Yıllardır, ülkemizin kanayan yarası olan Kürt Sorunu’nun çözüm iklimine gireceğini umut ettik. Bunun için tüm demokrasi güçleriyle birlikte gayret gösterdik. Seçim sonuçlarının çözüm sürecini hızlandıracağını umarken, yaşanan gelişmelerle endişeye kapıldık.

O nedenle, ‘Kürt Sorununda Neredeyiz?’ sorusuna cevap aradık…

Bugün, bu konuda elini taşın altına koymaktan çekinmeyip, her barış girişiminin aktif destekçisi olmuş bir ismin, adı ‘barış’la anılan Gencay Gürsoy’un sorularımıza verdiği yanıtları okuyacaksınız.

Yarın da Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu’nun…

Acil barış, demokrasi ve özgürlük dileklerimizle…

DEMOKRAT HABER - Mehmet Göcekli / Cafer Solgun

 

‘EY RECEP TAYYİP ERDOĞAN YETER ARTIK GÜNAH İŞLİYORSUN!’

Seçim sonrasında Kürt sorununda barışçıl çözüm umutları artmıştı. Ne oldu da her şey birden sarpa sardı?

12 Haziran seçimlerinin, %10 baraj nedeniyle ağır şekilde zedelenmiş olan meşruiyetini az çok onaran temel faktör BDP’nin desteklediği bağımsız blokun bütün engelleri aşarak 36 milletvekili çıkarabilmesiydi. Seçim dönemi boyunca AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu bağlamında kullandığı kışkırtıcı dilin gerdiği siyaset iklimi bu sayede biraz yumuşamışken, blokun seçim kazanan 6 milletvekilinin meclise girmesinin engellenmesiyle anında eski haline dönmüştü. AKP’nin bu haksız ve adaletsiz uygulamanın yol açtığı tehlikeli gerginliği hafifletecek hiçbir çaba göstermemesi bir yana, talandan mal kaçırırcasına Hatip Dicle’den boşalan yere, seçim kaybetmiş bir adayını alelacele yerleştirmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Bütün engellemelere karşın açık farkla seçim kazanan 36 milletvekilinden 6’sının birden önünün tıkanması, başvurulan yasal yolların hiçbir sonuç vermemesi Kürt seçmenini çileden çıkarmaya yetmiş, Kürt sorunun barışçıl çözümü konusunda iktidarın beklenen adımları atmayacağı zaten belli olmuş, çatışma ortamı hazırlanmıştı.

Dolayısıyla bugün iktidar yandaşlarının “tam barışa yaklaşmışken, Silvan olayı ve Demokratik Özerklik ilanı her şeyi altüst etti” diyerek sorumluluğu Kürt siyasi hareketine yüklemeye çalışması apaçık bir saptırmadır.

Medyanın ve sureti haktan görünme çabası içindeki kimi yorumcuların, daha Genelkurmay açıklama yapmadan Silvan olayını, askeri birliğin “pusuya düşürüldüğü” biçiminde sunması ibret vericidir. Bilindiği gibi, aradan bunca zaman geçmiş olmasına karşın, halen safahatı tam olarak aydınlatılmayan Silvan olayında Genelkurmay kendi araştırmasında, askeri birliğin pusuya düşürülmediği, kayıpların düpedüz çatışma sonucu olduğu açıkça belirtiliyordu.

Ondan sonraki gelişmelerse Başbakan’ın ağzından çıkan “artık kimse iyi niyet beklemesin” cümlesiyle çığırından çıkmış durumda. Kürtlere yönelik linç girişimleri, BDP binalarına yönelik saldırılar ve her gün en az bir genç insanın ölümüyle sonuçlanan operasyonlar ve çatışmalar devam edip gidiyor.

Siyasi iradesini Recep Tayyip Erdoğan’ın günlük halet-i ruhiyesine teslim etmiş olan AKP’den Kürt meselesinde bir siyasi aktör olarak söz etmek artık abes kaçıyor. Bugün her şey, kendisine dokunmanın bile ibadet sayıldığı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkacak kelama bağlıdır.

