KCK Yürütme Konseyi Üyesi  Zübeyir Aydar, çözüm sürecine ilişkin olarak, Radikal gazetesinden Murat Yetkin'e konuştu.

Yetkin'in Belçika'nın başkenti Brüksel'de görüştüğü Aydar, kasımdan önce çekilme dahil tüm aşamaların bitmesi gerektiğini söyleyerek, "Bu işi 2013 sonuna kadar bitirmeliyiz" dedi.

Aydar'ın, Yetkin'e yaptığı açıklamalar şöyle:

Yıllarca çatışmak dışında bir şey yapılmadıktan sonra hızlanan bir diyalog süreci yaşanıyor. Süreçten geri dönüş sizce mümkün mü?

Tüm çabamız geri dönüş olmaması için. O nedenle hepimiz bu kadar hassas davranıyoruz. İsteriz ki hükümet de biz de gemileri yakma noktasına gelsin. Kendimizden yana kaygımız yok. Bu sorunu çözmek istiyoruz. Kaygımız hükümetten.

Hükümetin de kaygıları var; ‘Silahlar bırakılsın çözüm gelir’ diyorlar. Sizin kaygınız nedir?

Çözüm derken, Kürtlerin kendi kimliği, kültürü, dili ile siyaset yapma yolu açık olacak mı? Bunu soruyoruz?

Ama BDP var, şu an siyaset yolu açık değil mi?

Hayır, bu yol tam açık değil; anayasada, yasalarda Kürtlük yasaktır. Başbakan ‘Asimilasyonu kaldırdık’ diyor, ama yasalardaki varlığı devam ediyor. Bir dilde, kültürde ‘Asimilasyon kalktı’ demek için anadilde eğitim olmalı, o dilde kamu hizmeti verilip alınmalı.

Siz bunu herhalde Doğu, Güneydoğu’da bazı iller için söylüyorsunuz. Ama Türkiye’de Kürt kökenli nüfus her yerde var, herhalde en çok da İstanbul’da var. Nasıl olacak?

İstanbul’da da olabilir eğitim, ya da kamu hizmeti. Bunda bir çelişki yok. Mesela, Brüksel’de her sokak levhası iki dildedir, Fransızca ve Hollanda dilinde... Resmi daireye gidince, belgelerinizi hangi dilde istediğinizi sorarlar. Kerkük’te, Asurice resmi dil olmayabilir, emin değilim ama, resmi dil sayılan Arapça, Kürtçe ve Türkmence kamu hizmeti veriliyor. Bunun kimseye bir sıkıntısı, bir zararı yok ki... Türkçe her yerde var, olsun. Ama belli sayıda insan, sadece Kürtçe için demiyorum, belli bir dilde, belli bir sayıda varsa, orada anadilde eğitim verilebilsin. Şu anda dil eğitiminde bir uygulama var zaten. Anadilde eğitim ile kamu hizmeti de birbirini tamamlayan konular. O dilde aldığınız diploma kamuda bir işe yaramıyorsa, eksik kalır.

Bir zamanlar Türkiye’de de sık sık kırmızı çizgi açıklanırdı. Bu da sizin kırmızı çizginiz mi?

Birlikte bir gelecek kurmak isteyenler birbirine kırmızı çizgi koymamalı. Birlikte daha iyi bir Türkiye, daha iyi bir Ortadoğu, daha iyi bir yaşam istiyoruz. Bunu siyaset yoluyla yapma kararındayız.

Siyaset yollarının açılması, silahla nasıl mümkün olur sizce?

Biz sürece samimiyetle yaklaşıyoruz. Şiddet unsurunu tümden ortadan kaldırarak, tamamen siyaset yoluna girmek istiyoruz. Diyarbakır’da, Amed’de okunan, hepimiz adına okunmuş bir bildiridir.

Öte yandan Nevruz’da alanda Türk bayrağı olmaması nedeniyle hükümet eleştiri altında.

Bu tartışmayı doğru bulmuyorum. Daha önceki Nevruzlarda da yoktu ki.

Ama bu Nevruz’un siyasi anlamı vardı.

Hükümetten biri tertip komitesini uyarsaydı, asılırdı da. Kürtlerin Türkiye’nin bayrağıyla bir sorunu yoktur. Her devletin bir bayrağı vardır. Bayrağın değişmesi gibi bir talebimiz de yoktur. Ama kendi renklerimizi de korumak isteriz. Mesela İspanya’da ülke bayrağının yanı sıra özerk bölgelerin bayrakları da asılıyor. Bunlar aşılabilir sorunlar. Türkiye’nin sınırlarıyla da bir sorunumuz yoktur. Biz ülkeyi bölmek istemiyoruz, bu ülke bölünmez. Bizim sorunumuz iç işleyişle, yönetim şekliyle, ilişki biçimiyledir. Kürt sorununu çözerse Türkiye büyür.

