Hürriyet’ten Ayşe Arman’ın Pazar günü yayınlanan Sırrı Süreyya Önder ve Onur Ünlü söyleşisinin devamı yayınlandı.

Sırrı Süreyya, “Ben Maraş katliamının senaryosunu yazmıştım. Hatta 15 gün sonra filmi çekecektim. Milletvekilliği meselesi girdi araya. Bakalım... Onur bu fikrime sıcak bakmasa da, sinemaya, politik hikâyelere yeniden bir giriş yapabilirim” diyor.

İşte o söyleşi:

MAL YIĞMAK HARAMDIR!

Aynı yerlerde dolaşıyorlar ama asla tanışmıyorlar.

Gerçi Sırrı Süreyya Önder, Onur Ünlü’yü yazdığı şiirlerden gıyaben tanıyor.

Onur Ünlü şair aslında.

“Resulullahla benim aramdaki farklar” diye bir şiiri de var. İnternetten bulabilirsiniz.

Annesinin ölümünü anlatıyor, etkilenmemek mümkün değil!

Siz anladınız, pazar başlayan Sırrı Süreyya-Onur Ünlü röportajı devam ediyor:

Çok para utanç verici bir şey mi?

Sırrı Süreyya Önder: Hem de ne biçim! Mal ateştir. Yakar insanı...

Onur Ünlü: Filmde söylüyor işte, “İhtiyaçtan fazla mal haramdır!” diyor. Ben de böyle olduğuna inanıyorum...

SSÖ: Tek başına tüketimle kurduğumuz ilişkiye, hep beraber şöyle bir çeki düzen versek, dünyanın şu an yaşadığı birçok sorunu geride bırakmış oluruz.

Tüketim bela bir şey. Ambalajlayıp ambalajlanıp, yeni haller, biçimler adı altında dayatılıyor. Günümüzde tüketimle meselesini çözmüş insanlar, ermiş insanlar bence. Bu kadar basit. Yani öyle fazlaca Hindistan’lara, Himalaya’lara gitmeye gerek yok. Kendi nefsiyle böyle bir muhasebeyi kurabilen herkes, ermiş insandır!

Peki, bu kadar iyi film yapan insanlar, iyi para kazanmayı da hak etmiyor mu?

OÜ: İlla alacaksam, alıp onu bir başkasıyla paylaşmalıyım. Tamam bir iş yapıp 10 lira kazanacaksam, “Hayır, bana 2 lira yeter!” dememeliyim. Çünkü o 8 lira, orada kalır. Kalmasın. O 8 lirayı bir şeye dönüştüreyim. Üreteyim mesela. Ama mal yığmayayım. Mal yığmak günah diye geçer...

SSÖ: Zaten sana kalmayacak ki o mal. İnsan ömrü nedir ki? Mal biriktirmek için bütün hayatını heder eden insanlar var...

OÜ: Ben 17 senedir İstanbul’dayım, hiç maaşlı çalışmadım. Hep parça başı.

Senaryo yazdım parasını aldım. 17 senedir hâlâ bir sonraki kirayı nasıl ödeyeceğimi hiç bilmedim. Halimden şikâyetçi de değilim.

İyi de çoluk çocuk olunca, en azından o çocuğa bir gelecek hazırlamak gerekmiyor mu?

SSÖ: O da çocuğa ipotek koymaktır! Benim babam 8 yaşındayken öldü. Evin en büyüğüydüm. O günün parasıyla bize 35 bin lira borcu ve şerefli bir adı kaldı. Ne oldu? Kendimize bir hayat kurduk. Ben de bugün ölebilirim, çocuğum da kendine bir hayat kurabilir. “Çocuğuma bir gelecek hazırlamalıyım” da aslında bir kibirdir. Sen nesin ki, çocuğuna gelecek hazırlıyorsun! Güzellik bir sivilceye, mal da bir kıvılcıma bakar! İnsanlar bu enerjilerini mal yığmak yerine, hayatın güçlüklerine karşı çocuklarına bir takım yetiler kazandırmaya seferber etseler çok daha iyi olur...

ESİNLENME DEĞİL, KLİŞE

Sean Penn’in “Gizemli Nehir” filminde de, yetimhanede büyüyen tecavüze uğramış çocuklar anlatılıyordu. Sizin filmde de böyle bir şey var. Bir esinlenme durumu söz konusu mu?

OÜ: Hayır, esinlenme durumu yok. Bir sürü şey gibi, bu da bir polisiye klişesidir. Birçok polisiyede vardır. Çünkü yeterince sert ve dramaturjik olarak doğru olması gerekir. Şöyle bir örnek vermek istiyorum. Filmin sonunda imam, katili polise teslim etmez. Yani kendi kendine bir adalet uygular. Normalde bu, beklenilen bir şey değildir. Normalde dedektif teknik olarak, suçluyu adalete teslim eder ve işten çekilir. Fakat bizim adam, kendi kendine bir adalet hükmünde bulunuyor. Bunu yapabilmesi için de katilin, çok sağlam ve özgün bir gerekçesi olması gerekirdi. İşte o yüzden, bu gerekçeyi sağlam bir klişeyle şekillendirdik.

ÖDÜL ALMAK SUÇ!

“Sen Aydınlatırsın Geceyi” neden vizyona girmedi? Sadece üniversitelerde gösterildi?

OÜ: Çünkü istemedim. Sinema sahiplerinde ve dağıtıcılarda, bu türden filmlerin seyirciyle buluşmayacağına yönelik bir kanaat var.

Vizyonda fazla tutmuyorlar. Şans bile vermiyorlar. “Öyle mi?” dedim, o günlerde de maddi geri dönüşe ihtiyacım yoktu. Esti bana, “E ben de vermiyorum!” dedim. Öyle kaldı film...

Yazık değil mi emeğe...

OÜ: Üniversitelerde gösterdim. Gençlerin izlemesi ve beğenmesi bana yetti. Ben bir dağıtımcıdan “Sen ödül de aldın ama...” diye şikâyet bile işittim. Ödül almak bile suç yani! “Ödüllü filmler izlenmez” diye bir kafa var...

KAYBETMEYİ TERCİH ETMEK BİR ERDEMDİR

Bizde “başarı hikâyeleri”ne odaklı bir kavrayış var. Bunlar yüceltiliyor. “Kaybedenler” de, hep abartılarak anlatılıyor. Ve mutlaka ya kaderin hükmü ya da kendi beceriksizlikleri olarak gösteriliyor! Oysa irade olarak kaybetmek, kaybetmeyi tercih etmek ve göze almak da bir erdemdir. Bu yönüyle, kaybedenlerin önünde saygıyla eğilen bir film...

SINANMADIĞINIZ GÜNAHIN MÜMİNİ SAYILAMAZSINIZ!

Medeniyetleri ilerletmenin günah olduğunu düşünüyor musunuz gerçekten...

Onur Ünlü: Filmde öyle bir cümle var. “Günah işlenmeseydi, medeniyet ilerlemezdi!” diyor. Ama İbn-i Arabî de der ki, “Günahla irtibatı kesilen iman, kemale eremez!” Aynı sahnenin içinde bu cümle de var...

Günah işleme özgürlüğüne inanıyorsunuz yani...

OÜ: Geçtiğimiz günlerde bu mesele kötü bir şekilde gündeme geldi. Tabii ki o görüşlere katılmak mümkün değil. Son derece sığ bir görüştü.

Sırrı Süreyya Önder: Sınanmadığınız günahın mümini sayılamazsınız!

Nasıl yani? Bu derin laf ne manaya geliyor?...

SSÖ: “Ben zina yapmam!” derler mesela, “Zina günahtır!” Elbette öyle. Ya da “Ben hırsızlık yapmam!” İyi de hiç gerçekten, yapmanı gerektiren bir durumla karşı karşıya kaldın mı? Ve o feraseti gösterdin mi? Mecburiyet durumunda direnebildin mi o günaha? Ancak o zaman, o günahın mümini sayılabilirsin...

OÜ: Ya da “hakikat”le ilgili bir şeyi yapmak için, bir “günah”ın içinden geçmen gerekebilir. Filmde söylenmek istenen bu. Ondan sakınırsan, sırf günahtan kaçmak için, o şeyi yapmamaya başlarsın. Bu da iyi değildir. İnsan pasif kalır. Tavşan boku olursun. Şu da olabilir, “Bunu yapmayayım, o olur, bu olur” diye diye, sonunda “hakikat”le bağlantın kopar. Bu da ilerlemeyi engeller. Medeniyet de ilerlemez böylece. Aklamak için değil ama medeniyetlerde insanlar doğar, ölür, öldürülür. Böylelikle medeniyetler tekrar gelişir.

Dostoyevski’nin ilgilendiği mevzulardan biridir bu. “Suç ve Ceza”da Napolyon’un öldürdüğü insanlardan bahseder. Raskolnikov da cinayet işlemiştir ve o durumu kendine meşrulaştırmak için Napolyon’u düşünür. “Bir sürü insanın ölümüne sebep oldu ama o sayede böyle oldu, şöyle oldu” der. Bir şeyin, bir şeye rağmen olması gerekebilir bazen. Bundan sakınmak, ataletten başka bir şey getirmez. Öylece kalırsın...

YENİDEN SİNEMA

Tekrar sinemaya dönmek nasıl bir duygu, siyasetten sonra...

SSÖ: Galada fark ettim ki, sinemada seyirciyle film izlemeyeli epey olmuş. Gerçekten özlemişim. Elim de kaşınıyor. Kafamda hikâyeler de var. Fakat sadece bu yerel seçimlerde bile, bütün bu kutuplaştırmaya rağmen, 500 bine yakın yaptıklarınızı onaylayan insan vardı, bu müthiş bir şey. Ama insana ağır bir sorumluluk yüklüyor. Ben Maraş katliamının senaryosunu yazmıştım. Hatta 15 gün sonra filmi çekecektim. Milletvekilliği meselesi girdi araya. Bakalım... Onur bu fikrime sıcak bakmasa da, sinemaya, politik hikâyelere yeniden bir giriş yapabilirim.

TEFECİLERLE BİLE FİLM YAPILIR

Bu filmi yeteri derecede insan izlerse, bir daha tefeci tuzağına düşmemiş oluruz. Sinemayı tefecilerle bile yapacak kadar çok seviyoruz!

DOĞUŞTAN HÜNERLİ ŞAİR

Onur’un üretimlerine âşığım. Tabiri caizse kıskanıyorum! Onur’un refleks olarak bulduğu ve kotardığı işler için, benim bir can telef etmem gerekiyor. O doğuştan kabiliyetli, hünerli. Başka bir yerinden irtibat kuruyor hayatla. Öyle olmasa şair olmazdı zaten. Şair demişken, “Resulullahla benim aramdaki farklar” diye bir şiir var. İlk okuttuğu insanlardan biriyim. Okudum, çarpıldım ve derbeder oldum. Ve hemen başka bir şairi, Barış Pirhasan’ı aradım. Telefonda okumaya başladım. Onur da yanımdaydı, beni dinliyordu. Zannettim ki Onur benim hamasi tonumu beğendi. Bir ara beni durdurdu, “Abi içine ettin şiirin! Böyle de okunmaz ki” dedi. Lafını da hiç esirgemeyen bir kardeşimizdir...

TAKVA, ALLAH KORKUSU DEĞİL... ALLAH’I İNCİTMEK KORKUSUDUR

“Bazılarını seçeriz, diğerlerini üstün kılarız...”

OÜ: O bir ayettir. Derin bir ayettir, kahramanımız filmde ironi için kullanıyor...

SSÖ: Onun devamı da var. “Üstünlük takvadadır” diye üstünlükten ne anlaşıldığı tarif edilir. “Allah’tan ya da günah işlemekten en çok çekineniniz, ancak diğerine üstün olur” diyor.

OÜ: Mevzu gelmişken, “takva” hep Allah korkusu olduğu zannedilir. Oysa değildir. Allah’ı incitmekten korkmaktır. Bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Tabiri caizse, Allah’ın kalbini kırmamak için bir şey söyleyip de, onu incitmemeye, bir yanlış yapmamaya çalışırız. “O bizi cezalandıracak” diye düşündüğümüzden dolayı değil. Bu ikisi farklıdır. İkincisi daha Hıristiyani bir mantıktır mesela. Orada bir, efendi-köle ilişkisi kurulur. Bizde böyle değildir. Çünkü Allah, kullarının kendisine dost olduğundan bahseder...

Kaynak:

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26269436.asp#.U1X9pvl_sn0

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26276107.asp