Akademisyenlik, parti başkanlığı, özgürlük ve hak arayışlarına verdiği destek; kısacası çok farklı sıfatları var Ufuk Uras’ın… Ancak Meclis’teki son konuşmasında “Kravatımı Meclise hediye ediyorum. Umarım yasaksız, kılık kıyafet yasağının olmadığı bir Meclisimiz olur” diyerek kravatını mikrofona asıp salondan çıkışı başörtüsü yasağını dert edinen insanların vicdanında ayrı bir yere oturdu kuşkusuz. Ufuk Uras’la ölümler, bitmeyen şiddet, son KCK tutuklamalarıyla içine girdiğimiz bulanık süreci; net, zihin açıcı ve tüm yönleriyle değerlendirirken; tüm bu bulanıklığa rağmen; hak ve adalet mücadelesini kesintiye uğratmadan önümüze bakmanın gerekliliğini konuştuk

Emine Uçak Erdoğan/MİLAT

Son KCK tutuklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nın bilinir kişiler olması bu operasyonları daha çok konuşulur hale getirdi? 3 bin küsur kişinin tutuklandığı bir davanın sadece sembol isimlere dayanırken insanlarda tepki başlatması kabul edilebilir mi?

Bir kere tutuklamalarda önemli şahıs, önemsiz şahıs diye bir ayrım olmamalı. Düşüncesi nedeniyle her türlü tutuklama yüreğimizde bir yara. Ama Ragıp gibi Büşra gibi yakın arkadaşlarımız olduğu için hepimizde bir şaşkınlık yarattı. Zaten tutuklamaları kendi içinde değerlendirmemek gerekir. ‘Kürt sorunu tutuklamayla, mahkemeyle çözülür mü çözülmez mi’ olarak değerlendirmek lazım. Hala, daha önce denenmiş çözümlerde ısrar ediyoruz, Kürt sorununu kriminalize ediyoruz. Tutuklanan insanların kamuoyunun vicdanında yer eden kişiler olması önemli bir detay ama hiç adını bilmediğimiz kişilerin de, belediye başkanlarının da tutuklanmasını doğru bulmuyoruz. Bu tutuklamaların hepsinin Türkiye için zaman kaybı olduğu ve vicdanları yaraladığının görülmesi lazım.

“TUTUKLAMALAR BÖLGEDE NORMAL BATIDA OLURSA ANORMAL”

Bu konuyu algıda seçicilikle açıklayabilir miyiz?

Evet. Fırat’ın doğusunda olan bu tür davalar hep kanıksanmış vakalar ne zaman batıya geliyor bildiğimiz şahsiyetlere değiyor o zaman kamuoyunda tepki oluşuyor. Burada seçicilik, bir kanıksama hali var. Bölgede ‘normal’ batıda olursa ‘anormal’ gibi bir tuhaflık var ortada. Siz İstanbul’da bir belediye başkanını gözaltına aldığınızda gündemin birinci haberi oluyor ama oradakiler çoğu zaman haber değeri bile görmüyor. Hakim zihniyette bir seçicilik var. Buna tepki göstermek lazım, her insan kıymetlidir, her insan haksızlığa uğradığında onun sıfatına bakmamak lazım. Zulme karşı direnmek en büyük ibadettir denir ya nerede zulüm varsa orada karşı çıkmak lazım.

“BEL ALTINDAN VURMA KANIKSANDI”

Davadaki gizlilik kararına rağmen özellikle kişisel görüşmelerin ‘bel altından vuruş’ şeklinde gazetelere düşmesi. Bir zamanlar yaptıkları sıradan toplantıların gazete manşetlerinde ‘irtica çeteleri’ olarak lanse edilen kişilerin aynı klişelerle hatta tetikçilikle haber yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şerif Mardin’in deyimiyle ‘memleketteki hakim kültür kodları’ bu gibi durumlarda ortaya çıkıyor. Kriz zamanlarında sizin gibi olmayanlara nasıl davrandığınızla rolünüz şekilleniyor. Biz devletin hükümetlere müdahalesine karşı çıktık hep. AKP’nin kapatılmasına karşı çıktık. Ama bugün gelinen noktada AKP’nin pragmatikleşmesi ve bir tür devlet refleksine teslim olması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bel altından vurmanın, gizlilik kaydı olan bilgilerin yayınlanmasının çok kanıksandığı bir hal ortaya çıktı. Beni en çok rahatsız eden bunun bir vakayı adliye haline dönmesi.

