Aslı Aydın / BİRGÜN

68 kuşağının önde gelen aktivistlerinden olan Tarık Ali Çankaya Belediyesi'nin konuğu olarak Türkiye'ye geldi. Tarık Ali Birgün gazetesinden Aslı Aydın ile Türkiye'de yaşanan isyanı konuştu ve Gezi direnişçilerine bir dizi uyarılarda bulundu...

-Türkiye'desiniz ve çok önemli bir sürece canlı tanıklık ediyorsunuz. Gezi Parkı ile başlayan direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de çok önemli bir siyasi olayın ortasındayız. Demokratik olarak seçilmiş bir hükümetin antidemokratik yönetimine tanık oluyoruz. Seçilmiş olmaları, hiç bir şekilde demokrasiyi bu şekilde işletme hakkını ve iznini vermiyor. Sadece Türkiye’nin başbakanı için konuşmuyorum, bugün dünyanın pek çok yerinde de aynı sorunlar görülüyor. Bugün Türkiye’de görüyoruz, birkaç gün öncesinde Yunanistan hükümetinde benzer durumlar yaşandı. Devlet radyosu ve televizyonu kapatıldı. Yunanistan'ın bazı kısımları, şu anda Yunanistan'da olup bitteni bilemiyor bile. Söylemek istediğim konu, öncelikle Türkiye'de yaşanan olay sadece size özgü bir olay değil. Fakat Türkiye'nin özelliklerini ve aynı zamanda Türkiye halkının cevabını göstermesi bakımından da bir o kadar özel.
Sistemden kaynaklanan, tüm Avrupa'yı ve Kuzey Amerika'yı etkileyen bir sorundan bahsediyoruz. Bu sorun çok açık. Artık neoliberal ekonomik sistemin işlemediğini gösteriyor. 90'larda gördük bunu, Washington'da gördük. Bu tarihlerden bu yana dogmatik olarak tüm dünyada uygulanmaya çalışılıyor.

Bunun sonucunu işte Türkiye'de de görüyoruz. 2008 Wall Street krizi ortaya çıktığında Türkiye medyasında şunu yazdılar ve devletteki aydınlar şunu demeye başladılar: “Bakın ne kadar dinamik bir ekonomimiz var”. Ama Türkiye ekonomisine yakından bakacak olursanız, bankalarınız denetlenmiyor ve verilen tüketici kredileri, borçları ile çok sıkıntılı. Şu anda Türkiye ekonomisinde bir düşüş var. Sonuçta Avrupa’daki, dünyadaki ekonomileri domine eden ekonomilerden çok fazla kaçamazsınız, bir şekilde onların ağına düşeceksiniz.

-Türkiye'deki isyan ekonomik taleplerle başlamadı. Bu anlamıyla farklı değil mi?

Ülkeden ülkeye bu değişiklik gösterebilir. Fakat altında yatan nedenler genelde aynıdır. Bunu geleneksel politikalardan uzaklaşma olarak ifade edebiliriz. İktidarlar politikanın ne şekilde yürütüleceğiyle ilgili sorumluluk taşımıyorlar artık. Birçok durumda -Avrupa’da mesela- kim seçilirse seçilsin aynı şekilde hareket ediliyor. Mesela İngiltere, Fransa, ve Almanya'ya bakın, çok küçük farklılıklar görürsünüz. Bu farklılıklar kültürel konularda izlenir. Ama Avrupa topluluğunun merkezi olarak baktığınız zaman, temellerine baktığınız zaman, onların hepsinin her konuda mutabık durumda olduğunu göreceksiniz. Biz, birçok ülkede 18-28 yaş arası insanların hiçbirisinin, insanların çoğunluğunun oy kullanmak bile istemediğini görüyoruz. İstemiyorlar veya oy kullanamıyorlar. Bu isyanı tetikliyor. Dünyanın her yerinde kamu alanlarının işgal edilmesi, ayaklanmalar vs gibi durumları tetikliyor. Mesela Puerta del Sol gibi, İspanya'da Madrid’te ve birçok yerde kamuya açık yerler çok uzun bir süre boyunca işgal edildi. Fakat o hükümetler nispeten akıllıydı. Oradaki hükümet şunu anladı; "Bu insanlar oraları işgal ederek bize karşı çıkmıyorlar, bize karşı ayaklanmıyorlar". Ne dediler, “Hadi seçimlere gidelim”. Seçimlerde sağ parti kazandı ve otomatik olarak o meydan birden boş kaldı.

