Yazar ve araştırmacı Sevan Nişanyan cezaevinde verdiği röportajda Charlie Hebdo katliamının 'yüzyılın olayı' olacağını Türkiye'nin tarafını ise bilemediğini söyledi. Nişanyan, Muhammed Peygamber'le ilgili yazısını yazmasa cezaevinde olmayacağını da belirtti.

Nişanyan'ın Ermeni sorunundan Charlie Hebdo katliamına, evliliklerinden çocuklarına kadar çeşitli konularda Habertürk gazetesinden Balçiçek İlter'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Yaşınız 59, ne öğrendiniz bu hayattan?

Hiç... Sonunda öleceğimi.

Korkuyor musunuz ölümden?

Hayır, eskiden çok korkardım. Birkaç kez mutlak ölümle burun buruna geldim. Altıma işiyordum korkudan. Kanıksadım mı ne, korkmuyorum artık.

Pişmanlık var mı?

Yapabileceğimin en iyisini yaptım. Keşke daha fazlasını yapsaydım, tembellik etmeseydim. 5 çocuk değil, 10 çocuk yapsaydım örneğin. Ya da daha çok Nişanyan evleri, daha çok kitap ... Aklına ne gelirse... Boşa geçirilen onca vakit oldu.

En büyük eseriniz?

Çocuklarım.

Vay, kitaplarım demediniz...

Çocuk ölümsüzdür çünkü. Kitaplar, yaratılan mekânlar geçici. Bir süre sonra sizden olmaktan çıkarlar. Çocuk öyle bir şey değil, o sizden... Keşke 1 kişi değil de 10 kişi olsaydım. Keşke yeni insanlarla tanıştığımda eskilerini hayatımdan çıkarmasaydım. Keşke en azından dostluklarını sürdürebilmek için yılbaşında bir kart atsaymışım.

Huysuz bir adam mısınız?

Daha çok sabırsızım. Ayağıma bağ olanları tekmeliyorum.

Yalnız kalıyorsunuz o zaman...

Yalnızlık beni ben yapıyor aslında. 3 yaşımdan beri yalnızım. Çok insan tanıyorum, kalabalıklar var ama yalnızım. Üstelik genç değilim artık. Vücut eskisi gibi değil, sarkmaya başladım. Genç kadınlar bana “Amca” diyor. Kendimden çok genç kadınlara ilgi duyuyorum. Sonra utanıyorum. Benim yaşımdaki her erkeğin yaşayacağı şeyler işte. Yeni bir şey yok.

Bir iç hesaplaşma seziyorum sanki... Niye hapishanedesiniz sizce?

Bilerek ya da bilmeyerek çok can yaktım, kalp kırdım. Onun ceremesidir bu.

Hak ettiğinizi mi düşünüyorsunuz?

Evet. Adil olmak lazım bu konuda… Bardağı ne taşırırsa taşırsın, siyasi ve kişisel alanda bu kadar çok kavgaya girmenin bir bedeli olmalıydı, onu ödüyorum. “Çat’’ diye kırdım insanları.

Ne bu? İlahi adalet kavramını soramam ki size...

Karma... (Gülüyor) Yargıdaki insanlar aleyhime çok uğraştılar. Yoksa absürd bir inşaat yüzünden burada olmamalıyım değil mi? Uzaktan bakıyorum kendime. “Bu herif bir zıpladı, iki zıpladı, üçüncüde çakıldı” diyorum.

Ama pişmanlık yok?

Yok tabii. Bıraksalar daha fazla zıplarım.

6.5 yıl ceza sizi korkutmuyor mu?

O daha başlangıç... Daha da uzun olabilir ve evet korkutuyor. 1 yıl katlanılası bir süreydi. Fazlası cinayete girer. SİT alanlarını tahrip etmenin milli spor olduğu bir ülkede benim hapis yatmam tam Aziz Nesin’lik. Ciddi mücadele verdim Şirince için. Yapıcı, felsefik, ekonomik bir yaklaşım getirdim. Kafa yorulması gereken bir model oluşturdum. ‘Şirince modeli’ üniversitelerde ders olarak okutuluyor ve ben buradayım. Büyük rezalet.

‘BİRAZ KİBİRLİYİM’

"Cesur musunuz?" diye soranlara "Safım" diye cevap vermişsiniz. Saf mısınız?

Evet.

Kibir mi bu?

Biraz kibir de var tabii. Normal değilim ben... 5 yaşımdan beri, bazı yeteneklere sahip olduğum söylendi.

Aykırı davranıyorsunuz, üstelik nereye gideceğini bile bile...

Aslında İslam konusunda yazdıklarımın bu derece büyüyeceğini düşünemedim, öngöremedim. Belki Batı eğitimi aldığım için, oranın normları içinde büyüdüğüm için... İnançlı insanlara asla sataşmam, asgari saygıyı gösteririm. Camiye girdiğimde ayakkabımı da çıkarırım. Ama bir dinin konusu hakkında saygılı konuşmak zorunda değilim. Ayrıca hurafelere saygı duyanlara saygı duymam da beklenmesin.

Size göre hurafe... Niye rencide ediyorsunuz?

Çünkü yanılıyorlar!

Ya siz yanılıyorsanız?

Zannetmiyorum. Biri ‘’Kral çıplak’’ demeli. Vicdan ve akıl diye bir şey var benim kutsal saydığım. Bunu savunmak da benim kutsalım. Ahmaklığa ve cahilliğe karşı insanları savunmak, hayatta yapabileceğim en önemli şey.

Durup dururken niye Hz. Muhammed ve İslam’la ilgili o yazıyı yazdınız?

2010 yılına kadar, bir Ermeni olarak bu konuya girmeye hakkım olmadığını düşünüyordum. Çünkü bana yönelik bir saldırı yoktu ve toplumda bu konuda bir sıkıntı varsa bile, laf etme sorumluluğu bana düşmezdi. Ama sonrasında kendimi bir saldırı altında hissetmeye başladım. Türkiye ’de dini hurafe baskısı var. Yaşam alanını daraltıyor bu zihniyet. Düşünce sağlığını tehdit eden, yaşam hakkını sorgulayan bir tecavüz durumu... Benim lafım onlara... Ama bu noktaya geleceğini düşünmedim.

O yazıyı yazmasaydınız burada olmaz mıydınız yani?

Olmazdım.

Ne alakası var?

Dikkat çektim.

Hep dikkat çekmiyor muydunuz?

Çekiyordum tabii. Tutarlılık lazım bana. Çıplak ve aciz hissediyorum tutarlı olmayınca. Akılsızlık beni rahatsız ediyor. Ermeni olarak önyargıya ve cehalete çok maruz kaldım. Özellikle taşrada, benle nasıl başa çıkacaklarını, bana nasıl davranacaklarını bilemediler. “Benim seninle bir derdim yok ama dostluk gösterirsem amirim bana kızar” durumuna maruz kaldım. Şu anda daha da kötü, çünkü eskiden sayımız daha fazlaydı, hepimiz birbirimize alışkındık, şimdi sayımız çok az.

Hapishanede nasıl zaman geçiriyorsunuz?

Sözlük üzerine çalışıyorum, ayrıca Türk Dili Tarihi kitabı yazıyorum. Bol bol klasik müzik dinliyorum, Amerikan filmleri seyrediyorum. Ama sözlük konusunda, dışarıda araştırma yapabilecek birilerinin yardımına ihtiyacım var. Keşke Türk Dil Kurumu sahip çıksa da, ben öldükten sonra bu sözlüğün hakları onlara geçse...

‘ERMENİ DİASPORASI ARI KOVANIDIR’

Bir Ermeni olarak, Etyen Mahçupyan’ın Başbakan Davutoğlu’nun danışmanı olması ne ifade ediyor?

Çok önemli tabii... Ermeni olmasından önce, o derece kaliteli ve entelektüel birinin danışman olması önemli. Türkiye 1915 olaylarında da elinden geleni yaptı. Bunun ötesi yok artık. Ayrıca Türkiye kamuoyu 1915’i vahşice savunma pozisyonundan, “Keşke olmasaydı’’ noktasına geldi. Bu sefer de suçlu hemen bulundu, İttihat ve Terakki üzerine atıldı suç, rahatladık. Oysa İttihat Terakki demek, Türkiye demek. Neyse, zaten 100 yıl önce ölen ölmüş, kimin umurunda... Biten bitmiş, yeter artık.

Ermeni diasporasının umurunda...

Ben takım oyuncusu değilim, hiçbir takıma mensup olmadım. Üniforma taşımıyorum. Ermeni basınında hakkımda iyi yazılar çıktı. İki ödül verdiler. Müteşekkirim ama Ermeni diasporası arı kovanıdır.

Nasıl bir yük bu kimseden olmamak?

B.ktan bir yük. Dehşet bir yalnızlık duygusu... Deli gibi âşık olma ihtiyacı da, yalnızlıktan kurtulma çabası herhalde.

Ya istenmeyen adam olmak?

İstenen adam olmak tarafı da var. Herkesle diyalog kurabiliyorum. Bu da herkese nasip olan bir şey değil, inan bana.

‘MÜJDE HAK ETTİĞİNİN ASGARİSİNİ ALDI’

Şirince hayatınıza nasıl girdi?