Hal böyleyken iktidar yandaşlarının, demokrasi umudunu AKP’ye bağlamış aklı evvellerin, Kürt siyasi hareketini demokrasi adına “çok başlılık”la eleştirmesi, BDP’yi bağımsız davranamamakla suçlaması ise abesten de öte...

‘ERDOĞAN KİBRİNİ YENEMİYOR’

Kürt sorununda “Çiller-Ağar dönemi konseptine” geri mi dönülüyor?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın halet-i ruhiyesini gösteren ibre, öfke ve hükmetme tutkusuna doğru yöneldikçe, Kürt sorununda “Tamil Çözümü”nden daha çok söz edilmeye başlandığının farkındayız. İktidar korosu ve yandaşları “Recep Tayyip Erdoğan’ın ustalık dönemi”nden artık böyle parlak zaferler bekliyor. Bu berat, Gülen cemaatinin sözcüsü tarafından da veciz ifadelerle tasdik olunmuş durumda: “Ustalık döneminde, seçmen ona “usta, işte meydan” dedi... Bunun için terörle mücadelede artık yeni, yepyeni bir dönem var. Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak.” (Hüseyin Gülerce. Zaman , 27 Temmuz 2011).

Usta, Kürt sorunu konusunda asla ödün vermeyerek, kendisine biat edenlerin beklentilerini karşılamakta tereddüt etmiyor. Çatışmaların durması, ölümlerin son bulması için ağzından çıkacak bir iki cümlenin yeteceğini bilmesine karşın , “büyük önder”lere yaraşır o buz gibi kalıp ifadeleri sıralamaya devam ediyor: “Terörle uzlaşılmaz”, “Teröristle görüşmeyiz” vb.. Sonra yine bayrağa sarılı asker cenazeleri, yürekleri yangın yerine dönmüş fakir fukara aileler, dere yataklarında çocuklarının parçalanmış bedenlerini arayan Kürt anaları. Ve bu hep böyle sürüp gidiyor. PKK’nın kaçırdığı iki asker ve bir sağlıkçının kurtarılması için aracılık etmeye hazır olduklarını bildirenlerin çağrısına yanıt bile vermiyor. Geçmiş örneklerde gördüğümüz gibi, bunun mümkün olduğunu, bir iki gün içinde çocukların ailelerine teslim edilebileceğini bile bile kibrini yenip bu çağrıyı yapmıyor. İşin en vahim tarafı, arkasında saf tutmuş milyonlarca mümin içinden bir allahın kulu çıkıp “Ey Recep Tayyip Erdoğan yeter artık günah işliyorsun!” demiyor.

Dört generalin toplu istifası karşısında gösterdiği kararlılığın kazandırdığı itibarın Recep Tayyip Erdoğan’ın ruh halini nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Bugüne kadar yaşadıklarımız, muktedirlerin egolarını yeterince tatmin ettikleri dönemlerde kibirden bir nebze uzaklaşabileceklerini gösteriyor. Umalım ki böyle olur, sağduyunun öne çıkacağı, dingin bir siyasi ortama kavuşur ve bu devasa sorunun çözümü için soğukkanlılıkla tartışmaya başlarız.

Böyle olmazsa ne olur? Ben her şeye rağmen Recep Tayyip Erdoğan’ın 1990’lara dönmeyi düşleyecek kadar akıl ve izan yoksunu olduğunu düşünmüyorum. Ancak kendisinin ve bugün sahnede olan birçok siyasi aktörün gönlünde, bir taraftan Kürt kesiminde kozmetik bazı iyileştirmeleri zamana yayarak ortamı rahatlatırken, Tamil benzeri bir yöntemle PKK’yı bitirmek gibi çözüm yollarının yattığını da biliyoruz. Esasen iktidarın uzun zamandan beri yapmaya çalıştığı da budur. IRA’nın 150-200 silahlı militanıyla koca İngiliz güvenlik güçlerinin başedemediği bir dünyada, PKK gibi bir örgüt askeri yöntemlerle bitirilebilir mi, bilemem. Bunun mümkün olmadığını askerler açıkça söyledi ama bir kez daha denemeyi göze alabilecek babayiğitler eksik değil. Böyle bir yolun kısmen de olsa, başarıya ulaşması için yıllar sürecek kanlı bir iç savaşın bedelini ödemeye bu iktidar hazır mı? Ben olmadığını düşünüyorum. Ama ara çözümlerin her zaman devreye sokulabileceğinin, bu iktidarın meşrebine uygun şekilde , “iki ileri bir geri” adımlarla bu yolda ilerlemenin, Kürt siyasi hareketine karşı Osmanlı entrikalarıyla daha kolay hazmedilir alternatifler üreterek zaman kazanmanın pekala mümkün olduğunun farkındayım.

