Besim Altunöz / Demokrat Haber

Bugün Türkiye’nin ana gündemi Afrin. Ancak Afrin’le ilgili gelişmeler medyada sadece tek yanlı olarak yer alabiliyor. Operasyona karşı eleştirel görüş belirtenler baskıyla karşılaşıyor.

Bu ortamda medya eleştiriyle de bilinen gazeteci-yazar Ragıp Duran ile Afrin gündemi ve medya üzerine söyleştik.

“Erdoğan’ın Afrin Savaşı’nda, hem askeri hem de siyasi komutan Moskova” fikrini savunan Ragıp Duran, “Zaman, her şeyi iyi bir şekilde kanıtlar ya da tekzip eder” diyor:

Bir yazınızda, “Zeytin Dalı Harekatının komuta merkezi Moskova’da. Siyasi olarak da nihai kararı verecek olan liderin adı Vladimir..” diyorsunuz. Bu cümleyi biraz açar mısınız?

Erdoğan, Afrin’e savaş açmak için ilk başta zaten çok zorlandı. Genel Kurmay Başkanını özel olarak Moskova’ya ve Brüksel’e gönderdi. Askeriyenin de, ilk başta bu operasyona olumlu bakmadığı yolunda kulis bilgileri var.

Erdoğan, Putin’le ayrıntılarını henüz bilmediğimiz bir şekilde anlaştı. Bu anlaşmada Erdoğan’ın bir tek talebi vardı: ‘Bırakın Kürtleri vurayım!’. Putin, belli ki bu isteğe olumlu cevap verdi ama karşılığında ne istedi onu henüz bilmiyoruz. Ayrıca operasyonun çapı ve süresi konusunda da nasıl bir anlaşmaya vardıkları henüz bilinmiyor.

Oldukça karışık bir alan Suriye. Yine de şunları biliyoruz: Ev sahibi Esad rejimi, bu rejimle genelde iyi anlaşan Rusya, ülkenin Kuzey Batı ve Batı bölgelerinde hava sahasını kontrol ediyor. Ankara ile Şam’ın arası yok.

Sadece bu nedenlerle bile Erdoğan’ın Afrin Savaşı’nda, hem askeri hem de siyasi komutan Moskova. Putin, istediği anda, çıkarları gerektirdiği anda, operasyonu durdurabilir. Rusya, Erdoğan’ı teslim almış durumda.

Sahadaki gelişmeler de Moskova’yı böyle bir karar almaya zorlayabilir. Afrin’deki sivil ve askeri direniş ile Tahran, Washington ve uluslararası kamuoyunun Ankara’nın işgal girişimine karşı çıkması Moskova’yı da kaçınılmaz olarak etkiliyor.

Erdoğan, Afrin savaşına, Putin’in kullandığı bir zırhlı araçla gidiyor. Direksiyonun başındaki, Erdoğan’ın değil, Putin’in belirlediği yere ve istediği zaman gidiyor/gidecek. Kafasını sağa doğru çevirip, “Tamam son durak, inebilirsiniz!” dediği zaman, Erdoğan’ın yoluna devam edecek durumu/konumu yok. Yarı yolda araçtan inmek zorunda kalacak. Yol kenarında otostop yapar belki. Putin’e karşı koyacak gücü bulunmuyor.

Savaş, hem Türkiye ekonomisini hem de Genel Kurmay ile Erdoğan arasındaki ilişkileri zor konumlara sürüklüyor. Bu da önemli bir etmen.

“SAVAŞ UZADIKÇA ERDOĞAN’IN DAHA DA SERTLEŞMESİ OLASI”

Afrin savaşı uzuyor. Evdeki hesap sanırım tutmadı. Savaş uzadıkça Türkiye’yi ne bekliyor?

Akmedya, harekattan önce “3 saatte Afrin” diye başlık atmıştı. Aynı medyadan, TSK’nın yağmur/çamur gibi gerekçelerle istediği gibi ilerleyemediğini bile okuduk. Diyanet de kalktı, “TSK İslami kurallara göre savaştığı için yavaş ilerliyor” demek zorunda kaldı. Sivilleri öldürürken son derece hızlı davranan TSK, egemen medya aracılığıyla olası yeni sivil cinayetlerin de haberlerini veriyor.

