Kadir Kaçan / Demokrat Haber

Ali Fikri Işık, Taraf gazetesinde Kör Saatçi köşesinde futbol yazıları yazıyor. Ayda bir yayınlanan Taraf Kitap ekinde de Kürt edebiyatına dönük Kürtçe yazıları yayınlanıyor.

Taraf Gazetesi’nin vicdani retçi Kürt yazarı Ali Fikri Işık’la Kürt sorunu ve vicdani ret konusu üzerine konuştuk. Işık, “Askerliğe hangi sebepten olursa olsun gidilmiyorsa bu vicdani retçiliktir. Gizli vicdani retçiliktir. Kaçak olan biri, kişisel sebebi ne olursa olsun eğer askere gitmiyorsa bunun tek adı yine vicdani retçiliktir” diyor. Ali Fikri Işık, BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılacağına da ihtimal vermiyor.

Kürt siyaseti geçmişten bugüne nereden nereye geldi?

Kürtlerin kendilerini temsil etme arayışı bugünün meselesi değildir. Mezopotamya’nın en asli halklarından birisi Kürtlerdir. Mezopotamya’da uygarlıkların temelini atan halklardan birisi yine Kürtlerdir. Belki de Kürtlerin uygar yaşama isteği ve arzusu Kürtlerin bir trajedisi haline de gelmiştir. Çünkü, bu uygarlığı inşa etmeye çalışırken, diğer devletler gibi silah kullanmadılar. Kürtler kimseyi talan etmediler. Kürtler bu tip eylemlere tenezzül etmedikleri için siyasi temsilsiz ve devletsiz kaldılar.

Kürtlerin en belirgin olarak siyasi temsil elde etmek için mücadeleye başlama tarihleri 1830’lu yıllara kadar gider. Cizre Beyi Şeyh Bedirxan, 1830’lu yıllardan sonra ciddi çalışmalar içine girdi. Bedirxan Bey ordusunu kurdu, parasını bastırdı ve askeri olarak top döktü. Nitekim 1846 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na başkaldırdıysa da 6 ay süren ve çok kan dökülen mücadelede Kürtler yenilgiye uğradı.

O günden bu güne Kürtler siyaseten Kürt meselesini çözmek amacıyla, bir gün bile geri adım atmadılar. Halen de Kürtler mücadele saflarında yerini almaya devam etmekte. Bugün Kürtler bu koşullarda siyasal temsil haklarına en yakın konumdalar. Bu siyasal temsil için de müzakereler sürdürülüyor. Bu müzakerelerden de kanımca sonuç alınacaktır.

Söz konusu mücadeleyi bugüne kadar getiren güç yine bu müzakerelerde asli güç olacaktır. Çünkü, kim siyaseten bedel ödemişse ve siyasal varlığına devam ediyorsa, sorunun siyasi yollarla çözülmesinde muhatap olan odur. Bu güç bir iradedir ve bu iradeye Kürt halkı da destek veriyor.

MÜZAKERE SÜREÇLERİ DEVLETİN, TERÖRİZM SUÇLAMASINDAN VAZGEÇTİĞİ ANLAMINA DA GELİYOR

Hala var olan şiddet ortamı Kürt hareketinin önünde bir handikap. Hala Kürt hareketinin altından kalkamadığı sorunlardan birisi de “Terörizm” suçlamasıdır. Türkiye devletinin Kürtlere karşı sürdürdüğü mücadelede altına sığındığı uluslararası kılıfı da “Terorizm” suçlamasıdır. Esasen devlet terörizm suçlamasıyla Kürt meselesinin ayrıntılı bir şekilde tartışılmasını da bu güne kadar engellemiştir. Ama müzakere süreçleri zımnen devletin, Kürt hareketine yönelik terörizm suçlamasından vazgeçtiği anlamına da geliyor. Oslo görüşmeleri ve daha başka müzakere görüşmelerini basına yansıdığı kadar biliyoruz. 1993 yılından bu yana direk PKK ve Türkiye devleti arasındaki temasları da biliyoruz. Bugün de İmralı-Kandil ekseninde sürdürülen görüşmelerden kanımca sevindirici bir şeyler çıkacaktır.

Müzakerelerin umut verici olduğunu söylüyorsunuz. Ama bugün Kürt siyasetçilerinin dokunulmazlıkların kaldırılması görüşülüyor. Bu bir çelişki değil mi?

Benim dediklerimle çelişik gibi duruyor ama müzakerenin yanında mücadele de devam ediyor. Halen taraflar bu müzakere sürecinde de birbirlerini güçsüzleştirmek için kendileri lehine adımlar atıyorlar. Elbette ki dokunulmazlıkların kaldırılması kabul edilemez. Bugünün koşullarında saçma sapan, hiçbir nesnel, meşru ve hukuki bir dayanağı yok. Hele hele bunu gerilla ve milletvekillerinin buluşmasına bağlamak kadar saçma sapan bir hadise olamaz. Çünkü bu mücadelede 50 bin insan öldü. Çok kan aktı. Bu kan bu beyefendilerde infial yaratmıyor da milletvekillerinin gerilla ile kucaklaşması sorun yaratıyor. Bu sahte bir demogojidir.

“DOKUNULMAZLIKLARIN İŞLEVSEL HALE GELECEĞİNİ SANMIYORUM”

Peki bugün neden dokunulmazlıkların kaldırılması birden gündeme girdi?

Başbakan Erdoğan’ın başkan olma ihtirasına yol açabilecek ve milliyetçilerin desteğini sağlayacak basit siyasi bir manevra olarak yorumluyorum. Kaldı ki gösterilen tepkiler karşısında o her şeye kadir Başbakan bile geri adım attı ve bunu bir sürece bağladı. Ayrıca bu süreçten de bir şey çıkacağını sanmıyorum. Dolayısıyla dokunulmazlıkların işlevsel hale geleceğini sanmıyorum. Ayrıca BDP’li milletvekillerinin meclisten atılması başka bir ifade ile çıkarılması TBMM’nin meşruiyetini kaybedeceği anlamına da gelir. Dolayısıyla bunu göze alabileceklerini sanmıyorum. Bunu dünya kamuoyuna da anlatamazlar.

Başbakan’ın AK Parti kongresinde tarihe atıfta bulunup 1071’i zikretmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürtler açısından önemi nedir?

Milliyetçi oyları almak için sürdürülen politikanın bir parçası olduğunu düşünüyorum. Esasen Cumhuriyet tarihi boyunca Türk devletinin Kürtlere ilişkin izlediği politikalar bellidir. AKP ile bir mücadele sürdürülüyor ama AKP’nin Kürt meselesi için yaptığı politikaları da görmek lazım. AKP Kürt meselesini çözerim diye ortaya çıkan bir parti değildir. AKP iktidarı ele geçirmeye çalışırken, iktidar karşıtlarının Kürt meselesinden beslendiklerini gördü. Esasen bu noktadan sonra Kürt meselesinde taraf oldu ve kendine göre Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmayan kimi hamleleri attı. Mesela, inkar ve asimilasyon politikalarında yumuşama yaptılar. Ama bu yumuşama Kürt hareketinin, Kürt siyasetinin bugün vardığı noktada Kürtlerin taleplerini karşılayacak yumuşama değil. Devletin Kürt meselesinde attığı adımlar Kürtlerin taleplerinin çok gerisinde. Devlet siyaseten kendisini ikna edip bir noktaya gelinceye kadar Kürt siyaseti talepler bakımından deyim uygunsa jet hızıyla onları çoktan geçmiş bulunuyor. Burada ciddi bir uzlaşmazlık söz konusu. Onların vardığı nokta Kürt siyaseti açısından çoktan geçilmiş nokta. Dolayısıyla öne sürdükleri her şey ya da yasalaştırmaya çalıştıkları her şey hem geç kalınmış hem de artık bir ihtiyacı karşılayamaz. En azından bu şiddet sarmalına son verecek güçlü gerekçeler olma niteliklerine kavuşmalıdırlar.

“SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMLERİ RUHUMA DAHA UYGUN”

BDP son zamanlarda sivil itaatsizlik eylemlerine başladı. Daha önceden PKK çağrısıyla çocuklarınızı askere göndermeyin çağrısı olmuştu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu ülkede sivil eylemler hem çoğaltılmalı hem de çeşitlendirilmelidir. Silahlı mücadele yerine insanların ölmesi ve öldürülmesi ile sonuçlanan eylemsellikler yerine daha yığınsal ve daha kitlesel sivil itaatsizlik eylemlerinin düzenlenmesi benim vicdanıma da ruhuma da daha uygun. Ama her nedense Kürt siyaseti, sivil itaatsizlik meselesinde bir kültür yaratamadı. Bu kültüre dönük bir siyaset de yürütemedi. O yüzden Türkiye’de ve Kürdistan’da sivil itaatsizlik bir var olma tarzı, kültürel seçenek ve bir politik davranış kalıbına dönüşmedi. Oysa Kürtlerin buna çok ihtiyacı var. Açlık grevleri eylemine Kürtlerin çok ihtiyacı vardı. Müzakerelerin başladığı dönemlerde bu tip eylemlere çok ihtiyaç var. Müzakerelere hem meşruiyet hem de dünya genelinde saygınlık kazandıracak eylemsellikler sivil itaatsizlik kültürü içerisinde gerçekleşecek olanlardır.

Kürtler fiilen örgütlü bir biçimde 35 yıldır zaten silahlı bir savaş sürdürüyorlar. Bu silahlı mücadelenin sonuçları da ortada. Kürtlerin bugün esas itibarıyla silahlı mücadeleye son vermeleri gerekiyor. Silahlı mücadeleye son vermek demek silah bırakma demek değildir. Kandilden inmek demek de değildir. Silahlı mücadeleyi bırakmak demek, silahlı mücadeleyi çözümün dışında tutmayı deklare etmek demektir. Silah bırakmak da bambaşka bir hukuktur. Dolayısıyla bu süreçte sivil itaatsizlik eylemleri silahsız bir mücadele ruhuna en yakın eylemselliktir. Kanımca Abdullah Öcalan da aynı görüşte, Kandil de böyle düşünüyor. Hatta hayatın nesnel dinamiği de bunu ön görür.

Siz de kısa süre önce vicdani reddinizi açıkladınız. Bize biraz süreçten bahseder misiniz?

1982 yılından bu yana asker firarisiyim. 12 Mart 1980 yılında 12 Mart muhtırasını protesto ederken askerlerce gözaltına alındım. Uzun bir işkenceden geçirildim. Ağır şartlar altında sorgulandım ve askeri mahkemede yargılandım. Ve askeri mahkeme beni cezalandırdı. Askeri bir cezaevinde bu cezam infaz edildi. Zaten burada açık bir hukuksuzluk var. Ben sivil bireyken askeri bir mahkemece yargılandım. Daha cezayı çekerken hakkımda DDKD genel yönetim kurulu üyeliğinden dolayı bir dava açıldı. Ve bu arada cezam bitti. Hatta sebepsiz yere 53 gün keyfi tutuldum Diyarbakır 5 nolu cezaevinde. 53 gün sonra beni eli kelepçeli Diyarbakır askerlik şubesine teslim ettiler. Şubede 15 gün beklettiler. 15 gün sonrasında yanıma 3 asker verip elim kelepçeli olarak trenle Tekirdağ’a gönderdiler. Tekirdağ’da 59 günlük askerken tekrar 7. kolordu komutanlığına bağlı sıkıyönetim askeri mahkemesi tutuklanmam için bir müzakere hazırladı. Bu müzakere elime ulaştı. Elime ulaşır ulaşmaz firar ettim.

1984 yılında o yargılanmam 8 yıllık ceza ile bitti. 1987 yılında askeri Yargıtay bu cezayı onadı. 1991’de İstanbul’da yakalandım. Batman’a götürüldüm. 1993’ün 16 Ocak’ına kadar Batman’ın Beşiri ilçesinde ceza çektim. 16 Ocak’ta yine beni serbest bırakmadılar. Yanımda 3 askerle yine yollara düşürdüler. 18 Ocak günü Tekirdağ’a geldiğimizde beni alacak bir kurum yoktu. Çünkü benim birliğim lağvedilmişti.

1993’te İstanbul’a geri döndüm. 9 Haziran 2012 yılında sabahın 5’inde Diyarbakır’da gözaltına alındım. 9 gün Diyarbakır Askeri 2.nci sınıf askeri cezaevinde kaldım. 9.cu günün sonunda elim kelepçeli bir şekilde Edirne’ye götürdüler. Firar suçlamasıyla yargılamaya başladılar.

İlk mahkemede firar ile aramızda bir itilafın olmadığını söyledim. Mesele firar olma meselesi değildir. Eğer bu mahkeme 12 Eylül’ü yargılıyorsa vicdani retçiliği konuşalım demiştim. Vicdani retçilik için bir hukuk oluşsun demiştim. Çünkü bu ülkede vicdani retçiliğin hiçbir yasal karşılığı yok. Bu 12 Eylül’ü yargılayan mahkemeler anlamlı bir iş yapacaksa vicdani ret hakkını kabul etsin demiştim. Ayrıca ben Kürdüm ve bu hikaye Kürdistan’da yaşandı. 12 Eylül bana ve bütün Kürtlere Kürdistan’da saldırdı. Bu acılar Kürdistan’da Kürtçe çekildi. Dolayısıyla savunmamın O dilden başka hiçbir dilde temsil edilmeye hakkı yoktur. O yüzden kendi ana dilimle savunma yapacağımı bildirmiştim mahkemeye. İlk mahkememde tek kelime bile Türkçe konuşmadım. Avukatlarımı da özellikle Kürtçe bilenlerden seçtim. Ve kendimi ana dilimle savundum. Avukatlarım bana tercümanlık yaptılar. KCK davalarında olan sert tavrı bende göstermediler. Sözüm kesilmedi. Ama tercüman da atamadılar. Anadilde savunmayı yasallaştırmamak için tercüman atamadılar. Savunmam “mahkeme heyetince bilinmeyen bir dilde savunma yapıldı” şeklinde kayda alındı. Yapılan 4 mahkemede de Kürtçe konuştum, savunma yaptım. 19 Aralık’taki mahkemede de yine Kürtçe savunma yapacağım. Ayrıca mahkemede Kürt olduğumu ve yurdumda bir silahlı savaşın olduğunu söyledim. Bu savaşın da baş aktörü TSK‘dir. Dolayısıyla bu savaşı yürüten TSK’nin bir parçası olmayı reddediyorum. Ayrıca aynı zamanda anti militaristim. Bu sebepten dolayı askerlik yapmam. Bu ülkede kimse askerlik yapmıyor zaten. Askerlik bir darbe kurulu olmuştur. Hukuken işi askerlik olan kişilerin askerlik yapmadıkları balyoz davasında teşhir oldu. Türkiye’de askerlik yapmak ilkelliktir.

“GİZLİ VİCDANİ RETÇİLİK VAR”

Türkiye’de birçok asker kaçağı var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu gizli, utangaç vicdani retçiliktir. Çünkü askerliğe hangi sebepten olursa olsun gidilmiyorsa bu vicdani retçiliktir. Gizli vicdani retçiliktir. Kaçak olan birinin kişisel sebebi ne olursa olsun eğer askere gitmiyorsa bunun tek adı yine vicdani retçiliktir.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Kürt gençlerinin Kürdistan’da savaş sürdükçe askere gitmelerinin hiçbir gerekçesi yoktur. Kürt gençleri askere gitmemelidir.