ERDOĞAN BARIŞ İÇİN ŞANS

Bu sözleri söyledikten sonra, ‘Olmadı’ deyip silahlı mücadeleye dönmek çok daha zor olmayacak mı? O zaman hükümetin size karşı ‘Her şeyi denedik, olmuyor’ söylemi meşruluk kazanmayacak mı?

Hükümet bir risk alıyor, bu doğru, biz de alıyoruz. Tayyip Erdoğan gibi risk alan bir kişinin aynı zamanda halkın desteğinden gelen gücünün de bulunması barış için bir şanstır. Bizim tarafta da bu riski Öcalan’dan başka alabilecek güçte başka kimse yok. Bu da bir şanstır. Hükümetin Öcalan’ın işini kolaylaştırması lazım. Bu iş 11 metrekarede sınırlı kalamaz. Bu sürecin durmadan dışarıya mektup yazarak sürdürülmesi zor. Sekretaryaya, danışmanlara, basınla, başkalarıyla görüşmeler yapmaya ihtiyacı var.

Karayılan, militanların çekilmesindeki zorluklardan söz etti, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da ‘Aceleye getirmeye gerek yok’ anlamında konuştu. Ankara’daki hava, bütçe görüşmeleri kasım başında başlamadan çekilme işinin tamamlanması yönünde. Çekilme yetişebilecek mi?

Elimizi çabuk tutmamız lazım. Bir kaç gün önce Erdoğan “Bu işi 2013 sonuna dek bitirmemiz lazım” dedi. Çünkü 2014 yerel seçim süreci başlıyor. Gönlümden geçen, bütçe görüşmeleri başlamadan tüm aşamaların kat edilmiş olmasıdır. Çekilme, demokratik anayasa, yasal düzenlemeler, geri dönüş ve normalleşme aşamalarını tamamlayabilmemiz lazım.

CHP DE SÜRECİN İÇİNDE OLMALI

Çözüm sürecinin Erdoğan’ın başkanlık talebine desteğe dönüşeceği eleştirilerine ne diyorsunuz?

Bizim için Türkiye’nin demokratik bir ülke olması hedeftir. ABD’de başkanlık, Fransa’da yarı başkanlık sistemi var, demokrasileri de bizden iyi işliyor. Önemli olan demokratik kurumların işleyişidir. Başkanlık sistemine değil ama tek adam yönetimine dönüşmesine karşıyız.

Sürecin Meclis’e yansıması nasıl olabilir sizce?

Bizce bu sürecin içinde CHP’nin olması önemlidir. Hükümet, CHP’nin sürece katılması için daha ısrarcı, kolaylaştırıcı olmalı. Keşke MHP de destek verseydi, ama CHP’nin mutlaka katılması lazım. Türkiye’nin kurucu partisi olarak CHP’ye düşen barış ve demokrasinin yeniden kuruluşuna katkı sağlamak, destek olmaktır. CHP tabanında geçmişten tanıştığımız, birlikte çalıştığımız insanlar var, tutum bu olmamalı. Burada hükümete de CHP’ye de düşen sorumluluk var.

Şaşırtıcı şekilde hükümetle aynı dili kullanmaya başladınız; çekilme, normalleşme gibi... Hükümet ‘normalleşme’ deyince eylemlerin son bulması ve PKK’lıların toplumla bütünleşme sürecine girmesinden söz ediyor. Siz neden söz ediyorsunuz?

Dağda, şehirde her yerde süreci anlatıp, ikna edeceğiz

Normalleşmeden anladığımız, sorunun anayasal düzeyde çözülmesi, Kandil’de Avrupa’da kim varsa dönmesi, cezaevinde siyasi nedenlerle olanların serbest kalması, siyaset yollarının herkese açılmasıdır.

İnsan öldürmüş olan da yok mu aralarında? O öldürülenin yakınları serbest kalanı bilmeyecek mi?

Evet, o katilini biliyor ama berideki de katilini biliyor. Kendisine işkence yapanı, çocuğunu gece evinden alıp kaybedeni de biliyor. İnanıyorum ki, ülkede kan duracak, huzur, barış gelecekse toplumumuz affeder. Başbakan’a katılıyorum; bu işi 2013 sonuna kadar bitirmemiz lazım. Elimizi çabuk tutarsak bitirebiliriz.

Yönetiminiz içinde çözümü istemeyenler var mı?

Türkiye’de şunu tartışanlar var: Örgüt yöneticileri lüks içinde, rantı bırakmak istemiyor. Bunlar psikolojik savaş birimlerinde hazırlanmış yalanlar. Sizi temin ederim, yönetimimizdeki herkes, neredeyse derviş gibi, bir lokma, bir hırka anlayışıyla yaşar. Yönetim olarak barışa hazırız, kadrolarımızı hazırlıyoruz. Başkanın mektubu geldiğinde yönetim kademelerinde toplantılar yapıldı, mektup okundu. Ne burada, ne dağda yönetimde bir tek kişi karşı çıkmadı. Şimdi Avrupa’da, Irak’ta, Türkiye’de, dağda, şehirde bilgilendirme toplantılarına başlıyoruz. Süreçle ilgili soru işaretleri olanlar var, onları yanıtlayacağız ve ikna etmeye çalışacağız. Dağlık, ücra yerleri bilemem ama merkezi yerlerde bir ayda biter. Oslo sürecinin de içindeydim. O zaman bu kadar umudum yoktu, şimdi daha fazla.