Aslında, başkasının izin ve onayı ile gerçekleşen bu harekat, ayrıca belli ki sadece siyasi olarak değil, askeri olarak da iyi hazırlanmamış bir saldırı. TSK’nın ilk kez girdiği bu alanda, ÖSO adlı cihadçı grupların rehberliğinin de çok başarılı olmadığı ortaya çıktı. TSK, Rojava halkının kitlesel sivil direnişini, Batı kamuoyunun protestolarını da hesaba katmamışa benzer. Ayrıca önemli bir nokta: Hukuki ve meşru bir zemini olmayan bir operasyon bu.

Savaş uzadıkça, Erdoğan’ın ülke içinde daha da sertleşmesi olası. Ne var ki, zaten sorunlu olan Türk ekonomisi bu devasa harcamaları kaldıramayacak konuma gelebilir. Savaşın faturası, zamlarla yurttaşlar üzerine yüklenebilir. Bu da ülke içindeki mağdur sayısını arttırır. Ayrıca Ankara’nın ekonomik-mali olarak dış güçlere bağımlılığını arttırır. Ülke içinde Kürt düşmanı, milliyetçi, militarist eğilimlerin güçlenmesi gündeme gelirken, sahadaki mevzi yenilgiler, geri gelen tabut sayısındaki artış, barış talebinin de yükselmesini sağlayabilir. Operasyonu destekleyen CHP Genel Başkanının, daha şimdiden, kendi görüşü olsun olmasın, Afrin kent içine girilmemesi gerektiğini söylemesi bile önemli bir itiraz.

İyimser bir bakış açısıyla, savaşın uzaması, Türkiye’deki mevcut faylardan Türk-Kürt kutuplaşmasını savaş yanlısı-savaş aleyhtarı ikilemine dönüştürebilir. Karamsar, belki de daha gerçekçi bir bakış açısı ise, savaşın uzaması Türkiye’de zaten mevcut olan iç savaş potansiyelini ve ihtimalini daha da güçlendirebilir.

“İKTİDARIN BASKILARI SAVAŞ KARŞITI CEPHEYİ GENİŞLETİYOR”

Afrin savaşından sonra, yoğun olmak üzere, İktidar iç muhalefetin sesini kısmak için olabildiğince geniş kesimleri içine alan bir sindirme politikası güdüyor. Bu bağlamda Türkiye’de demokrasi güçleri nasıl bir araya gelebilir? Bizim topraklara nasıl bir model uyar? Birlik konusunda iyimser misiniz? Bu görüşünüzü destekleyecek gelişmeler neler? Bu hukuksuz kuşatma nasıl yarılacak?

HDP’nin 3. “Olağan” kongresi bu konuda bize bir umut ışığı verdi. Siyasetin askeri araçlar, yani şiddet aracılığı devamı olan savaş, aslında birlik olmasa da birleşme zeminini daha da genişletti. Kürt siyaseti, solcular ve demokratlar, sosyal demokratlar, liberaller ve mütedeyyinler barış zemininde daha hızlı ve daha kolay bir şekilde bir araya gelebilir. Kadınlarla gençlerin de, siyasi/ideolojik tercihlerinin ötesinde, askerlerin annesi, eşi, ablası, teyzesi olmaları, gençlerin de cepheye sürülme riski altında, savaşa karşı çıkmalarının maddi temeli gerçekleşmiş oluyor.

İktidarın, son derece sert, yasadışı ve gayrımeşru baskıları, muhalif kimlikleri belli olan siyasetçilerden başka gazetecileri, akademisyenleri, avukatları, doktorları hatta savaşa karşı çıkan İslamcı vakıfları bile hedef gözetmesi, kendi cephesini daralttığı gibi, savaş karşıtı cepheyi genişletiyor. Hukuksuz kuşatma, evet doğru bir deyim, hukukla, mücadele ile kırılacak. Birlik konusunda henüz pek iyimser değilim. Çünkü Türkiye toplumunda çok farklı ve geniş kesimlerdeki milliyetçi, devletçi hatta orducu (militarist) eğilimler, alanda ciddi hezimetler yaşanmadan zor zayıflar. Bu toplumda güçlü olan Kürt düşmanlığını kıracak olan da yine barışçı, barış için mücadele olacak.