“OSMANLI ENTRİKALARI” İFADESİ GEÇERLİ

Öcalan’la başından itibaren görüşüldüğü açıkça kabul ediliyor. Bu görüşmelerin içeriği ve mahiyeti hakkında yorumunuz nedir?

Bir önceki soruyu yanıtlarken kullandığım “Osmanlı entrikaları” ifadesi bu görüşmeler için de bence geçerli. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan seçim dalaşmalarında “ben olsam Öcalan’ı asardım” derken, devlet onunla barış müzakereleri yapıyor. Bunu hangi çağdaş siyaset aklıyla açıklayabiliriz? Osmanlı’da da, İttihat-Terakki iktidarında da, Cumhuriyet’te de bu yollar defalarca denenmedi mi? Denendi ve açıkça itiraf edelim ki, Kürt sorunu hariç, birçoğunda hedefe de ulaşıldı. Anadolu gayrimüslimlerden bir güzel “temizlendi”. “İmtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz” safsatası, halkçılık yaptıklarını zanneden siyaset elitinin, yüksek tahsilli devlet bürokrasisinin beynini kuşaklar boyu yıkamayı sürdürdü. “Devlet söz konusuysa gerisi teferruattır” özdeyişi yüksek yargı bürokrasisinin önde gelen şiarı olmaya hala devam ediyor. Resmi tarihin kılına dokunulmasına izin vermeyen bir milliyetçiliğin genetik şifresi nesilden nesile hükmünü sürdürüyor.

Osmanlı entrikacılığıyla, 19. ve 20. yüzyıl sosyolojisinin yerli üstadlarından, ana tarafından Kürt asıllı Ziya Gökalp’in, ince demografik yöntemlerinin hemhal edilmesiyle oluşturulan, Cumhuriyet döneminde oluk oluk akıtılan kanla yoğrulan, 1980 askeri rejiminde akıl almaz işkence tezgahlarında tornadan geçirilen Kürt asimilasyonu politikası ise, yukarıda belirttiğim gibi işlemedi, geri tepti. Bunun tek nedeni Kürt halkının direnme azmidir. Bunun kıymetini, Kürt siyaset dünyasında söyleyecek sözü olanlar başta olmak üzere, Türkiye’de barış, demokrasi ve eşitlik mücadelesi veren herkesin bilmesi gerekir.

“KÜRT SORUNU DAHA DA İÇİNDEN ÇIKILMAZ HALE GELİR”

İran’ın da kapsamlı bir Kandil operasyonuna giriştiği görülüyor. ABD, Türkiye, İran ve diğer uluslararası güçler PKK’ye karşı birlikte yeni bir savaş konsepti mi deneyecekler? Bu sorunu çözer mi?

Bölgesel güç dengeleri konusunda ahkam kesecek donanımdan yoksunum ama basından izleyebildiğimiz kadarıyla böyle bir girişim başlamış durumda . ABD ve Kuzey Irak Kürt yönetimi şu anda işin ne kadar içinde bilmiyorum. Gerçekten böylesi bir ortak cephe oluşmuşsa, önümüzde sadece Türkiye için değil bütün bir bölge için karanlık bir gelecek var demektir. Böyle bir savaşın Kandil’le sınırlı kalmayacağını ve Kürt sorununu daha da içinden çıkılmaz hale getireceğini görmek için kahin olmak gerekmiyor. Yukarıda başka vesilelerle ifade ettiğim gibi kanlı bir iç savaşı göze almadan bu adım atılamaz. Yine de iç politikada uygulanan “iki ileri bir geri” yöntemi ile, hazır İran saldırırken ve hazır çiçeği burnunda “orduya aşık” Genelkurmay Başkanı’mız göreve başlamışken, yine “tarih yazma” merakı başgösterebilir mi, bilmiyorum.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK’İN GÜNDEME GELMESİ GEREKİYORDU

DTK’nın ilan ettiği “demokratik özerklik” konusu hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz ?

