Kadir Kaçan / Demokrat Haber

Devletle PKK arasında yeni bir müzakere süreci yaşanıyor. Bütün Türkiye bu konuyu tartışıyor. Çok uzun zamandır yapılagelen bu tür görüşmelerin öncekilerden farkı bazı yanlarıyla kamuoyunun bilgisi dahilinde olması.

Önceki görüşmelerde arabuluculuk yapan, aktör olan, bilinen bilinmeyen pek çok isim vardı kuşkusuz. Onlardan biri de kamuoyunun “Balıkçı” olarak tanıdığı İlhami Işık’tı. İki kere PKK tarafından vurulduğunu ve Öcalan'la İmralı'da görüştüğünü söyleyen İlhami Işık'la görüştük.

BALIKÇI LAKAPLI İLHAMİ IŞIK KİMDİR?

1959 doğumlu. Batman Merkez İlçesi İluh nüfusuna kayıtlı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1. sınıftan terk etmiş.

12 Eylül’den önce TKP (Türkiye Komünist Partisi) gençlik örgütü İGD yanlısı. Darbeden sonra bir bağı kalmamış. Hiç PKK’li de olmamış. 1989’dan beri İstanbul’da yaşıyor, tekstil işinde çalışıyor ve 4 çocuk babası. Bir dönem HEP Güngören ilçe yönetiminde yer almış.

İlhami Işık’la eski ve yeni görüşme süreçlerini konuştuk…



Neden size Balıkçı deniyor?

Arabulucu olmam noktasında devlet yetkilileri ile Bahçelievler’de bir balıkçı lokantasında görüştüğüm için bana Balıkçı diyorlar. Bir de bu balıkçı restorantı çok güzel, insan trafiğinin olmadığı bir yer, köprü altında, gizemli sayılır.

Peki Balıkçı ismini kim koydu size?

Bu ismi Yıldıray Oğur bana yakıştırdı. Yıldıray Oğur da bu görüşmelerde bulunmuştu. Birkaç yerde bu isim geçince öyle kaldı.

Yıldıray Oğur bu ismi koyduktan sonra resmi yazışmalarınızda bu isim geçti mi?

Evet, Balıkçı ismi resmi yazışmalarda geçiyordu. Hatta benim adım artık Balıkçı ile özdeşleşmeye başladı. İnsanlar artık bana Balıkçı ismiyle hitap etmeye başladılar.

TOPRAĞIN AĞLADIĞI YILLAR

Balıkçı restoranında ilk görüşmeler ne zaman oldu? O dönem hakkında bilgilendirir misiniz?

1996 Nisan ayında gerçekleşti. Zor bir süreçti, 90’lı yılların tahribatlarının atlatılmaya çalışıldığı dönemdi. Top yekün savaşın olduğu dönemdi. PKK’nin yok edilmeye çalışıldığı ve Kürtlere deniz muamelesinin yapıldığı dönemdi. Eğer denizi kurutursam balık ölür diye düşünülüyordu.

Bir gün tüm Kürtlerin PKK’li olabileceğinden endişelenildiği bir dönemdi. Köylerin yakılıp yıkıldığı bir dönemden bahsediyorum. Kürt coğrafyasının yerle bir edildiği bir dönemdi.

Bu süreçlerin sonunda yaşanan göçler Türkiye doğasını değiştirdi. Ama gün gelecek ki o göçlerin filmleri, belgeselleri çekilecek, üzerlerine kitaplar yazılacak.

Göçler, yaşamı boyunca şehir görmemiş, işi ve varlığı olmamış yoksul Kürtlerin büyük şehirlerin gettolarında yok edilmesiydi. Herkesin dilinde faili meçhul cinayetler vardır. Ama en büyük faili meçhul cinayetler göçlerin tahribatlarıdır. İnsanlar darmadağın edildi, onların gidecek yerleri ve paraları yoktu. Yani Kürtleri, Kürt gençlerini uyuşturucu ve fuhuşla kimliğini ve benliğini kaybetme ile başbaşa bıraktılar.

