. AK Parti önemli bir mücadelede verdi müesses nizama karşı, bunu kabul etmek gerekiyor. Emre Taner’e MGK’da “sen git, bir takım görüşmeler yap” talimatının verilmesi, ona bu yetkinin verilmesi, herhalde hem sayede, hem AK Parti’nin MGK’nın yapısının değiştirmesiyle oldu. Epey düzenleme yaptı AK Parti. Müesses nizama o yeni yapının kabul ettirilmesi de bir mücadelede ile oldu elbette.  

 “KÜRTLERİN NE HADDİNE” 

Muhafazakârların hak talebinde bulunmayı Kürtlere yakıştıramadığınızı söylediniz. Bu tutum, çok daha geniş toplum kesimlerine ait olmasın?

Muhafazalarla ilgili şöyle bir farkın altını çizmem gerekiyor. Türkiye’de müesses nizamla ilgili derdi olan iki kesim var-dı. Muhafazakârlar ve Kürtler. Muhafazakârlar 2002’den veya Refah Partisi’nin yükselişinden itibaren -28 Şubat bir ara olarak düşünülebilir- kendilerini sisteme kabul ettirdiler hatta başat aktörü haline geldiler. Dolayısıyla muhafazakârlar muhtemelen şöyle bir vizyona sahipler: “Biz ülkenin en büyük kalabalık grubuyuz. Ve bu devletle biz bile barıştık. Kürtlerin ne haddine?”

Oysa muhafazakarların şunu görmesi gerekiyor: Kürt meselesi muhafazakarların sisteme dahil edilebilmesinden çok daha derin bir mesele. Cumhuriyetin muhafazakarların devlete dahil edilmesi için yapılan reorganizasyondan daha büyük bir yeniden organizasyon gerekiyor, Kürtlerin sisteme dahil edilmesi için. Biri Kürtçe eğitimdir, ikincisi öz yönetim.

 MUHAFAZAKÂRLAR SİSTEME ENTEGRE OLDU

Sisteme entegrasyon bakımından iki olağan şüphelinin farkları neler?

Muhafazakarların entegre edilmesinde bu kadar büyük bir reorganizasyon yaşanmadı. Bir kere onlar İslamcılıktan vazgeçtiler, mutedilleştiler. İkincisi, müesses nizam ve kitleler ama zorla ama yolla, biraz AK Parti’nin becerisiyle biraz hayatın dayatmasıyla değişti müesses nizam, muhafazakârlardan arındırılmış bir Türkiye olamayacağını anladı ve bunu kabul etti. Bugün en sıradan, muhafazakâr olmayan bir Türkiye cumhuriyeti vatandaşı bile çok memnun değildir belki AK Parti iktidarından ama bu saatten sonra bunların olmayacağı bir Türkiye’de yaşayamayacağını artık içselleştirmiştir.

Dolayısıyla orada bence Türkiye, çok sert bir süreç yaşadı evet ama çok kanlı bir süreç yaşamadı. Evet, 28 Şubat’ı yaşadı, partiler kapatıldı, AK Parti kapatılmanın eşiğinden döndü, Erdoğan hapse girdi… Bir mücadele yaşandı ama Kürt meselesiyle kıyaslanmayacak bir yumuşaklıkta geçti süreç ve henüz tamamlanmış olmasa da muhafazakârların sisteme entegrasyona aşağı yukarı başarılmış durumda.

Oysa Kürtlerin, Kürt siyasetinin bu durumda olmadığı çok ortada. Orada hakikaten büyük bir reorganizasyon gerekiyor. Ve gördüğüm kadarıyla, muhafazakârlar buna hazır değiller ve “biz bile mutedilleştik, Kürtlerin ne haddine” diye düşünüyorlar –ki bu çok tehlikeli bir şey.

Neden tehlikeli?

Çünkü Kürtlerin sisteme entegrasyonunun gecikmesi Kürtlerin gıcıklığından kaynaklanmıyor. Meselenin esasından kaynaklanıyor. Eğer Kürt meselenin esası Kürt ulusal kimliğinin geleceğe aktarılması ya da bunun engellenmesiyse, bunun çözümü de bunu engellemeden vazgeçilmesidir. Kürtçe eğitimin ve ademî merkezileşmenin sağlanmasından geçiyor.

PKK SİLAHSIZLANMAYA HAZIR

Bunun dile getirilme biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt meselesi siyasetçilerinin ana dilde eğitim ve özyönetim bahsinde öne sürdüğü her konuda haklıdır, hepsi aynen bugünden yarına verilmelidir gibi bir şey demiyorum. Ama bu talepler muhakkak müzakere edilebilir taleplerdir. Hem eğitim hem özyönetim.

 Toplumun geniş kesimlerinin Kürtlerin taleplerini anlamaya yatkın, kabul etmeye hazır olmamasında bu taleplerin silahla isteniyor olmasının etkisi de yok mudur?

Öyledir, doğru. Bütün bu açılım sürecinin tıkanmasının önemli bir nedeni, Kürt siyasi hattının hala önemli bir ayağının PKK olmasıdır. Bugün bu rezistansı silahlı bir örgüt yüklenmiş olmasaydı, işler daha kolay olabilirdi, buna katılıyorum fakat şunu da bilmemiz gerekiyor. Eğer bir silahlı örgüt bu meseleyi böyle gündeme getirmeseydi, biz bu meseleyi hiç konuşmuyor olabilirdik. En azından Kürtlerdeki algı böyle ve bu algıda haksız olduklarını söyleyemem. İkincisi, PKK ve ona bağlı diğer örgütler; DTK, KCK, BDP, hepsi silahsızlanma isteklerini beyan etmiş durumdalar. PKK “ben ilânihaye Kürdistan’ı kurana kadar silahlı mücadele yürüteceğim” demiyor. Aksine “bugün silahsızlanmaya hazırım” diyor, bir takım şartlar öne sürerek.

Dolayısıyla burada aşağı yukarı şöyle bir anlaşma oluşmuş durumda: PKK’nın kadrolarının yasal siyasete katılmasına izin verilmesi karşılığında ve Kürt meselesinin uyarınca çözüleceğinin beyan edilmesi durumunda silahsızlanmaya hazır PKK. Müesses nizam, Kürt meselesini halletmek üzere bir yeni anayasa yapacağız ve PKK’ya yasal siyasetin önünü açacağız şeklinde güçlü bir beyan yaptığında, silahsızlanma işi birkaç senede hallolabilecek bir iş gibi. Silahsızlanmanın yolunun biraz açılmasıyla bile Kürt yurttaşlar da, PKK üzerindeki tazyiki artabilecektir ve PKK’ya daha sert bir şeyler söyleme meşruiyetini kendilerinde hissedeceklerdir.

SİSTEM DE KÜRTLER DE BLOKLAŞIYOR

Şimdi durum nasıl bir yönde gelişiyor?

Aksi yönde. PKK’nın eli güçleniyor. Kürtler BDP hattının etrafında toplanıyorlar, sertleşiyorlar. Devletin daha fazla tanımama eğiliminde olduğunu düşünmeye başlıyorlar. Şimdiye kadar müesses nizamın, laik çekirdeğin zaten böyle olduğunu düşünüyorlardı ama muhafazakârlara, AK Parti’ye karşı bir ümit vardı. “Bunlar başka bir yol deneyecekler” diye. Oysa geldiğimiz noktada, müesses nizamdaki çekirdeğe AK Parti de katılmış durumda. Dolayısıyla Kürtler karşılarında büyük bir koalisyon; AK Parti’nin de, CHP’nin ve MGK’nın da içinde bulunduğu bir büyük koalisyon görüyorlar. Ve hatta üzülerek gözlemiş bulunuyorum- TESEV de bu koalisyona katılmış görünüyor. Kürtler bunu böyle görüyor.

Bu algı, bu durum Kürtleri nasıl etkiliyor, etkileyecek?

Kürtleri büyük ihtimalle sertleştirecektir. İlk kez Türkiye Kürtleri arasında bir siyasi birlik durumu oluşmaya başladı. Şerafettin Elçi BDP’ye katılmadı ama o bloğa katıldı. Altan Tan orada, Hak-Par milletvekili aday göstermedi ama seçimlerde destek vereceğini açıkladı ve bu blok giderek gelişiyor. Eskiden çok güçlü olmasa da etkili bir PKK muhalefeti vardı Kürt entelijansiyası içinde. Şimdi giderek azalıyor, bunu görmek lazım. 

 TALEPLER SİSTEM İÇİ HALE GETİRİLMELİ

Aslında yakın dönemde PKK’ya itirazlar gayet gür bir sesle dile de getirildi, PKK’nın Kürtleri tek tipleştirme ve ille de kendi silahlı şemsiyesi altında toplama ısrarına karşı. Aralık 2010’da DTK’nın demokratik özerklik taslağını eleştirerek reddetmişti Diyarbakır...

Aynen böyleydi ama sonuç böyle olmadı. PKK bunu gördü ve karşıda oluşan koalisyonu, daha fazla Kürdün kendi arkasında toplanma ihtimalini gördüğü için sertleşmeye başladı. Uzun zamandır İslam’la, dinle bir temas kurmak istiyordu ama şimdi sivil Cuma namazlarına öncülük ediyor. Şerafettin Elçi ile Altan Tan’ı, şimdiye dek PKK’ya uzak durmuş liberal sağ unsurları içlerine aldılar. Dolayısıyla orası da bir cephe gibi kendisini örgütlemeye başladı. Tahminim o ki, bugün baraj kaldırılsa BDP’nin oyları yüzde 10’u bulacak. Bu, Türkiye’nin Kürt nüfusu yüzde 15 ise, Türkiye’deki her üç Kürt’ten ikisinin bu hattın arkasına dizilmesi demek. Bu, bir cumhuriyet için iyi bir durum değil. Çünkü tümüyle sistem dışı taleplerin örgütleyicisi bir parti, Kürtlerin üçte ikisinin desteğini almış durumda.

Ne yapmak gerekir?

Yapılması gereken bu talepleri sistem içi talepler haline getirmek. Yani yeni anayasayı bu talepleri soğuracak şekilde yazmak.

HER ŞEY MÜZAKERE EDİLEBİLİR

Yeni meclis yeni anayasayı yapacak ve fakat 1) Toplum geneli, siyasi partiler, sivil toplum Kürtlerin taleplerini karşılayacak bir anayasayı kabulün neresinde? 2) AK Parti, kültürel hakların daha geniş kullanımını ve bölgenin artan refahını sayesinde Kürtlerin PKK hattından uzaklaşmasını sağlamak, böylece silahsız siyaseti güçlendirirken öte yandan toplum genelini de kalıcı çözüme hazırlamak için gevşek dokulu bir yol tutturmuş olamaz mı?

Ben özyönetim ve ana dilde eğitimin önündeki büyük engelin toplumsal olduğunu düşünmüyorum. Bence siyasi partiler de buna böyle karar verirse, Türkiye toplumu üç beş aylık bir kampanyayla ikna edilebilir. Kimse Kürtler ana dilde eğitim görmesin, kendini yönetmesin demiyor. Kürtlerin bu talepleri müzakere edilebilir talepler.

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi aslında sadece Kürtlerin değil tüm Türkiye’nin ihtiyacı ve hazırlanmış bir reform taslağı da var, fikir birliği de. Bu, tek Kürtlerin talebi demesek de olur.

Doğru. Ana dilde eğitim konusunda da kamuoyu doğru bilgilendirilirse itiraz geleceğini zannetmiyorum. Kürtçe eğitim meselesi her gündeme geldiğinde batı kamuoyunda şöyle bir algı oluşuyor: Kürtler orada Türkçeyi öğrenmeden kendi dillerinde yaşayacaklar, zannediyorlar. Ama böyle bir talep yok. Kürtler Türkçenin yanında, Kürtçeyi de bir kamu dili ve eğitim dili olarak da kullanacaklar. Dolayısıyla cumhuriyetin bütün yurttaşlarının Türkçe bilip bunun üzerine kendi dillerini bilip konuştuğu bir vasat talep ediyor Kürtler. Türkiye’de kamuoyunun buna büyük bir itiraz da bulunacağını zannetmiyorum.