-Türkiye'de yaşanan isyanın batidakilerle benzeşliği ve ayrıldığı noktalar neler?

Türkiye'deki durum çok ilginç. Bir taleple başladı gösteriler. Yani genele ilişkin bir şey değildi bu. İlk olarak "Siyasal iktidardan veya genel olarak siyasetçilerden nefret ediyoruz" söylemiyle sokaklara çıkmadı bu çocuklar. Spesifik olarak bu hükümete karşı şunu dediler: “İstanbul'da, bizim şehrimizin ortasında bulunan bu yeşil alanda alışveriş merkezi istemiyoruz!” bu kadar.

Böyle geldiler, doğrudan bir taleple geldiler. Biliyorsunuz ki burada pazardan, neo-liberal politikalardan kaynaklı yapılmış bir hareket var. Benim Türkiye'de gördüğüm şey şu an dünyanın diğer yerlerinde olanlardan çok daha ileri bir konumda olduğudur. Genel olarak siyasete karşı yapılan bir şey değil. Hergün sokağa çıkan bu ülkenin insanları belli taleplerle hükümeti hedefliyorlar. Kişisel, spesifik nedenleri öne çıkarıyorlar. Bu çok olumlu bir gelişme.

Sadece kamuya açık bir meydanla ilgili olmadığı için de tüm Türkiye'ye yayıldı. Dayanışmanın gücü! Bununla yayıldı. Gezi'nin işgal edilmesi süreci Türkiye geneline yayıldı. Bu da çok önemli bir şeyin göstergesi. Bu da nedir? Genel olarak altta yatan mutsuzluk. Bu hükümetin ne şekilde işlediğine ilişkin insanların akıllarının arkasında yatan mutsuzluk hissiyatı. Fakat şimdi artık durumun gidişatı değişiyor.

-Türkiye'de başlayan isyan nasıl bir yol izlemeli?

Bazen kitlesel bir ayaklamanın başlaması çok kolaydır. Nasıl ilerletileceği ve gerekirse nasıl sonlandırılacağı meselesi daha zordur. Hareket bölünmemeli. Eylemlere aynı biçimde devam etmek isteyenler ile, "Şu an için biraz bir şeyler kazandık, gücümüzü koruyalım ve eğer gerek olursa 6 ay sonra yeniden geliriz" diyenler arasında bölünme olmamalı. Çünkü işte o zaman devlet gelip az kalan kitleyi ezme fırsatını yakalamış olur. Tavsiyem şu olacaktır; bu hareketin en önemli özelliği birleşik bir şekilde, toplumun her kesiminden insanın bir araya gelmesiyle oluşmuş bir hareket olması. 3 ay önce belki bu insanlar birbirleriyle konuşmuyorlardı bile. Yaşam içerisinde farklı farklı görevler ve yerlerde olan insanlar bir araya geldi. Bu birlik bozulursa işte o zaman kritik bir noktaya gelir ve çok ciddi problemlerle karşı karşıya kalırız. Bir mutabakat yapılırsa, yani şunu dersek: Evet galiba biraz ilerleme kaydettik, İstanbul'daki mahkeme AVM'nin yapılmasına karşı bir karar aldı vs.. Bunlar gerçekten de güzel gelişmeler.

Dolayısıyla Erdoğan'ın kendi etrafında yaratmış olduğu fantezi dünyası; "Kimse bana karşı çıkamaz, ben ve hükümetim herkesi yendik, bir sonraki seçimlerde başkan olacağım, Türkiye'deki eyalet sisteminin başkanı olacağım" vs gibi şeyler söylüyor olsa da çok büyük oranda saygı kaybetti. Çünkü şu anda kendi yönetiminin yönettiği ülkede, kendi yönetimi kendi halkını ikiye ayırdı. Bildiğiniz gibi İslami hareket içinde büyük bölünmeler, büyük ayrılıklar var. Bu ayaklanma bu bölünmüşlükleri yeryüzüne çıkardı. Türkiye'de şu anda bu İslami bölünmenin bir lideri Erdoğan olarak burada, diğeri de ABD'de yaşıyor. Bu çerçeve içerisinde Erdoğan'ın pozisyonu ve konumu çok belirgin ölçüde azaldı, zayıfladı. Dolayısıyla bu konuda her gece sokağa dökülen bu cesaretli kişiler şunu anlamalılar -ki çok önemlidir- ne zaman duracağınıza ve ne zaman başlayacağınıza karar vermek çok önemlidir.

-Biraz nefes almayı ve durmayı mı öneriyorsunuz?

Sonsuza kadar durun demiyorum. Ama hareketin herhangi bir anlamda yenilgiye maruz kalmaması için durmanız gereken noktayı bilmeniz gerekiyor. Bunlar bizlerin geçmişten aldığı dersler.

Güney Amerika'dan çok iyi hatırlıyorum. Küba'da başarıya ulaşan devrimden sonra Güney Amerika'nın diğer ülkelerinde de aynı taktiklerin kullanılmasıyla devrimlerin yaşanabileceği düşünüldü. Fakat baktığınızda felaketle sonuçlandı. Bizler gençtik. Aynı şeyleri takip edersek olacak diye düşünüyorduk. Ama çok fazla iyi insan öldü ve diktatörlükler ortaya çıktı. Yeni sosyal hareketlerin gelişmesi için çok uzun zaman beklemek zorunda kaldık. Venezuela'da, Brezilya'da, Bolivya'da demokratik seçimler sonucunda solcular iktidara geldi. Sosyal ve ekonomik reformlar yapılmaya çalışıldı. Eva Morales Bolivya'da başkan seçildiğinde şöyle dedi: “Bu Che Guevera'nın zaferidir”.
Çünkü Che o dönem toplumdan izole edilmişti. Ama şu anda biliyorsunuz ki dünyanın pek çok yerinde mitinglerde birçok insan onun resmini taşıyor. Geçmişten öğrenmemiz gerekiyor. Kendimizi çok fazla izole etmememiz lazım, bizi destekleyenleri kendimizden uzaklaştırmamız lazım. Genç bir nesil var. Geçmişle bağlantısı olmayan gençler var. Evet geçmişe ilgisi duyuyorlar, ama geçmişte olanları tekrar etmek istemiyorlar.

-Günümüz isyanlarının temel belirleyicisi nedir? İsyancılar ne istiyor?

Sosyal ekonomik değişiklikler, kaymalar insanların düşünüşünü de etkiliyor. Kitle bilincini etkiliyor. Sevelim veya sevmeyelim bugün bilinç şudur: Neo-liberal sistemin karşısında durmak ve ona meydan okumak. Onun yerine proleterlerin diktatörlüğünü değil, yani bir partili devlet değil, ama en az hakka sahip olan kesimleri destekleyen devletleri istiyorlar. Şunu anlamak çok önemli; konuştuğumuz şey gençler arasında yeni olan bir şey değil; gelişmekte olan bir şey. Çok da büyük bir öneme sahip. İnsanların “onlar bizim gibi değil” demesinden hiç hoşlanmıyorum. Neden olsunlar ki? Biz nesil olarak denedik ve çok sayıda kaybettik, diktatörlükler gördük, işkenceler gördük ve niye bu gençleri de buna tabi tutalım? İstediğimiz sonuçlar farklı şekillerde de elde edilebilir. Kuşkusuz bizim geçmişten öğrendiğimiz gibi şimdiki kuşak bir şeyleri bizden öğrenecek. İkili bir süreç. Bu geçiş dünyası, bizim harita üzerindeki her şeyi kuşbakışı görmemize engel oluyor.
Birkaç hafta önce İstanbul’daydım. İnsanların gözle görünür bir şekilde depresyona girdiğine tanık oldum. Genci, yaşlısı hükümetin istediği her şeyi yaptığını, ülkede kendilerine yarar sağlayacak hiçbir şeyin olmadığını söylüyorlardı. Kendilerini özgür hissetmiyorlardı, kimse hükümete meydan okuyamıyor, hesap soramıyordu. Ben “bizler gerçekten çok pesimist şekilde dünyaya bakıyoruz. Bu dünyada; bu ülkede de böyle, hiçbir şey yapılamazmış gibi görüyoruz” dedim. Çünkü bir şekilde hükümet bu insanları ele geçirmişti. Bakın bunlar altı hafta önce konuştuğumuz konulardı ve şimdi bakın ülkede neler oldu. Tüm bu bahsettiğim şeyler aslında bu krizin altında yatan duygu birikimi. Burada şunu görüyoruz; insanlar, toplumlar her an herhangi bir sebeple bir araya gelebilirler; parlamentoda veya şu veya bu yerde karşı çıkacakları bir temel, bir fırsat yoksa eğer bu şekilde -bugün olduğu gibi- karşı çıkacaklar. Mesela binlerce yıl öncesinde de farklı şekillerde bugünküne benzer şekilde gerçekleşiyordu karşı çıkma hissiyatı. Bu insanlığın becerisi, bizi düşünce yetisi olmayan canlılardan ayıran, eski gittikleri yöntemlerle gidemeyeceklerini, devam edemeyeceklerini anlayanlar yolu, yöntemi değiştirmeye yeltenirler. Bizi diğer canlılardan ayıran da budur.

-Türkiye'den hangi duygularla ayrılacaksınız?

Türkiye’nin her yerinde cesaretle sokakta olan kişilere, biber gazından, tazyikli sudan, tüm bunlara maruz kalmış herkesle dayanışma dileklerimi iletiyorum. Yaşadığımız kapitalizm, şu anki bildiğimiz anlamıyla komünizm çöktükten hemen sonra inşa edildi. Bu kapitalizm, otoriter yönetimler tarafından yönlendiriliyor. Olan bitenin kamuoyundan gizlenmeye çalışılmasının ardında yatan da bu otoriter anlayış tarafından yaratılmaya çalışılan korkudur. Daha küçük ölçekte Avrupa’da da karşımıza çıkıyor bu durum. Farklı sesler, hükümetin karşısında yer alanlar yasaklanıyor; devlet hükümeti eleştiren sesleri kısmaya çalışıyor. Bugün interneti kontrol etmek istemelerinin de nedeni bu; susturulmuş sesler. Kapitalizm gerçek anlamıyla otoriter kapitalizm anlamına geliyor. Özellikle demokrasinin işlevini, demokratik kurumları etkiliyor.

Bizlerin görevlerinden birinin de şu olması gerekiyor; demokrasiyi derinleştirmek ve savunmak. Bu neo-liberal kapitalistlere karşı demokrasiyi korumamız gerekiyor. Bağımsızlığımızı ellerimizden almak isteyenlere karşı, özellikle kriz zamanlarında bu artıyor, her zamankinden daha fazla savunmamız gerekiyor. Türkiye’de de gördük, Yunanistan’da da karşımıza çıktı, farklı şekillerde Avrupa’nın birçok yerinde görüyoruz bu durumu.

Türkiye şu an itibariyle uykusundan uyandı. Kimse beklemiyordu bunu. Şunu anlamamız gerekir, değişim için, şu an elitler tarafından yönetilen ve tek amacının para kazanmak olduğu bankacılar birliğini halkın birliğine, sosyal bir birliğe dönüştürmemiz gerekiyor. Farklı düşünerek bir şeylerin yapılabildiğine ilişkin inancımızla bunu yapmamız gerekiyor. Mücadeleler bizi alt tabanda birleştiriyor, farklı bireyciliklerin de çok gereksiz olduğunu bizlere hatırlatıyor. Bizim dünyada şu an şahit olduğumuz sürece dair bunun çok önemli bir husus olduğunu düşünüyorum. Umarım Türkiye’de başlayan bu hareket, bu birliğin önemini anlar. Umarım önümüzdeki aylarda, yıllarda daha fazla zafer kazanılır, politikacılara da siyasetçilere de öğrenilecek dersler çıkartılır.

Eğer bu dersler çıkartılmaz, aynı dil kullanılmaya devam edilirse, şu günkü alışkanlıklar geride bırakılmazsa karşılarında her zaman halkı bulacaklardır.