O günleri anlatırken bile zorlanıyorum. Ben o zamanlar için toprağın ağladığı yıllar diyordum. Yalnız sanki bu ülkede bunca acı yaşanmamış gibi kaleme aldıkları oluyor. Bizim de eksiklerimiz var geçmişi iyi anlatamıyoruz. Tabi ki de zordur geçmişi doğru anlatabilmek. Ama bugün için zor değil, biz Türk aklını ikna etmeyi aydınlık olarak görmemeliyiz. Kürtler kimseden bir gram fazla bir şey istemiş değillerdir. İstemezler de. Sadece hak olanı talep ederiz.

Peki Devlet ile Öcalan arasında arabulucu olarak neden siz seçildiniz? Siz hangi sıfatla bu görüşmelere katıldınız? Devlet adına hangi yetkiler sizle görüştü?

Benden evvel de bu tip görüşmeler olmuştu. Ta Özal döneminde de görüşmeler olmuştu. Hatta ve hatta Özal öncesinde de görüşmeler olmuştu. Bilinen Özal döneminde başladığıdır. Özal hükümetinden sonra Erbakan döneminde de görüşmeler oldu. Akabinde Mesut Yılmaz döneminde de girişimler oldu. Yani bana gelinceye kadar bir öncesi var. Benim de bir öncem var. Benim özel olarak bu süreci götüreceğime dayalı bir ilişki olmadı. Sadece çevremin genişliğinden ben seçildim.

Peki görüşmeler için özel bir tarih tercihi var mıydı?

HADEP o süreçte 24 Aralık seçimlerinde ciddi bir oy aldı. Böylelikle iktidar Kürtleri tank ve topla bitiremeyeceğini anladı. Devletin hesaplarına göre HADEP düşük oy alacaktı. Bu savaş konsepti 24 Aralık 1995 yılı seçiminde çöktü. Kürtler legal siyasette başarılı olunca devletin arayışları oldu. Ama bu arayışlar da o kadar güçlü değildi. O dönemde halk üzerinde ciddi bir travma var, devlet kurumlarında çeteleşmeler ki bunlardan birisi Susurluk’tu. Bütün bu kadar sıkıntı içerisinde devlet aklının bir B planı vardı. Bu yüzden Kürt aydınlarıyla görüşmeleri amaç edindi. Bu sayede hem halkla hem de halk üzerinde ciddi irade sahibi olan PKK’yle konuşacak birileri düşünüldü. Aslında o gerilim içerisinde her iki taraftan da tepki almayacak bir arayıştı da denilebilir. Kürtlerin de parlamentoda temsilcileri yoktu. Ben de böyle bir misyonla girişimde bulundum.

NE PKK YANLISIYDIM NE DE DEVLET

Peki şunu netleştirelim, siz devletin gözünde neydiniz, sıfatınız neydi? Kısacası neden siz?

Devletin benim için tanımlaması ve düşüncesi, benim tarafsız olmamdı. Ne PKK yanlısıydım ne de devlet yanlısıydım. Ayrıca çok istikrarlı birisiyim. Aldığım işi sonuna kadar götürebilen birisiyim. Ayrıca Newroz belgeseli kitabını yazdım. En ağır koşulları dile getirdim. Bu çalışmayı HEP (Halkın Emek Partisi) adına yapmıştım. HEP sürecinde yöneticiydim.

Sizle görüşmeye devlet adına kaç kişi geldi? Anlatır mısınız?

Geldiler ve bana biz devletiz dediler. Zaten tiplerinden devlet oldukları anlaşılıyordu. O dönemde terimler farklıydı. O zamanlar devlet adına şimdi ise direk diplomasi ile devlet olarak görüşülüyor. O dönemde bugün ki gibi komplike bir irade birliği yoktu. Devletin karar mercilerinin direktifi ile birileri gelip bizimle görüştü. Biz de havada aradığımızı yerde görmüştük. Bunu seve seve kabul ettim.