TANSİYONU DÜŞÜRMEK İÇİN

İtiraz kimden gelir?

Elitlerden. Bu tür reformları yapmama, muhafazakarlar dahil elitlerin demokrasi vizyonunun darlığıyla ilgili bence, halkın demokrasi vizyonunun darlığıyla ilgili değil. Bizzat AK Parti’nin, bizzat CHP’nin, MGK’nın demokrasi vizyonları dar ve mesele de buradan kaynaklanıyor. 

Yeni meclisin Kürt mesesinde tansiyonun tamamını dindirecek, sorunlara çözüm bulacak bir düzenleme yapmasını beklemiyor hiç kimse herhalde. Ancak şöyle bir girizgâh bile bu meseledeki tansiyonu düşürecektir: “Bu ülkenin bütün yurttaşlarının dillerini dinlerini inançlarını serbestçe yaşama hakkı bakidir” gibi bir cümle bile daha sonraki reformlar için referans oluşturur. Bugünden yarına Kürtlere anayasal hak tanınsın, Kürtler kendi dillerinde konuşsun gibi bir adım beklenemez ancak bu türden bir niyetin olduğuna dair bir işaret verilebilir. AK Parti seçim kampanyasında bu tür bir işareti hiç vermedi.

PKK-BDP HATTININ ARIZALARI

Kürt etnik siyaseti yapanlar; PKK, BDP, KCK, DTK bütün bu süreci nasıl yönetti? 

 Eleştirilecek şey hiç az değil elbette. Haklı olmak insanı sonuna kadar doğru kılmıyor. Kürtler bana göre taleplerinde haklılar ancak bu taleplerin nasıl ifade edileceği, paylaşılacağı önemli. Bu türde paylaşmak asla benim tasvip edebileceğim bir şey değil tabi ki. Ama bunun böyle olmasının bir kısmı Kürt sosyalliği, bir kısmı da Cumhuriyetin 80 senelik Kürt siyasetiyle ilgili.

Kürt siyasetinde bence eleştirilmesi gereken büyük mesele şu: Kürtlerin bir çeşitliliği, sosyolojisi var ama bu sosyolojiyi tanıyan bir siyaset geliştirmiş değil PKK-BDP hattı. Ve BDP üzerinden yasal siyaseti, PKK üzerinden askeri siyaseti ve DTK üzerinden de bu sivil itaatsizlik dediğimiz kitlelerin zorlanmasına dayalı bir siyaseti birlikte dayatıyor bu hat. Bu üçünü aynı anda yaptığınızda, Kürt mesesini sivil itaatsizlik üzerinden yürüteceğim, demenizin bir anlamı kalmıyor. Dolayısıyla Kürt siyasetinin silahı mücadeleyi prensip olarak reddetmemiş olması, oranın en büyük arızsını oluşturuyor.

Diğer arızası ne BDP hattının?

Yine PKK’dan kaynaklı olarak daha ziyade, kendisine karşı gelişen muhalefeti, çok sıkıştığında, bununla baş edemediğinde hemen sindirmeye yönelmesi. Orhan Miroğlu, Muhsin Kızılkaya örneklerinde gördüğümüz üzere. Prensip olarak silahlı mücadeleden vazgeçilmemiş olması ve otoriter eğilimler PKK merkezli Kürt siyasetinin büyük arızaları. Orada da tabi şunu görmek gerekiyor: Yeni bir dönem açılıyor, Kürt siyasetinin önünde. Ve PKK bu yeni dönem ve yeni ihtimallerle baş etmeye çalışıyor. Bir yandan DTK’yı kurarak, bir yandan Şerafettin Elçi’yi, Altan Tan’ı Ertuğrul Kürkçü’yü Sırrı Süreyya Önder’i bünyesine katarak baş etmeye çalışıyor bununla. Karşısına çıkan bu çoğulcu, çeşitli durumu bir tür esnemeyle karşılamaya çalışıyor. Bu bence iyi tarafı. Bir taraftan da bu çeşitlilikle baş edemediği yerlerde sindirmeye yöneliyor. Bu da büyük arıza. Bunun karşısında güçlü şekilde durmak gerekir. Bunun karşısında duran oldu, ben de dahil itiraz belirtenler oldu ama yeterince güçlü olamadı maalesef. Ama ben yine de ümitliyim. Evet, bir eğilim olarak Kürtler BDP hattının arkasında toplanıyor ama ikinci bir eğilim olarak da PKK’yı da daha dikkatli izliyorlar. Hem Kürtlere yönelik şiddette hem gereksiz askeri şiddette kulakları daha açık Kürtlerin, bu işi eskisi kadar sorgulamadan kabul etmiyorlar.

PKK’nın kulağı bu seslere açık mı peki?

Hiç şüphem yok. PKK her zaman pragmatik bir örgüttür. Hiç, burnumun dikine giderim diyen bir örgüt olmadı. Bu tür şeyleri hep kontrol etti, kolaçan etti. ABD ile mesela hiç çatışmadı. Tansu Çiller döneminde suikastların önerildiği söyleniyor ama kabul etmedi. Siyasetin dengelerini kollayan bir örgüt oldu hep, Türk siyasetinin de dengelerini kolalayacaktır bundan sonra.

KÜRTLERİN ERGENEKON’U VAR MI?

Seçime giderken yeni bir durumla karşı karşıyayız, sorun yeniden ateşlendi. YSK’nın vetosuyla birlikte başlayıp askeri operasyonların, dolayısıyla PKK’ların ölmesiyle yükselen, PKK’nında Kastamonu’da ve Silopi’de olduğu gibi polise saldırmasıyla süren bir süreç. Sorun söz siyaset düzleminde ele alınacak derken sanki silah, bazı anlaşılmaz hesaplarla girdi devreye tekrar. Burada bir karşıtlık da görülüyor. Türkiye Ergenekon’la baş etme çabasında fakat Kürtler kendi Ergenekonlarıyla ne kadar ilgili? Bu yapılar temizlenmeden sözün bir hükmü olmayacak, belli.

Bir Kürt Ergenekon’u var mı ben emin değilim. PKK’nın içinde bir takim kontrol dışı unsurlar olduğu çok açık. Bunu kendileri de ifade ediliyorlar. Zaten Karayılan, 33 askerin öldürülmesi eylemini kendilerinin onaylamadığını, PKK içindeki bir kanadın işi olduğunu söyledi.

Burada şöyle bir analiz yapayım: Silahlı mücadeleye başvurmuş her örgütün kirlenmesi mukadderdir. Çünkü silahlı mücadele demek gizli mücadele demektir, çürümedir. Kontrol edemezsiniz, bir takım unsurlar içinize sızar. Bu, tarih boyunca hep böyle olmuştur. Modern zamanlarda da devletler, her türlü illegal silahlı yapının içine sızmıştır. Ve onu zaman zaman, şuraya buraya sevk etmiştir. Bu şekilde PKK’nın içine de sızmış unsurlar olduğunu kabul edebiliriz. Ancak PKK’nın bütün faaliyetinin bir Ergenekon faaliyeti, bir derin devlet faaliyeti olduğunu söylemek de büyük yalan. PKK 30 senedir mevcudiyetini derin devlete bağlı olarak devam ettiren bir örgüt değil. Bir sosyolojiden, bir siyasal tatminsizlikten besleniyor vs. vs. Dolayısıyla Türk Ergenekon’una benzer Kürt Ergenekon’u vardı demek bana çok makul gelmiyor. Ancak zaman zaman Türkiye’de Ergenekon zihniyetinin ihtiyaçlarını karşılayacak türden etkinlikler görüyoruz. Bu Reşadiye’de de oldu, en son Kastamonu’da da. Bu tür faaliyetlerin gerçekleşmesine sebep olan Ergenekon’un bir kanadı mıdır yoksa PKK hükümeti sıkıştırmak için Ergenekon’un işine gelecek eylemlere mi girişiyor, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Sizce nasıldır?