“GAZETECİLİĞİN ESASI, GERÇEĞİ AKTARMAK”

Bu zor dönemde nasıl gazetecilik yapmalıyız? Nasıl yaparsak “evet biz bu baskı dönemlerinde alnımızın akıyla gazetecilik yaptık” diyebiliriz?

Savaş dönemlerinde, alandaki çatışmalar, direniş ve gidişat tayin edici olmasına rağmen, abartmamak kaydıyla medyanın da propaganda gücü itibarıyla önemli bir aktör olduğunu görüyoruz, biliyoruz. Bugün belki sadece egemen medya yüzünden olmasa da, çünkü tarihten gelen milliyetçi/savaşçı/fetihçi iştahı önemli bir geçmiş, Türkiye’deki insanların önemli bir kısmı, PYD-YPG’nin terörist olduğunu, TSK’nın başka bir ülkenin topraklarında da olsa ulusal güvenliği, sınır güvenliğini koruduğunu sanıyor. Bu kesimin Amerikan karşıtlığı ise, aslında sadece Washington’un Kürtleri desteklemesiyle ilgili. Aynı kesim, onlarca yıl, ABD Latin Amerika’da, Vietnam’da barbarca o ülkelere saldırırken, Türkiye’yi teslim almışken ağzını açmadı, hatta destekledi. Kendisini solcu sanan bazıları hala PYD-YPG’ye “Amerikan emperyalizminin yerli ordusu” sıfatını uygun görüyor (Perinçek’den söz etmiyorum). Egemenlerle aynı saftalar.

Bu yanlış algıları, somut olarak, ayrıntılı haber, söyleşi ve röportajlarla düzeltmek gerekir. Savaşın çözüm olmadığı, geçmişte ve başka mekanlarda, savaşla başarı kazanılmadığı hatırlatılmalı. Gazeteciliğin esası, gerçeği aktarmak. Bu dönemde zor bir meslek. Çünkü, söz konusu gerçek, iktidarın iddiaları, resmi tezle çeliştiği için, gazetecilik yaptığınız halde, ajan, casus, vatan haini, terör “bahçıvanı” gibi sıfatlarla suçlanıyorsunuz. Gerçeğin sağlamlığına, kalıcılığına, sürdürülebilirliğine kesin bir şekilde inanıp, kaçınılmaz olarak bazı bedelleri ödemeye hazır olarak, habercilik faaliyetine devam etmemiz gerekir. Savaşla barış arasında tarafız. Gazetecinin barış angajmanı, savaşa karşı çıkması, sadece siyasi/ideolojik/hümanist bir yaklaşım değil. Belki de esas olarak mesleki bir yaklaşım. Çünkü savaş olan yerde biz rahatça gazetecilik yapamıyoruz. Gazetecilik, söz/yazı/görüntü işi. Savaşta bombalar, mitralyözler, avcı bombardıman uçakları, tanklar… Bizim kalemlerimizi, klavyelerimizi, mikrofon ve kameralarımızı kapatıyor, susturuyor, bastırıyor.

“AJİTASYON/PROPAGANDA YAPMAYACAĞIZ”

Savaşı aktarırken, ajitasyon/propaganda yapmayacağız. Aksine ajitasyon ve propagandayı çözeceğiz, boşa çıkaracağız. Aslında gazetecilik yaparken, Türk, Kürt, Arap ya da Amerikalı, Rus değiliz. Sadece gazeteciyiz. Kendimizi, mensubu olduğumuz milletin, yurttaşı olduğumuz devletin savunduğu tezlerden bağımsız tutmamız gerekir. Biz gazeteci olarak gerçeğe karşı sorumluyuz, hizmet ettiğimiz yurttaşlara yani okurlarımıza, izleyicilerimize ve dinleyicilerimize karşı sorumluyuz. Nihayet çalıştığımız medya kuruluşuna, onun yayın çizgisine karşı sorumluyuz. Bu üç sorumluluk eş zamanlı olmalı, yani hepsine birden aynı zamanda sorumluyuz.

Türkiye’de savaş bitince, arşivler açıldığında, utancından yerin dibine girecek çok sayıda medya organı ve “gazeteci” var. Neyse ki, sizin deyiminizle, “alnının akıyla gazetecilik” yapmış meslektaşlarımız da var. Zaman, her şeyi iyi bir şekilde kanıtlar ya da tekzip eder.