Aslında ilk 1986 yılında görmüştüm ve çok sevmiştim. Sonra 1992 yılında eski eşim Müjde ile tanıştım. “Sen bilmezsin, Şirince Köyü diye bir yer var” dedi. Bana, “Sen bilmezsin” denilince, acayip oluyorum. Rehber kitaplar hazırlıyorum kendimi bildim bileli. Gezmediğim yer kalmamış. Hem keyifli, hem de üzerine para veriyorlar. Prag üzerine yazdığım kitap hakkında, Daily Telegraph Gazetesi’nde, “İngilizce yayınlanmış en kültürlü, etkili kitap” diye eleştiri yayınlandı örneğin. O derece ciddiye almışım bu işi.

1992’de Müjde Hanım ile evlendiniz ve Şirince’ye geldiniz...

Geldiğim gün, hasbelkader elime mala aldım, çünkü evin girişi 40 cm yüksekti. Sonra en büyük zevkimiz oldu o evi yapmak. Tam 7 yıl sürdü. Ben tabii evlilik konusunda akıllandığımı zannediyordum.

Nasıl?

İlk karıma çok âşık oldum. Sürmedi, hatalar yapıldı. Sonra 3 yıl biriyle yaşadım. Ardından da Müjde... Aynı hataları yapmayacağımı zannediyordum. Hayalim ve düşüncem bu yöndeydi, ama daha da beterini yaptım.

Siz eşinizin üzerine b.k dolu bir kavanoz döktünüz ve ben dahil kitaplarınızı, düşüncelerinizi sevenleri bile büyük hayal kırıklığına uğrattınız. Savunamadık sizi...

O senin önyargın. Çok oldu bunu söyleyen, o ayrı.

Nasıl önyargı? Bire bir şiddetti yaptığınız. Daha önce kimseye şiddet uygulamış mıydınız?

Yahu ne şiddeti! İlkokuldan beri gözlüklü bir adamım ben. Fiziksel kavgadan kaçarım. Öyle bir çenem, öyle bir dilim vardır ki, karşımdakini çenemle çökertebilirim zaten. Öyle bir güç var.

Eşinize niye şiddet uyguladınız peki? Aşağılayıcı bir tarafı da vardı yaptığınızın...

Bak ne dedim, “Bir insanı çenemle çıldırtma noktasına getirebilirim”. Şimdi düşün bakalım, ben ne noktaya getirilmişim ki, o hareketi yapmışım. Ne kadar çaresiz kalmışım... O olay yaşandığında evliliğimiz çoktan bitmişti. Aşk-nefret ilişkisi gibi bir şey işte... Keşke olmasaydı. Ama oldu. Bir çatışma noktasına gelince insanın gözü bir şey görmüyor. O anı hatırladığım zaman, “Müjde hak ettiğinin asgarisini aldı” diye düşünüyorum.

Böyle anılmak nasıl bir duygu?

O, öyle ananların ayıbı. Beni başka türlü de anabilirler. Müjde çok sıra dışı bir kadındır. Çok renkli, pozitif, etrafını sürükleyen, yaratıcı ama laftan anlamaz! İnsanı delirtebilir.

Sıra dışı bir kadın, çünkü o yaşadıklarından sonra bile, siz hapse girerken yine yanınızda o vardı. Üstelik siz başkasıyla evlendiniz.

Ondan da ayrıldım. İki küçük çocuğumla Almanya’da yaşıyor son eşim. Evet, Müjde ile arayı düzelttik, (tahtaya vuruyor) vasim o benim. Şu anda hayatıma dair bütün kararları o veriyor.

Güveniyor musunuz vasinize?

Allah akıl versin tabii. Kısmet...

“Aynı hataları yapmayacağım zannetmiştim” dediniz, evliliğin bir sırrı var mı?

Var, çocuk. Çocuk yapmayı düşünmüyorsanız evlenmeyin, çünkü yürümez.

Çocuklu da yürümüyor ama...

Yürümüyor. Yani sırrı yok (gülüyor). Ama çocuklarımız bize rağmen sağlam çıktı.

‘DEMOKRATİK KÜLTÜR TEHDİT ALTINDA’

Kutsala dokunan biri olarak, Charlie Hebdo katliamı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tarihi bir olay. Bu yüzyılın olayı olarak konuşulacak. Seküler dünya görüşü, demokratik küresel kültür tehdit altında. Batı dünyası tüm güçleriyle toplanıp mücadele etmelidir.

Türkiye nerede bu konuda?

Dört-beş yıl önce taraf belliydi. Şimdi cevap veremem. Ama öyle ‘endişeli modern’ falan da değilim. Endişeliyim evet ama panikçi değilim. Önyargılı modernlerden olmadım hiç.