 Aklıma ikinci seçenek daha çok yatıyor. Hükümeti sıkıştırmak üzere bir eğilim var PKK-BDP hattının daha çok PKK’nın içinde. Bunun için gerçekleştirdiği her eylem Ergenekon’un uzantısı gibi algılanıyor.

PKK’nın BDP’nin uzun süredir bölgedeki rakibi devlet değil AK Parti’dir. Sıradan bir Kürt artık AK Parti ile devlet arasındaki makasın kapandığını, AK Partinin devlete yerleştiğini düşünüyor. Polisi baştan sona kontrol ettiğini ve ordunun da esas olarak AK Parti’nin kontrolünde olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla Tunceli’de yapılan operasyon sıradan bir Kürt için engellenebilir bir operasyondur. En azından o komutan kimse, görevden alırsın ve bu operasyonu onaylamadığını beyan etmiş olursun. Fakat Ak Parti bu türden işlere hiç girmedi bildiğimiz üzere. Bu işin kendi kontrolü dışında olduğuna dair imaj vermedi Kürtlere.

İŞ TIKANINCA DİNAMİTLİYORLAR

Türklerin de orada başka bir dikkati ve itirazı yok mu, “Askerimizi şehit eden teröriste göz mü yumacak devlet, göz yumacaksa devlet, bu ordu niye var, neden müdahale etmiyor” diye bakmıyor mu? Hem bir devlet, kendi egemenlik alanında başka bir silahlı güce açıktan nasıl göz yumacak, bambaşka bir amaçla bile olsa?

Orada da görülmesi gereken şu: Devlet uzunca bir zamandır müdahale etmiyor zaten, etmesi bir istisna haline geliyor. PKK militanlarının dağlarda olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama iki senedir, ateşkesten beridir, bir tür uzlaşmayla bir orta yol bulundu. Dağlarda o adamlar ve asker de en azından karargâhında kalarak bu işe bir uyum sağladı.

Şimdi olan ne, peş peşe?

Bu işi dinamitlemeye yönelik bir eğilim. Ama AK Parti burada gerekli inisiyatifi almadıkça o operasyonu yapan komutana yönelik bir adım atmayınca, bunu PKK’ya yönelik bir mesajlaşma olarak görüyor Kürtler. Bir yandan Öcalan’la görüşmeler devam ediyor, bu görüşmeler tıkandığında da devlet de, AK Parti de, PKK da birbirilerine bu eylemler üzerinden mesaj veriyor anladığım kadarıyla.

AK PARTİ: GELİN BİRLİKTE ÇÖZELİM

Seçimlere bir ay kaldı, öngörünüz ne?

Çok güçlü bir Kürt muhalefeti geliyor parlamentoya, muhtemelen 30, 35 milletvekili olacak. Bu bizi bir çıplak gerçekle karşı karşıya bırakacak: Bu iş 80 senelik tenkille de olmadı, on senelik AK Parti şefkatiyle de. Benim iyimser senaryom şu: AK Parti meclise, kamuoyuna şunu diyecek: Durum bu. Siz de çözemediniz, ben de. Ya birlikte çözeceğiz, ya çözümsüzlüğü yaşayacağız, ya da birlikte tenkile başlayacağız. AK Partinin karar alıcıları, kamuoyu oluşturucuları, bunu birlikte çözelim, bu işin bir hal yolunu bulalım, diyeceklerdir.

Kötümser senaryonuz ne?