Ergenekon meselesinde de aynı sorunu gördük ki bu davanın itibarsızlaştırılmasına da sebep oluyor değil mi?

Ergenekon konusunda da bu böyle, haklısınız… Sonuna kadar gidilsin istiyoruz, gidilmesini gerektiğini söylüyoruz ama sonuna kadar da hukuk içinde hareket edilsin diyoruz. Sonuçta ‘bunlar çetedir ne yapılsa yeridir?’ diye bakmıyoruz. İlhan Selçuk’tan Türkan Saylan’a kabul etmediğimiz usul hataları oldu, ilk biz itiraz ettik. Bu hakkı da kendimizde görüyoruz çünkü Ergenekon, Balyoz, Ayışığı vs gibi yapılanmaların sorgulanmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Otoriter devlette açılan her gedik önemlidir. Sessiz kalan o egemenlik ilişkisi içinde olmasa bile ortağı oluyor. O yüzden biz sonuna kadar gidilmesinden, ama aynı zamanda evrensel hukuka uyulmasından yanayız. Doğru olan da budur.

KCK’nın BDP’nin siyaset yapmasını engellediği söyleniyor hatta bu operasyonlarla BDP’yi özgürleştireceğini söylüyor hükümet. Siz BDP’de iken KCK’nın müdahalesini hissetiniz mi ya da gördünüz mü?

Ben Meclis’te EDP’yi kurma sürecinde iken, DTP kapatılınca BDP’nin mecliste siyaset yapması için gruba dahil oldum. Ama onların önerisine rağmen, herhangi bir organda görev almayı doğru bulmadım. Dolayısıyla o iç hayata vakıf değilim. Ve pratikte de bir müdahalesini görmedim. Şu anda da Eşitlik ve Demokrasi Partsi Beyoğlu ilçesi üyesiyim. KCK’nin ne olduğunu en iyi Karayılan anlatıyor.

Araya başka bir soru sıkıştırayım o zaman? EDP’nin başına geçecek misiniz?

Yok. Alanı biraz gençlere bırakayım biraz. Ama partide aktif olarak çalışmayı sürdüreceğim tabi.

“TERÖR TANIMI DEĞİŞMELİ”

Karayılan’ın KCK tanımından bahsediyorduk…

Karayılan, KCK’nın bir örgüt değil bir sistem olduğunu dolayısıyla hiç üyesinin olmadığını söylüyor. PKK sonuçta yasadışı bir faaliyet, BDP ise Meclis’te olan bir parti. Başkanının da dediği gibi yargı denetimine açık. Onların söylediği tartışmaya açık, sonuçlandırılmamış ve tartışılsın istiyoruz dedikleri bir model. PKK’nın sivilleşmesi de belki böyle olacak. Yaşadışı örgütten siyasete dönüş kademe kademe olacak. Burada olan tuhaflık KCK’yi BDP ile özdeşleştirirken, BDP’nin kriminalize edilmesi.

Bu sorun biraz da TMK’nın alanının genişletilmesinden kaynaklanıyor değil mi?

Evet konu dönüp dolaşıp 2006 yılında Terörle Mücalede Kanunu’ndaki terör tanımı kapsamının genişletilmesiyle, herkesin potansiyel terörist haline getirilmesine geliyor. Büşra Ersanlı, EDP kurulurken bizimle birlikteydi ve kadın komisyonunun kurulması için çalışıyordu. Sonra daha kitlesel bir yapılanma ve daha acil bir çözüm gerektiren bir sorun olduğu için anlamlı bulup BDP’ye geçti. Yani siyasetteki mücadelesini başından beri bildiğimiz biri. Tanımasak da fark etmez. İşin ne kadar tuhaf bir hale geldiğini göstermek için söylüyorum. Fikir hürriyeti olarak düşünmek yerine, kriminalleştirmek anayasa değişikliğinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Anayasaya sürecine geleceğim ama önce bir şey daha sorayım. MİT PKK görüşmesini düşünürsek hükümetin elinde silah olanla müzakere halindeyken ve bunu müzakereye engel görmezken, sivil siyaset yapanlara karşı katı bir tutum sergilemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’deki gel git böyle şekilleniyor. Müzakare sürecinden; savaş sürecine, sindirme, teslim alma sürecine gidiş tam da böyle ifrat ile tefrit arasında. Aslında baktığınızda devlet nezdinde de örgüt nezdinde de durum bir stratejiler ve taktikler toplamı gibi ele alınıyor. Halbuki hiçbir insan strateji ve taktiğin malzemesi haline gelemez. Tuhaflık burada.