Demokratik Özerklik konusunda söylenecek çok şey var kuşkusuz. İçeriği ile ilgili çok boşluklar olmasına karşın Kürt sorununun çözümü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim paradigmasındaki tıkanıklıklarını aşması bakımından, en nötr ifadesiyle “adem-i merkeziyetçi” bir idari reforma ihtiyaç olduğundan kuşku duymuyorum. Sınırları net olmamakla birlikte, cesurca ifade edilen “halk meclisleri” tasavvuru, üzerinde kafa yorulması bile heyecan verici olan bir alan bence.

Üstelik “adem-i merkeziyetci”liğin, yakın tarihimizde çok anlamlı bir yeri olmasına karşın, resmi tarihin sildiği Prens Sabahattin’e uzanan bir geçmişi var. “İttihad-i Osmani” cemiyetinin (sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti olacak) ilk kongresinde ilk bölünme gerçekleşiyor ve millici, merkeziyetçi kanadı temsil eden Ahmet Rıza ve arkadaşları Prens Sabahaddin ve arkadaşlarını kısa zamanda saf dışı ediyorlar. 1912’de Kahire’de Arapların öncülük ettiği ve Osmanlı bütünlüğü içinde, Araplar başta olmak üzere çeşitli ulusal topluluklara bir tür özerklik vadeden “adem-i merkeziyetci” bir parti de kuruluyor (“Lâ merkeziyye”, N. Hovhannisyan, 2005).

Zamanlama açısından belki uygun değildi ama Kürt siyasi hareketinin bu sorunu, bütün boyutlarıyla (ve kuşkusuz en uygun dille) gündeme getirmesi gerekiyordu hatta getirmesi kaçınılmazdı. Projenin yeteri kadar olgunlaştırılmadan gündeme getirilmesi yüzünden, demokrat ve sol kesimden haketmediği iticilikte eleştirilere uğradı. Bu eleştirilerden kimilerinin “demokratik özerklik” tezine, sol geçmişimizin türlü kabalıklarından ağzı yanmış olmanın kuşkuculuğu içinde yaklaşmış olmasından üzüntü duyuyorum. Nice bedeller ödeyerek ayakta kalmayı ve örgütlenmeyi başaran, yapısı gereği çok merkezli işleyişinin doğurduğu bin türlü sorunla başetmeye çalışan, devletin, yargının ve siyaset dünyasının ayak oyunlarını savuşturmak için durmadan uğraş veren, teorik donanımını ister istemez bu ülkedeki sol kültüründen edinmiş olan Kürt siyasi hareketine, akademik çevreden gelmenin kazandırdığı itibara yaslanarak tepeden bakanlara da açıkça sitem ediyorum.

Kürt siyasi hareketinin taleplerinin, demokrasi, eşitlik, barış ve özgürlük isteyenlerin talepleriyle büyük ölçüde örtüştüğünü, içinde bulunduğumuz tarihi dönemde, bu ülkenin ancak bu doğrultuda yasal ve anayasal dönüşümlerle düze çıkabileceğini, bunca olumsuzluklara karşın Kürt siyasi hareketinin bu dönüşümün en önemli ve vazgeçilmez aktörü olduğunu kanıtladığını düşünüyorum. Aksi yöndeki çabalar önceden kestirilemeyecek boyutlarda kayıplara yol açabilir ama bu dönüşümü önleyemez.

DİZİ KAPSAMINDAKİ SÖYLEŞİLER:

Gencay Gürsoy

Erol Katırcıoğlu

Umur Coşkun

Emine Uçak Erdoğan

Fehim Işık