Şu: AK Parti’nin MGK, müesses nizam çizgisine gelip, biz bu işin esasını biliyoruz ama öyle de çözmeyeceğiz demesi. Bu, Türkiye’yi karanlık bir dönemin beklediği anlamına geliyor. İşaretleri de var. Uluslararası aktörlerin bir kısmı Türkiye’ye “Biz bölgede yeni bir tanzimde bulunacağız. Bizimle olman karşılığında Kürt meselesinde elini geniş tutmanı görmezden gelebiliriz” demiş olabilir. Umarım buna güvenip bir şey yapılmıyordur. Bu halisane Türk devletine verilmiş bir kredi de olabilir ama batağa çekecek bir şey de olabilir. Uluslararası güçler ilk sonuçla da baş edebilirler, ikinci sonuçla da.

SİVİL KÜRT SİYASETİ GÜÇLENİRSE PKK ZAYIFLAR

Böyle bir senaryoda Kürtler ne yapar?

Bu saatten sonra Kürtler bu zayıf tanıma ve kalkınma ile yetinmezler. Buna razı olmazlar. Bundan sonra BDP’ye sırtlarını dönmez şu ana kadar destek vermiş Kürtler. Aksine destek vermemiş olanlar da oraya çekilecektir. PKK imajı şöyle gelişti Kürtler arasında: 78’de PKK en az prestijli Kürt örgütüydü, sıradan bir Kürt için. 84’lerde falan neredeyse bozguncu adamlar olarak görülürdü PKK’lılar. PKK militanlarının cenazelerini almaya bile kimse gidemezdi. Geçen hafta ise 4 PKK militanının cenaze namazını 250 bin kişi kıldı. Oradan buraya geldik, buradan eskiye dönüleceğini sanmam. Bu durumu bir veri olarak almak lazım, onun içinde PKK-BDP hattının kalıcılaştığını düşünüyorum.

Şimdiye kadar Kürt etnik siyasetinin sivil iradesini hiç göremedik Meclis’te. Kandil ve İmralı’dan bağımsız bir siyasetleri olmadı ya da olamadı. Meclis’te güçlü bir grubunun olması, PKK’nın sivil siyasetçiler üzerindeki etkisini de azaltır mı?

Azaltması gerekir mantıken ama azaldığı noktada PKK’nın buna reaksiyonu ne olur, görmek lazım. PKK bunu öyle kolaylıkla kaldırabilecek bir örgüt gibi görünmüyor. Oradaki parlamento etkinliğinin yine kendi himayesinde kalmasını sağlamanın yollarını arayacaktır. Ama bence bu yola bir kere güvenmek lazım. Parlamentodaki etkinlik işe yarar bir etkinlik haline gelirse, hem PKK’da biraz yumuşama olur hem de Kürtler PKK’nın parlamentodaki etkinliğin üzerindeki baskısını azaltması için PKK’ya tazyikte bulunacaktır. PKK da kamuoyunu muhakkak gözetmek zorunda kalacaktır. Parlamento grubunun nasıl bir performans sergileyeceği de çok önemli.

KÜRTLER YENİ TÜRKİYE İÇİN ÇALIŞACAK

Ne umuyorsunuz?

Ben umutluyum: BDP meclise yeni bir Türkiye ve yeni bir anayasa fikriyle geliyor. AK Parti heyecanını yedi sekiz senede kısmen de olsa yitirmiş durumda. Neredeyse yeni bir Türkiye fikrini seslendirecek olan tek parti BDP gibi görünüyor. Bunlar işin olumlu tarafları. Ama öte yandan büyük bir kutuplaşma ihtimali demek bu parlamentoda. Kutuplaşma derinleşirse, AK Parti de bu kutuplaşmada CHP ve MHP’ye yaklaşırsa hiç iyi bir sonuç üretmeyebilir. Benim büyük korkularımdan biri güçlü bir BDP ile güçlü bir AK Parti’nin parlamentodaki kapışması olacak. Biri ben Türklerin temsilciyim diyebilir, biri ben Kürtlerin temsilcisiyim. Ama bu bir imkân da olabilir. Bu meseleyi halletmek için de kullanabilirler bu durumu. 

STAR