Bir ifrat ve tefrit de barış için uğraştıklarını söyleyen bazı kişilerin PKK’nın yaptığı şiddeti hep görmezden gelmesinde değil mi?

Bir kere şiddet nerden kimden gelirse gelsin o mesafeyi koymak lazım. Murat Belge’nin bir sözü var ‘sosyolojiyle kavga edilmez’ diyor. İşin bir sosyolojik boyutu elbette var. Kitleselleşmiş ama şiddeti de eylem yolu olarak gören bir örgüt var ama tek bu sözcükle ifade edemiyorsunuz. Bu sosyolojiye dikkat çekmek o şiddeti onaylamak anlamına gelmiyor. Devletin de monolitik bir duruşu yok bu konuda. Bir bakıyorsunuz ateşkes olması isteniyor, bir yandan alttan altan fiili durumlar yapma hali var ve bu puslu havadan yararlanma hali var. Uluslararası örgütlerin rol oynadığı karma karışık bir tablo ile karşı karşıyayız.

Silahlı tarafları anlamak mümkün ama ben barış temsilcisi olarak kendini konumlandıran sivil yapılanmaların tek taraflı bakışının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum, katılır mısınız?

Her şeyi bir yana bırakın insan hayatından kutsiyetinden yola çıkıyorsak her türlü ulvi amacımız ile araçlarımız arasında bir paralellik olmalı. Biz Cizvit papazları değiliz, amaç ulvi olduktan sonra her türlü araç mubahtır diyemeyiz. Uygun araçlar kullanılmadığı için 30 yıllık bir kangren içindeyiz. Her şeye rağmen ben bu anayasa sürecinde eğer adım atılabilirse çok hızlı bir şekilde 12 Eylül rejimi dönüştürülürse şiddet zeminini sürdürmenin ikna edici bir mazereti kalmayacağını düşünüyorum. Toplumda bir infial var bize düşen bunu daha da keskinleştirmek değil toplumun gazını almak. Türkiye’deki rejimi tam ifade etmek zor.

Halen rejimi tam olarak ifade edemeyişimizin sebebi nedir?

Saltanatın kaldırılmasının 89. yılındayız. Cumhuriyet cumhuriyet diyoruz ama bu cumhuriyetin demokratikleşmesi, yani bunun sıfatı laiklikse, laikliğin demokratikleşmesi, bütün tartışmalar bu sıfatların kavramların üzerinde. Unutmayalım ki linçle öldürülmesine karşı çıktığımız Kaddafi de 1969’da başa geldiğinde saltanatı kaldırdı, o da bir cumhuriyet kurdu aslında. Ama gördüğümüz gibi bu bir cumhuriyet değil diktatörlüktü. Türkiye’deki rejimin de demokratik bir rejim olması gerekiyor, her şey buna bağlı. Bu cumhuriyetin sıfatlarında anlaşacak mıyız yoksa Mustafa Kemal Paşa’nın astırdığı Maliye Bakanı Cavit Bey’in anılarında söylediği gibi ‘bir taklit cumhuriyeti olmaya devam mı edeceğiz’ Sakallı Celal diyor ya ‘Meşrutiyeti denedik, cumhuriyeti denedik şimdi de biraz ciddiyeti deneyelim’ tam da budur mesele.

Referandum süreci sol çevreleri biraz ayrıştırmıştı şu son günlerde yaşadıklarımız bu ayrışmayı iyice arttırdı diye düşünüyorum. Yapılan düzenlemelerin kazanım olmadığını ve anayasa sürecinin de oyalama olduğunu düşünenler ağırlıkta, siz buna katılıyor musunuz?

Referandumda anayasa meselesindeki tartışmalar önemliydi ama ondan daha önemlisi Ergenekon, Balyoz, Kafes gibi davalar otoriter devletin içinde bir gedik açıyordu. Buna bağlı olarak anayasada da 145. maddenin değişmesi çetelerin sivil mahkemelerde yargılanmasına sebep oluyordu. Sizin böyle bir önceliğiniz yoksa kendinizi sol olarak tanımlamışsınız ne önemi var? Latin ülkelerine baktığımızda, oranın solcuları burjuva hükümetlerini cunta yargılayamaz, ancak biz iktidara gelirsek yargılarız diyorlar mı? Böyle sivri zekalı hiç çıkmamış, niye bütün bunlar bizim ülkemizde oluyor? Referandumdaki değişiklikler olmasa biz Fikri Sönmez’in ailesiyle birlikte Fatsa’da suç duyurusunda bulunamazdık, Kenan Evren’in yargılanması talebinde bulunamazdık. Yarın çocuklarımız bize soracak. Bu senin sayende mi oldu sana rağmen mi oldu? Ben çocuklarıma bana rağmen oldu demek istemem.

