Yönetip oynadığı devam filmi “Hükümet Kadın 2” ile seyirci karşısına çıkan Sermiyan Midyat “Kimisi komediyle anlatır hayatını, kimi dramla. Benim en çok inandığım silah ise mizah” diyor. Midyat: “Her sabah ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’diye Andımız’ı okurdum, filmde de yaşadıklarımı anlattım...”

Şirin Sever / Milliyet

Sermiyan Midyat geçen yıl öyle bir film yazdı, yönetti ve oynadı ki bize yılın en eğlenceli filmini izletti... Babaannesi, 1956’da Güneydoğu’nun ilk kadın belediye başkanı olmuştu, üstelik okuma yazma da bilmiyordu. Sadece bu cümleyi söylemesi bile yetmişti Demet Akbağ’ı tavlamasına!

İkili olarak öyle müthiş bir performans koydular ki ortaya, ikinci filmi çekmeden kimse onları rahat bırakmazdı! Haliyle “Hükümet Kadın 2” geldi bu kez; film cuma vizyona girdi.

Ben onun çok fırlama, çok zeki ve düşündürten bir mizah yaptığı fikrindeyim. Esprileri insanın karnına değil, beynine atıyor. İyi bir gözlemci olduğu da belli; yaşadığı toprakları bu kadar iyi anlatması başka nasıl açıklanabilir ki?

Filmin çarşamba günü yapılan galasında giyeceği smokinin provasında buluştuk. Atatürk’ün smokinlerini diken ailenin, dördüncü kuşak oğlu Levon Kordonciyan’ın atölyesinde smokin denerken çektik fotoğraflarını.

“Hükümet Kadın”ı henüz izlemeyenler, “Hükümet Kadın 2”den başlayabilir” diye bir hatırlatma yaparak, sözü Midyat’a bırakıyorum...

“ADALET KİTAPLARDA DEĞİL YÜREĞİNDEDİR”

“Hükümet Kadın 2” şart mıydı?

O ne demek? “Hükümet Kadın” şart mıydı ki çektik? Hiçbir şey şartlıktan yapılmaz!

Yani birinci filmin gişesinden memnun kaldığınız için “Hadi ikinciyi de yapalım” mı dediniz?

Evet, en başta iki film çekmek üzere yola çıkmadık ama insanlar çok sevdiler çünkü çok büyük malzemesi olan bir film yaptık. Bunun üzerine yeni bir hikaye yazdık. Şunu soruyorsan eğer; “cukkayı doldurayım” diye bir derdim hiç olmadı. Seyirciye hiçbir yalan cümle sarf etmedim, cümlesi olmayan bir film de yapmadım.

İlk filmde Demet Akbağ’ın oynadığı Xate karakteri öldüğü için devam filmi çekemediniz sanırım. İkinci filmde daha önceki yıllara, başa döndünüz...

Demet’le oynamak benim için çok önemli. Yapımcı Necati Akpınar için de, seyirci için de öyle. Türkiye’nin en önemli sinema oyuncularından biri.

Biz de Demet’le tekrar film çekebilmek için başa döndük. “Godfather”ın ikincisinde de geriye dönülmüştü, onu da hatırlatayım.

Bu kez ne anlatıyorsun?

İlk filmde belediye başkanı kocası ölen Xate’nin okuma yazma bilmeden belediye başkanı olmasını yazdım, babaannemin hikayesiydi ve 1956 yılında geçiyordu. İkinci film 1949’da, İsmet İnönü iktidarından Menderes iktidarına geçiş döneminde yaşanıyor. Bu kez Xate ve Faruk karakterlerinin seçim kampanyasında kapışmalarını anlatıyorum. Bu, aslında ilk film gibi dramatik, hüzünlü bir film değil; kahkaha ve komedi dolu.

Hikayeyi yazarken nereden yola çıktın?

1949’da gazeteler, kitaplar, kelimeler her şey yasaktı ve hüküm giymişti. Bu yasaklar yüzünden Xate’nin belediye başkanı kocası hapse düşüyor ve propaganda yapmak Xate’ye kalıyor. Bu filmin temel konusu da şu çatının üzerine oturuyor: Adalet sadece kitaplarda yazan değildir; adalet insanın yüreğidir, vicdanıdır, aklıdır.

“HAYATA POLİTİK BAKAN BİRİYİM”

Politik bir film mi yaptın?

Yaptığım işlerin hepsinde politik bir taraf var çünkü hayata öyle bakan biriyim. Yaşadığım hayatı yazıyorum sonuçta. 1980’de 6 yaşlarında bir çocuktum; babam solcu olduğu için, Kürt olduğu için hapisteydi. Ben onu sadece bayramlarda cezaevinde gördüm. 16 yaşına kadar adımın Kürtçe olduğunu bile söyleyemedim. Öyle bir hayattan gelince, hayata da öyle bakıyorsun; bir derdin oluyor. Kimisi komediyle anlatır hayatını, kimi dramla, kimi de gerilimle. Benim en çok inandığım silah ise mizah.

SIRRI SÜREYYA HESAPSIZ VE SAMİMİ BİRİ...”

 İçişleri Bakanı Muammer Güler, “Hükümet Kadın”ın Mardin galasında, filmin mesajlarını kastederek “Bizim hükümetin yapmak istediği de bu” demişti. Açılımın konuşulduğu günlerdi, film gündeme cuk oturmuştu. Şimdi açılım sürecinin geldiği noktaya bakınca ne söylersin?

Bir aralık var ama henüz açılmadı! Şaka bir yana, önemli gelişmeler oldu. Bu ülkede öğrenciler her sabah uyandığında Andımız’ı okuyordu. 1930’larda yazılan, belki o zamanlarda gerekli olan ama artık miadını doldurmuş bir olay ortadan kaldırıldı.

Andımız”ı filmde de kullandın, belki de son bir kez filmde duyacak insanlar. Bu kadar denk gelebilirdi!

Evet, çok denk düştü. Her sabah okula gidip “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye Andımız’ı okurdum, sonra eve misafir geldiğinde annem “Serseran serçavan” diye misafir karşılardı. Kafa karışıyor orada tabii, devreler yanıyor. Bunları yaşadığım için filme de koydum. “Türküm doğruyum çalışkanım” diye ant içen çocuklara, Demet de “E kısmet artık” diyor. Şimdi filmdeki bu cümle yeni bir anlam kazandı. İnsanlar da yanlış anlamasın; ben çocukluğumdan bu yana hiç kimseyi kategorize etmedim. Bu ülkede Türk, Kürt, Çerkes, İtalyan, gayrimüslim, çok farklı kimlikte insan var, niye okusunlar bunu?

 1949’daki belediye başkanlığı yarışından bugünkü belediye başkanlığı yarışına gelirsek...

Ben işin mizahındayım; iyi olan kazansın.

Mustafa Sarıgül, Sırrı Süreyya Önder ve Kadir Topbaş üçlüsü yarışacak gibi görünüyor İstanbul’da. Takipte misin olanları?

Henüz diğerleri açıklamadı ama CHP Sarıgül’e geçti, onu biliyoruz en azından! Dengeler çok tuhaflaştı. Bu konularda mizah dahi yapamıyorsun.

Şunu sorayım: Filmdeki belediye seçiminin gündemi su ve okul. Yakında gerçekleşecek belediye seçiminde gündem ne olmalı?

Marmaray’da imdat kolunun çekilmemesi! Şaka bir yana, İstanbul’un en büyük sorunu trafik! Marmaray’ı çok önemli buluyorum; inşallah arabalı olan da yapılır. Benim için samimiyet önemlidir, hesapsızlık kıymetli bir şeydir. Sırrı Süreyya Önder’in hesapsız biri olduğuna inanıyorum. “Dur düşüneyim, yarın açıklama yapayım” demiyor. Kimi eleştirir, kimi doğru bulur ama yüreğinden, içinden geçene engel koymayıp dozerin üzerine bile çıkabilen biri. Herkesin aradığı samimiyet sonuçta.

“YANLIŞ GÖRDÜĞÜM ŞEYLERE ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ İTİRAZ EDERİM”

Baban sana “Bay Muhalefet” dermiş, öyle mi?

Yanlış gördüğüm şeylere çocukluğumdan beri itiraz ederim, adaletsiz bir durumda susamam. E dünya da çok adil bir yer değil bakarsan!

“ESPRİ KAN GRUBUMUZ TUTTU”

“Babannem Güneydoğu’nun ilk kadın belediye başkanıydı ve okuma yazma bilmiyordu...” Bu cümle yetmişti Demet Akbağ’ı ilk filme ikna etmen için. İkinci filme ikna etmek için nasıl bir cümle kurdun?

“Hükümet Kadın 2” dedim, o kadar!

Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ iyi bir ikiliydi. Yeni ikili siz misiniz artık?

Bilmem, öyle bir algı mı oluştu? Evet, müthiş bir kan uyumumuz var; Yılmaz, Demet ve BKM ile espri kan grubumuz uyuyor. Mizaha aynı yerden bakıyoruz. O yüzden belki, ikili olmuşuz gibi bir çağrışım yaratıyordur.

Bu ikinci film de senin gerçek hikayelerinden mi?

Hayır, bu tamamen benim senaryom.

“FERHAN ŞENSOY VE HALUK BİLGİNER BANA ‘YÜRÜ’ DEDİ”

Filmlerinde hep Güneydoğu’ya yoğunlaştığın için belli bir kesimin sanatçısı, sinemacısı olarak anılma endişen yok mu?

Kimsenin algısına karışamam ama ben kendi adıma “belli bir kesimin sanatçısı” mantığına inanmam. Dört yıl bu Güneydoğu hikayesi denk geldi, önümüzdeki yıl da tamamen Batı’da geçen bir film yazarım, kim bilir. Eylemlerim sürecek yani! Bir yerde söylemiştim; Prens Charles’ın hikayesini anlatamam çünkü onu tanımıyorum, anlatırsam yalan anlatırım. Bildiğimi anlatıyorum ben sonuçta.

Peki “Senin mizahın iyi kardeşim, yürü” diyen, sana ilk cesareti veren kimdi?

Nöbetçi Tiyatro sınavlarını kazandığımda bir kız arkadaşım vardı. Ona hiç içimi dökemezdim, mektup yazardım. “Yazarlık konuşma zaafıdır” derler ya, bende çok utangaç bir taraf vardır her ne kadar öyle görünmesem de! Bir gün bana “Bu yazdıkların var ya, edebi eser!” dedi. Sonra yazdığım denemeleri ilk ustam Ferhan Şensoy’a gösterdim. Fakat çok korkarak gösterdim, Ferhan Hoca o kadar sert bir hocadır ki! Beni şaşırtacak kadar pozitifti. “Üslubun oturmuş, sakın bırakma, yaz” dedi. Akabinde Haluk Bilginer destek verdi. Ama hayatımın şu döneminde, sinema yapmaktan, çalışmaktan müthiş keyif aldığım çok acayip bir adam var. Bu camiada gördüğüm en içi dışı bir, eğlenceli, komik adam BKM’nin sahibi Necati Akpınar’dır. Hastasıyım onun!

“VALLAHİ OLMADIM, YEMİNLE OLMADIM”

İlk filmin “Ay Lav Yu” ile Boston’da En İyi Erkek ve En İyi Yönetmen ödülünü aldığında “Türkiye’de kimsenin umurunda değil” diye sitem ettin...

Saçmalamışım demek ki...

Millet Hollywood diye deli olurken, haklı olabilirsin de... Benim merakım şu; “Hükümet Kadın”la birlikte bu umursamazlık bitti mi?

Bu bir yolculuk. Hepimiz gelişiyoruz, olgunlaşıyoruz. Evet, “Ay Lav Yu” çok umursanmadı vizyondayken ama geçen bayram yayınlandığında, karşısında maç olmasına rağmen gün ikincisi oldu. Sonradan çok teveccüh oldu. Ben başka bakmaya başladım bu meselelere; arındım bütün bunlardan, pozitif bakıyorum.

“Hükümet Kadın”dan sonra “Tamam oldum ben” dedin mi?

Valla olmadım, yeminle olmadım. Öyle bir şey demem ben. Ama şunu söyleyebilirim; hayatımdaki en mutlu setimdi. En iyi yaptığımı düşündüğüm filmim “Hükümet Kadın 2”dir. En gülerek çektiğim.

“30’DAN ÖNCE BÖNDÜM, ŞİMDİ JÖN”

 “Ay Lav Yu” bir yana, “Hükümet Kadın” daha geniş kitlelere seslendi. Şöhretle aran nasıl?

30’undan sonra şöhret olmak avantajlı çünkü yaşadıklarını olgunlukla karşılıyorsun. Yaptığın işin yan etkisi gibi oluyor şöhret.

Şöhretin artısı yok mu hiç, iyi tarafları?

Niye yalan söyleyeyim, devlet dairelerinde işin çabucak halloluyor. İnsanlar iyi davranmaya çalışıyor sana. En önemlisi, filmlerimi sunarken, insanlara hayat görüşümü de iletme şansımın olması şahane bir şey.

O yüzden sinemayı çok seviyorum. Tanrı’ya şükür ki böyle bir fırsatım var.

Şöhretle birlikte, kadınların ilgisi de arttı mı otomatikman?

Ya bunu kadınlara sormak lazım. Niye, öyle bir şey mi gördün?

E çapkın olduğun söyleniyor. Söylesene, şöhret olmak işini kolaylaştırdı mı?

Flörtöz diyelim ona! Şöhret olunca 1-0 galip oluyorsun ama gençliğimde de şanssız bir erkek değildim. Yani şöhret durumu pek değiştirmedi.

“Lisede o kadar çirkindim ki kendimi dövmek istiyordum” demişsin ama.

Evet, söylerim hep, 30’dan önce böndüm, sonra jön oldum! Ama üniversite yıllarımda çok güzel kız arkadaşlarım oldu, kendime güvenim de geldi haliyle. Herkesin iyi bir yaşı oluyor galiba.

“BİR ÇAY İÇMEK İSTERİM”

“Hükümet Kadın yüzünden ne dizide oynadım ne de televizyon izlemeye vaktim kaldı. Bir tek İzdivaç programını kaçırmıyorum. Oradaki ‘Bir çay içmek isterim’ en sevdiğim flört cümlesi!”

ÖMER CLOONEY!

Boston Film Festivali’ne gittiği sırada belli yaşın üzerindekilerin kendisini Ömer Şerif’e, 40 yaşın altındakilerin ise George Clooney’ye benzettiğini söyleyen Midyat, son kararı ünlü bir müzisyenin verdiğini söyledi:

“Sen ‘Ömer Clooney’ye benziyorsun’ diye tartışmaya noktayı koydu. Adım o günden sonra Ömer Clooney kaldı!”

“NİYE ERMENİSTAN’A GİDEYİM, SEN GİT ULAN!”

Adından dolayı seni hâlâ Ermeni zanneden var mı?

Olmaz olur mu? Beni İngiliz ajanı zanneden bazı arkadaşlar çok çirkin tweet’ler atıyorlar. Ben de onlara hitaben şunu yazıyorum: “Bir ırkı ya da bir dini küfür zanneden kimi canlılar var. Ermeni, Süryani olmasam da sonuna kadar ben de Hrant Dink’im.” Hâlâ bana “Ermenistan’a git” diyenler oluyor; niye gideyim ulan, sen git.

İlk filmde yazdığım gibi, bu dünya senden olmayanlarla güzel. Herkes aynı olsa, hiç fark olmasa, tadı nasıl çıkar bu hayatın?

“BAKMA AYI GİBİ GÖRÜNDÜĞÜME, İÇİMDE BİR KIZ ÇOCUĞU OLABİLİR!”

Gezi’den sonra yeni nesil bir mizahın var olduğunu gördük; Y kuşağı denilen bir nesle ait, zeki, çok fırlama. Tanışıyor musun onlarla?

Hastasıyım hepsinin. Orantısız zeka uyguluyorlar gerçekten!

Ekrandaki birtakım isimlerin, bu kuşağı iyi yakalayamadığı, anlayamadığı, dolayısıyla da onları etkileyemediği konuşuluyor. Sen onları yakaladığını düşünüyor musun?

Bilmiyorum ki, o kuşağa sormak lazım. Ama tanıştığım, konuştuğum, gülüştüğüm o kuşaktaki herkesle çok iyi geçiniyorum. Ama mizahın dönemi olduğu doğrudur; bir zamanlar Cem Özer ortalığı kırıp geçiyordu, herkes âşıktı ona. Ben de bayılırdım. Sonra onun mizahı eskidi, sonra başkası geldi, onun da mizahı eskidi. Hayat değişiyor. Ben de etraftaki genç enerjiye bayılıyorum. 38’im ama ruhumu hâlâ 15 yaşında hissediyorum. İçimde hep bir çocuk var, muhtemelen de kız çocuğu!

Niye kız çocuğu?

Bakma böyle ayı gibi göründüğüme, içimde çok duygusal bir yan var, ota boka ağlayabilirim. Bunu göstermem dışarıya ama reklam filmi izleyip ağladığım bile olmuştur. Özellikle yaşlıları sömüren durumlara çok ağlıyorum.

“DUYGUSAL KOMÜNİSTİM!”

Hırslı bir adam mısın?

Başarmaya âşık bir adamım. Maddi hırslarım yoktur. Hatta üzerime ait hiçbir şeyim yoktur. Evim bile yok!

Filmlerden para kazanmadın mı?

“Ay Lav Yu” az gişe yaptı, onu ödüyorum.

Zengin bir sinemacı değilsin yani!

Yok, gönlü zengin! Fakir ama gururlu! Hiç maddiyatçı biri olmadım, bu canımı da yaktı zaman zaman. Annem de kızıyor artık, “Biraz tut paranı” diye. Ben duygusal komünistim galiba, paylaşmayı çok seviyorum.

En çok neye para harcarsın?

Kendimi iyi hissetmeye.

Ne iyi hissettirir?

Bazen gidip balık yemek, bazen gidip bir barda eğlenmek, bazen parkta dolaşmak... İyi hissetmem, moral motivasyonum çok önemlidir çünkü çok çabuk morali bozulan bir adamım. Depresyona da girerim. Yazarlık mutsuzluk mesleğidir! Çünkü yalnız kalmayı bilmen, öğrenmen gerekir. Benim aylarca yapayalnız, bilgisayar başında oturup evden çıkmadığım günlerim oluyor. Şubattan ekime kadar “Hükümet Kadın 2” için çalıştım mesela.