AKŞAM KONUŞTUK SABAH TUTUKLULAR SERBEST BIRAKILDI

Siz gelenlerin devlet olduğuna nasıl inandınız? Onların samimiyetine nasıl güvendiniz? Çeteleşmeler vardı dediniz korkmadınız mı?

Yok onlar balık yediler ben balık sevmediğim için sadece çay içtim. Kalabalık gelmişlerdi ve bir liderleri vardı. Sanırım 7 kişi geldiler. Ama masada 3 kişiydiler. İlk tanışmada somut adımlara ilişkin bir şey çıkmadı. Kürt akilleriyle bir araya geldik ve ne derecede güvenebiliriz dedik. Devlet adına gelenlerin meşruluğu da tartışma konusuydu. “Güçleri neydi?” gibi endişelerimiz vardı. O zamanlar HADEP’liler tutuklanmışlardı ve çalışmaları engelleniyordu. Tutuklu birçok HADEP’li bu görüşmeden sonra serbest bırakıldı. Bizim ilk talebimiz yerine getirildi. Hatta biz akşam bunları konuştuk sabah da tutuklular serbest bırakıldı. Hatta bir kadın HADEP’li tutuklu vardı. PKK ile sanırım görüşmeleri de vardı. Delili olduğu halde o bile serbest bırakıldı. Bize buna benzer jestler yaptılar.

Peki HADEP yöneticisi bilindik bir isim mi? O kişinin ismini söyler misiniz?

Yok. Söylemek istemiyorum. Size şu kadarını söylemek isterim Bursa’da yakalanan bir arkadaştı. Yönetici idi Hadep’te.

Peki bu görüşmeler sadece sizinle mi sınırlı kaldı. Yoksa başka isimler buna dahil oldu mu?

İlk görüşmede sadece benimle sınırlı kaldı. Daha sonra Sırrı Sakık, Sedat Yurttaş, Ahmet Türk gibi isimlerle görüşüldü.

Yani bu görüşmeler ve sürece bu isimler de dahildi diyebilir miyiz?

Tabi tabi evet. O dönemin siyasi aktörlerine gidildi.

Peki bu siyasi aktörlerin tepkisi neydi? Nasıl karşıladılar?

Onların yaklaşımları olumluydu. Aynı zamanda kaygılıydılar. Ahmet beylerle görüşüldüğü dönemde 28 Şubat dönemiydi. Berbat bir devlet yüzü vardı. Onlar da kaygılı olmakta haklıydılar. Ayrıca ilk defa inisiyatifi PKK ve Öcalan dışında birileri paylaşıyordu. Güvenleri haklı sebeplerden dolayı düşüktü. Daha sonra görüşme kalitesi artırıldı. MİT de daha sonra görüşmelere katıldı.

Peki MİT’in görüşmelere katılım sürecini anlatır mısınız?

97 sonbaharında görüşmelere katıldı ve 98’in başında süreçten çıktı. Sadece bir kış görüşmelere katıldı. MİT ile yürümedi.

Neden MİT ile yürümedi?

Birçok sebepten dolayı yürümedi. Mesela PKK’nin büyük bir kısmı MİT ile görüşmeye hazır değildi. Çünkü PKK, MİT ile yürümek istemiyordu. Bu sürecin kendilerince yürütülmesini daha sağlıklı görüyordu. Bu süreçte inisiyatif koydum. Ve sürece MİT’siz devam ettik.

Peki sonra neler yaşandı?

Bayrampaşa cezaevinde Sadrettin Aydınlık ile görüştüm. Ama onun ve Bayrampaşa’da diğer kişilerin bu süreci taşıyacak kapasiteleri yoktu. Daha sonra Bursa cezaevinde görüşmelere başladık. Sabri Ok ve Muzaffer Ayata ile görüştük. Onları sık sık bilgilendirdik. Onların görüş ve önerilerini aldık. Daha sonra PKK lideri ile görüştük.

PKK lideri ile görüşmeye gelmeden önce cezaevlerinde görüşmeler nasıl gerçekleşti?

O görüşmelere ben gitmedim. Sadece devlet ile görüşmelere ben katıldım. Kürt tarafıyla başka arkadaş ilgilendi. İş bölümü yaptık.

PKK lideri sizi nasıl karşıladı. Mesela daha önceden kendisiyle karşılaşmanız olmuş muydu?

Evet ben daha önceden 80 öncesinde onunla görüşmüştüm.

PKK BENİ 2 KEZ VURDU

Siz hangi sıfatla karşısındaydınız? Neden görüştünüz?

Ayrıntılara fazla inmek istemiyorum yakında kitabım çıkacak. Ama size şu kadarını anlatayım. Ben o zamanlar İGD’liydim. Batman’da çok aktiftim. Hatta PKK ile anlaşmazlık bile yaşadım. PKK beni 2 kez vurdu. Hatta PKK’nin komutanı Mahsum Korkmaz vurdu. İlk silahlı eylemi beni vurmak oldu. PKK bizim arkadaşları okula almadı. Başlarında Mahsum Korkmaz’ın olduğu 5 kişi, hatta aralarında akrabam Ahmet Kurt bile vardı. Benim teyzemin oğludur kendisi. Ahmet Suriye’den gelirken Mardin’de öldürüldü. PKK’nin lider kadrolarındandı. O da beni bir kez vurdu.

En ilginci de Şükrü Çiçek ile anım. Kendisi benim yeğenim ve PKK önder kadrolarından o da. Bizde kalıyordu. Şehirde okula gitmek için bizdeydi. Aynı evdeyiz, o PKK’li ben de İGD’liyim. Kavga ettik. Hatta Mehmet Şener ile ben çocukluk arkadaşıyım. Mahsum Korkmaz’la sabah kavga ederdik akşam da araba ile gezerdik. Mahsum Korkmaz çok iyi araba kullanırdı. Renault arabası vardı.

Geleyim Şükrü Çiçek’e. Batman Endüstri Meslek Lisesi’nden gelirken o evden geliyordu. Küçük bir çakısı vardı. Çakısını çıkardı ve beni öldüreceğini söylüyordu. Bari sen yapma dedim. Öyle bir dönemdi anlayacağın.

Geleyim PKK lideri ile konuşmama. Öcalan benden PKK’li olmamı istiyordu. Daha sonra ben cezaevine girdim. Bu bahsettiğim 79 yılına ilişkin anılarım.

Peki neden cezaevine girdiniz?

Bir polis beni öldürmek istedi. Mersinli Murat diye bir arkadaş, polis beni tararken o kendini önüne attı o ağır yaralandı. Şu an hayatımı ona borçluyum. Mahmsum Korkmaz ve Mehmet Şener polisin beni tarayacağını öğreniyorlar. Ve beni kurtarmaya geliyorlar. Fakat tabur komutanı oraya gelmişti. Mahsumlar yetişemediler beni kurtarmaya. O zamanlar tabur komutanı Temel Cingöz vardı. Çok fena adamdı. Daha sonra Temel Cingöz de öldürüldü. Bunun üzerine Mahsumlar yetişmeden beni cemseye attı askerler. Daha sonra tutuklandım.

Gelelim devlet ile görüşmelerinizden sonra PKK lideri Öcalan ile görüşmelere?

Telefonla görüşmem oldu. O Hollanda’daydı. Hollanda’ya başka bir arkadaş gitti. Ben o görüşmeye katılmadım.

ÖCALAN SİLAHLI MÜCADELEYİ AKLINDAN ÇIKARMIŞTI DEVLETTEN ADIM GELMEDİ

Peki görüşme nasıl geçmiş?

Abdullah Öcalan silahlı mücadeleyi aklından çıkarmıştı. Şimdiki gibi düşünüyordu. Ama devletten bir adım gelmedi. Abdullah Öcalan barış için sağlanacak tüm gerekleri yerine getirdi. PKK’nin adını bile değiştirdi. Güçlerini Türkiye sınırları dışına çekti. Yeni bir manifesto yayınladı silahlı mücadele dönemi kapandı diye. Birileri, dağda birbirlerini yesinler, çürüsünler mantığıyla hareket ettiği için tekrar 2004 Haziran 1’inde silahlı mücadele başladı. Devletin ruhunda var olan oydu.

Abdullah Öcalan sizlere nasıl güvendi?

Devletin değişim ve dönüşümünü çok detaylı anlattık. Çok düzenli bilgi notlarıyla alışveriş yaptık. Bütün bu güven ortamı bir ay yada bir dönem değildi. Bu görüşmeler yılları aldı. Bazen PKK’nin Avrupa sorumlusu Şahin Abdi ile görüşüyorduk. Öcalan Şahin Abdi’ye çok güveniyordu. Bazen de Sabri Ok üzerinden bu alışveriş gerçekleşti.

Öcalan’a görünen tablo yanıltıcıdır dedik. Dışarıda ne oluyor ne bitiyor hepsini raporluyorduk. Ona Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin değişimlerini sunduk. Öcalan’ın önüne bir sürü done konuldu. Ona şunu anlattık, bu devlet değişiyor ve dönüşüyor. Devlet Avrupa Birliği uyum sürecinde değişti ve dönüştü. Bu değişim ve dönüşümden geri dönülemez. Gümrük birliği yasası ile aslında bu darbe dönemi kapandı. Abdullah Öcalan’ın da bu şekilde bir öngörüsü vardı. Ve haklı çıktı.

MEDYA BLOKAJININ KALDIRILMASINI İSTEDİ

Görüşmelerde Öcalan sizden ne istedi? İlk talebi neydi?

Öcalan bir basın toplantısı yapmak istedi. Medya blokajının kaldırılmasını istedi. Bu isteği yerine getirildi. Birçok gazeteci Öcalan ile görüştü. Özgür basın üzerindeki sansürün kaldırılmasını istedi.

Peki anadilde eğitim, anadilde savunma, Kürtler’e statü konuşuldu mu?

Onlar görüşülmedi. KCK operasyonlarından sonra anadilde eğitim ve savunma gündeme oturdu. O süreçte bunlar konuşulmuyordu. Ama Kürtçe’nin serbest olması konusunda çok hassastı. İlk amacı fiili durumdan hukuka dönüştürmekti. Bir başka isteği de OHAL’in kaldırılmasıydı. Bunu çok önemsiyordu. Çünkü OHAL Kürt coğrafyasının dokusunu mahvediyordu. Saydığım tüm talepleri yerine getirildi.

Yani OHAL’in kaldırılmasında o görüşmelerin etkisi olduğunu net bir şekilde söyleyebiliyorsunuz?

Evet kesinlikle.

ÖCALAN, MÜTHİŞ BİR DİPLOMASİ YÜRÜTTÜ

Peki statü konusu hiç geçmedi mi?

Statü görüşülmesi zamansal bir süreç istiyordu. Bazen ilk talep olur statü bazen de hiç gündemde bile olmaz. Hiçbir zaman Abdullah Öcalan görüşmelere setler çekmedi. O konuda müthiş bir diplomasi yürüttü. PKK’nin genel yapısında diplomasi Öcalan kadar yoktur. Öcalan 3 yıl sonra oluşacak gelişmeleri bugünden görebiliyordu.

ÖCALAN İKİ HALKI BİRARADA YAŞATMANIN FORMÜLLERİNİ ÜRETMEYE ÇALIŞIYOR

98 yılında PKK tek taraflı ateşkes yaptı. O ateşkeste bu görüşmelerin bir etkisi var mıydı?

Öcalan’a gönderilen ünlü Ağustos mektubu vardır. Bir avukat arkadaş gelip mektubu aldı. Yanılmıyorsam ismi Eyüp’tü. O mektubu ben Balıkçı’da teslim ettim. Orada devletin yol haritası vardı. O mektupta devlet, bölünmez bir bütünlük dışında her şeye varız diyordu. Bu mektup da Öcalan’ın beklediği mektuptu. Nitekim Öcalan bu mektubu aldığını açıkladı. Ve mektuba cevap da yazdı. Devlet bu mektupla beraber yarın oluşacak her şeye ben hazırım diyordu. Türkiyelilik hiçbir zaman Öcalan için problem olmadı. Kürtlerin sosyolojisini dikkate almayan bir düşüncenin bugün galip gelse bile yarın eriyebileceğini çok iyi biliyordu. Mesela bir örnek vereyim Kürtler ne zaman bir sıkıntı olsa Batı’ya göç ediyor. Burada bir sıkıntı yok mu? Bu durumda Öcalan’ı Türkiyelilikle suçlayanlar işin kolayına kaçıyor. Öcalan sosyolojiyi iyi okuyor. Öcalan bu iki halkı birarada yaşatmanın formüllerini üretmeye çalışıyor.

ÖCALAN’LA İMRALI DA GÖRÜŞTÜM

Peki PKK lideri ile devlet adına ilk yüz yüze görüşmenize gelelim?

İmralı'da görüştüm. Sadece o kadarını anlatabilirim.

Peki 2010 Ramazan ateşkesi vardı? Biraz bilgilendirebilir misiniz?

Öcalan’ı bilgilendirme, ondan görüş alma ile sürdürülecek bir diyalog ve ya müzakere sekteye uğramıştı. Onun için 2010 görüşmesine ihtiyaç duyuldu. O görüşmenin özeti Öcalan merkezde olmalıdır. Oslo süreci tamamıyla Öcalan’ı bilgilendirmeydi. Sonra ateşkes yapıldı. Kürtlerin iktidara “seçim dönemlerinde görüşmeler yapılıyor” demesi haksız bir eleştiridir. Türk siyasetçilerinin de “kışın PKK ateşkes yapıyor” demesi de yalandır. PKK kış geldiği için ateşkes yapmadı. Sadece kıştan dolayı PKK’nin 1995 yılında 20 günlük bir ateşkesi oldu. Bunun dışında PKK genelde yazları ve baharları ateşkes yapmıştır.

Görüşmelerin önünü tıkayan iç ve dış sebepleri anlatır mısınız?

Devletin kodlarında yekparelik hiçbir zaman olmadı. Hep devletin farklı kanatları ve o kanatların hepsinin de uluslararası ayakları vardı. Hem uluslararası refleksler ile hareket eden, hem de kendi durumunu uluslararası alanlara yayan bir durum söz konusu olmuştur. Aslında hepsinin de içten kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Bu tıkanmalar hiçbir zaman sadece iç kaynaklı olmamıştır. Dış ve iç sebepler hep beraber olmuştur. Ve bu süreçlerin barışla sonuçlanmaması için bahsettiğim komplike yapı kimi zaman itibarsızlaştırma operasyonlarıyla kimi zaman da farklı fiili sabotelerle süreçleri baltalıyor.

DEVLET KÜRTLERİN TALEPLERİNİ “TERÖRİZE” ETMEKTEN VAZGEÇMEDİ

Başbakanın sert çıkışları oluyor. Bu dönemde de sert çıkışları oldu. Süreci bu çıkışlar ne ölçüde etkiler?

Tabii ki olumsuz etkiliyor. Ama dün dünde kaldı biz geleceğe bakmalıyız. Dün ile ilgili de birkaç cümle sarf etmek istiyorum. Kürtler bu söylemler yüzünden inciniyor. Kürtlerin Zerdüşt olarak lanse edilmesi Kürtleri incitiyor. Gerçeği yansıtmıyor Kürtlerin Zerdüşt olması. Başbakan’ın sivil siyasete bakışı açısından hala bir endişe var. Ve aynı durum Kürt tarafı içinde geçerli. Kürt siyasal hareketi hala Kürtleri sivil eylemlerde örgütleyebilme ve sivil demokratik eylemleri yapabilme kapasitesini şimdiye kadar hayata geçirme noktasında yetersiz oldu. En basit eylemine bile bir çatışma görüntüsü vermekten kaçınmadı. Bu da malzemeleri biriktirdi. Siz taş atmadan da, molotof kullanmadan da çok etkili eylemler geliştirebilirsiniz. Yani işin içine taş molotof girince mi etkili oluyor? Kürt siyasal hareketi bundan vazgeçmedi. Ayrıca devlet Kürtlerin taleplerini “terörize” etmekten hiç vazgeçmedi.

Açlık grevlerinde Kürt halkı sokaktaydı. Bunun üzerine Öcalan’ın grev bitirilsin demesiyle grevler bitirildi. Başbakan böylesi bir süreçte ortaya dokunulmazlıkların kaldırılmasını attı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bazı durumları anlamak zor. Yorum yaptığınız zaman insan bazen yanılabiliyor. Büyük bir hamle öncesi kendince bir mıntıka temizliği yapmaya çalıştı. Evet bu olmamalıydı. Sivil bir siyaset bir hareketin yanında olabilir, birilerine sempati besleyebilir. Ama sivil siyasetin de kuralları vardır. Onun için bu şekilde söyleniyor. Öcalan buna çok dikkat eder. Sivil siyaset genel olarak yenik düşüyor. Bu da malzeme oluyor. Ama bu da dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla sonlandırılmamalıdır. Dokunulmazlıklar kaldırılmamalıdır.

ÖCALAN’IN BU SÜRECİ İYİ GÖTÜRECEĞİNE İNANMAK GEREKİYOR

“Başbakan biz yargıya talimat verdik” sözüyle yargı ile siyaset arasındaki ilişkilendirme durumunu nasıl düşünüyorsunuz? Sanki iç içeymiş gibi değil mi?

Ben dil sürçmesi olduğunu düşünüyorum. Ya da özgüven de olabilir. Tarif edilen gibi yargı tümüyle AKP elindedir denilmesi yargıya haksızlık ve AKP’ye de haksızlıktır. Zaten başbakan dil sürçmesi olduğunu söyleyerek düzeltti onu.

Bu süreci pozitif olarak beslemek gerekiyor. Bu sürecin önünde engeller vardır. Bu süreçte kırılmalar yaşanabilir. Devletten farklı sesler çıkabilir, PKK’den farklı sesler çıkabilir, çeşitli kesimlerden de farklı sesler çıkabilir. Bunları normal görmek lazım. Bu sorun Ortadoğu’nun en önemli sorunudur. Bu süreçte her şeyi göz önüne alarak hareket etmeliyiz. Şunu da unutmamalıyız ortada düşman yoktur sadece karşıtlar vardır. Bu anlamda Öcalan’ın bu süreci iyi götüreceğine inanmak gerekiyor.

BDP ARABULUCULUK İÇİN UYGUN VE DOĞRU TERCİHTİR

Görüşmeler için Ahmet Türk DTK’nin bir aktörü, Ayla Akat Ata ise BDP’nin aktörü. İki ismin seçilmesini nasıl görüyorsunuz?

İkisinin seçilmesi anlamlıdır. Kurumların ve bu isimlerin seçilmesi temsiliyet anlamında daha anlamlıdır. Açık siyaset ne kadar etkili olursa temsiliyette o kadar doğru olur. Yani BDP daha aktif olursa süreç daha aktif yürür. En az 2 milyon oy almış BDP arabuluculuk için uygun ve doğru tercihtir. Bu süreci desteklemek lazım. Mümkün olduğu kadar onların önünü açmak lazım.

Başbakan Kılıçdaroğlu’nun AKP’ye kredi veriyoruz şeklindeki açıklamasına sert çıkıştı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Başbakan o sert çıkışı yaparken bir öneride bulundu. Ben kredi veriyorum demek yerine pratik adımlar atılması gerektiğini de söyledi. Pratik adımlar atılması aşamasındayız. Destekliyorum demekle köşeye oturmak olmaz. Kılıçdaroğlu’nu pratik adımlar atılmasına davet etti. CHP bu süreci desteklemelidir. Bu şekilde partisel olarak da büyüyecektir.

Peki MHP ile ilgili bir öngörünüz ne?

Geçmiş deneyimlerden dolayı, Bahçeli nasıl zamanında idamın kaldırılmasına imza attıysa bu süreçte de doğru adımlar atacaktır. Buna inanıyorum.