Bu kadar ayrışmanın sebebi nedir?

Eski sol bir hissiyata dönüştü, bir tür terapi kulübü. Yakınmayla bir şey olacak değil. Biz bunu Meclis’te yaşadık, borçlar kanunu tartışılıyor her bir maddeyle ilgili bir şeyler söylemeniz lazım. ‘Ya kardeşim kapitalizme karşıyım beni ne ilgilendirir?’ dediğinizde çok radikal bir laf gibi geliyor. Ama o yapıdan dolayı çek mağdurları var, siz bunları görmezden nasıl geleceksiniz. Çek mağdurları sizin derdiniz değilse halkın derdinde değilsiniz demektir. Freud demiş ya, sonuçlanmayan arzular arızalı tipler meydana getirir. Arızalı tipler ortalıkta dolaşıyor. Bundan bir kitleselleşme sağlanamaz.

Bütün bu demokratikleşme, özgürlük adalet hak mücadelesinde gıdım gıdım giden bir süreç var, karamsarlık duyduğunuz oluyor mu zaman zaman?

Sırtında yumurta küfesi olmayan bir aydın sinizmi oluyor. Bizim böyle bir lüksümüz yok. Mücadele etmek lazım. Kararlılıkla anayasal değişiklik konusunda toplumsal muhalefetin çabalarını sürdürmemiz lazım. Bunu sabote etmek isteyen çevreler var iken bize düşen hayıflanmak değil adım atmak, çabalarımızı sürdürmek, oyunu bozmaktır. En devrimci kişi oyun bozandır. Ben sahneden çekiliyorum demek sahneyi onlara terk etmektir.

Meclis’teki partilerin davranış kalıpları bir kısır döngü içinde. Uzlaşmanın hemen ardından çekişmeler başlıyor vs. Bu yapıyı uzlaşma içindeki bir anayasa sürecine dönüştürmek de Meclis dışındaki partilerin sırtına kaldı gibi görünüyor ne dersiniz, ayrıca bu konuda EDP’nin ileriye dönük çalışmaları var mı?

Anayasa sürecinin aksamaması hepimizin önceliği olmalı. AKP ne yapıyorsa geçmiş dönem CHP’nin icraatları üzerinden aklıyor. Neo liberal ekonomik tedbirlerden dolayı AKP’yi eleştiriyorlar ama onlar da aynısını CHP döneminde Kemal Derviş de yaptı diyorlar. CHP’nin icraatlarının başarısızlığı, AKP’nin başarısını arttırdı. Esas mesele bu fasit daireyi kırmak. HAS Parti’de gördük, EDP’de gördük. Bu partiler güçlü Meclis partilerinin yanında varlık gösteremediler. Ama buna rağmen AKP sonrası için siyaset yürütmek gerekiyor, en önemlisi siyaseti AKP ile CHP arasında sıkışmaktan kurtarmak gerekiyor. Bu aslında birbirinin aynısı siyasi yapının tezkeresini çıkarmak meclis dışı muhalefetin işi.

Türkiye’de şu an var olan BDP blogu dahil bütün yapılanmaların mevcut sorunları çözmede yetersiz olduğunu görüyoruz. Bu nasıl çözülebilir, nasıl dönüştürebilir, Türkiye ekseninde daha ortak, daha muhalif bir ruhu nasıl bulabiliriz, bunun üzerinde duruyoruz. En başta partimizi güçlendirmeye çalışıyoruz, atölye çalışmaları başlattık. Yine partimizi güçlendirirken başka ortak zeminlerle asgari müştereklerde buluşabilir miyiz diye çalışmalar yapıyoruz.

Sol da muhalefet de kendi bilgilerini gözden geçirmeli, bilen değil öğrenen bir muhalefete, siyasete ihtiyacımız var. Bunu yapabilirsek gelecek kuşaklara iyi bir armağan bırakabiliriz.