SINIR DEĞİŞMEDEN MİSAK-I MİLLİ YENİDEN TANIMLANABİLİR

Çözüm deyince herhalde sadece anadilde eğitim anlamıyorsunuz; başka ne anlıyorsunuz?

Bu çözüm yalnızca Türkiye sınırları içinde kalmaz, sınırları aşan bir etkisi olur. Misak-ı Milli’yi özellikle vurguluyoruz. Misak-ı Milli, 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclisi’nin son aldığı karardır ve Mondros Mütarekesi’ndeki sınırların korunmasını söyler. O gün ne Kuzey Suriye’de, ne Kuzey Irak’ta bir tek İngiliz askeri yoktur. İngiliz askeri Musul’a bir hafta sonra girmiştir. Urfa, Antep, Maraş Fransız işgaline direnmeseydi, şimdi Misak-ı Milli dışında mı diyecektik? Berlin - Bağdat demiryolu hattıyla ülke sınırı çizilmiş, bu kutsal bir sınır değildir. Türkiye bundan 100 yıl önce bir imparatorluktu, orada yaşayan halkların iradesi dışında bölündü. Türklerin, Kürtlerin, Arapların rızası hilafına, bu coğrafyaya yabancı güçler tarafından bölündü. Misak-ı Milli’nin güncellenmesi bizim bir talebimizdir.

Yalnız siz şimdi sınır değişikliklerinden, Suriye ve Irak devletlerinin egemenliklerinden söz etmiyor musunuz?

Yeni bir savaş istemiyoruz. Sınır değişmeden de Misak-ı Milli’yi yeniden tanımlamak mümkün. Türklerle Kürtler arasında demokratik bir ittifaktan söz ediyoruz. Belçika örneğini vereyim. Hollanda dilini konuşan bölgeden Hollanda’ya gittiğinde sınır bir formalitedir. O sınırın iki yanındakiler günlük hayatlarında birlikte yaşar, ticaret yapar, bir fark yoktur zaten; varsın sınır kalsın.

Ama AB diye bir oluşumun parçası bu ülkeler. Gümrük kontrolünü kaldırmış, ortak paraya geçmişler, ortak dış politika, anayasa arayışındalar. Suriye’nin, Irak’ın hali malum, pratikte bu mümkün mü sizce?

Her şey bir günde olsun diyen yok ki. Bunlar ortak hedefler olmalı. Barıştan sonraki ortak hedeflerden söz ediyoruz.

Sanki bir federasyon iması mı var sözlerinizde?

Bu tartışarak bulunabilir. Yönetim şekli tartışarak bulunur. Öcalan (Aydar mülakat boyunca ‘Başkan Apo’ diye hitap ediyor-MY) daha önce AB’nin kökenindeki kömür ve çelik birliği örneğini vermişti. Biz de Fırat ve Dicle Havzası Su Birliği oluşturabiliriz Türkler, Kürtler ve Araplar olarak. Demokratik ittifakla bölgeye bir model sunmuş oluruz. Bunun Türkiye’ye Ortadoğu’ya siyasi katkısı, istikrardır, ekonomik, kültürel yansımaları olur; çözüm Türkiye’nin sınırlarını aşar derken bunu da söylüyoruz. Ama diyoruz ki, Kürtlerin varlık, güvenlik ve özgürlüğü garantiye alınsın, siyaset yolu tam açılsın.

Ne demek istediğinizi biraz daha açar mısınız?

PKK ve KCK dahil, herkes için legal alanda siyaset yapma önündeki engeller kalksın istiyoruz. Bu, cezai kovuşturma olmadan, herkese siyaset yapma hakkı demektir. Bizim tarafta bütün yetki Öcalan’dadır. Ona adamları sınır dışına çektir, silahları bıraktır, başka her şeyi yaptırıp İmralı’da öylece tutmak doğru bir şey midir? 30 yıllık mağduriyetlerin son bulmasını istiyoruz. Bütün olumsuz sonuçların ortadan kalkması lazım... Bir helalleşmeden bahsedersek, bu herkes için geçerli olmalıdır, iki taraflıdır.

Bir genel af mı istediğiniz?

Karşılıklı helalleşme diyelim. Bir örnek vereyim: Geçenlerde İngiltere Kraliçesi, İrlanda hareketinin önde gelenlerinden Martin MacGuiness’in elini sıktı diye olay oldu. Üstelik diğeri cezaevinde değil, İrlanda kabinesinde bakan olmuş haldeyken, kaç yıl sonra... Dünyada da oluyor böyle şeyler. Sorunu çözmek istiyorsak, sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldıralım.