Zuhal Özden / Demokrat Haber

TRT'de yayınlanan Osmanlı polisiyesi dizisi "Filinta"nın oyuncularından Kâmil Güler "Çok şükür kameranın arkasında değilim, işimizi yapıyoruz, gidiyoruz. Bu tür dönem projelerinde set ekibinin işi daha da zor oluyor" diyor. Oyuncu Kâmil Güler ile “Filinta”yı konuştuk…

 ***

Sizin hakkınızda soru hazırlamak için araştırma yaparken 2011 yılında yapılmış bir röportajınıza denk geldim. Orada röportajın yapıldığı günün akşamı Ahmet Ümit ile görüşeceğinizden bahsediyorsunuz. Onun İstanbul Hatırası kitabını birlikte senaryolaştırmaktan ve film projesinden. Şimdi Filinta dizisinde oynuyorsunuz. Bu rastlantı bana, insanların kalbine önce bir duygunun düşmesini sonra o konuda algı kapısının açılmasını ve içinden geçme kavramını hatırlattı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bir düşe düşmek kolay değil… Ahmet Ümit çok sevdiğim yazar, çalışmak isterdim. Her şeyin bir sırası olduğunu düşünüyorum.

“Filinta” bir anda çıktı karşıma. Bir oyuncunun çok şanslı olması lazım böyle bir işte yer alması için. Ben de çok istedim ve galiba beni duydular. Hiçbir sete erkenden gitmek istememiştim şimdi ise her gün sanki bagajda dört bavulum ve sörf tahtam varmış gibi yol alıyorum. Neyse ki sete vardığım zaman buna değiyor çünkü zaman yolculuğunun hakkını vermiş oluyorum.

Set iyi, nazar değmesin! Ben memnunum çekimlerden çünkü çok şükür kameranın arkasında değilim. İşimizi yapıyoruz, gidiyoruz. Bu tür dönem projelerinde set ekibinin işi daha da zor oluyor. Yeri gelmişken hepsinin eline sağlık demek istiyorum.

Türk Edebiyatında aslında çok fazla polisiye roman yazılmış, çoğu henüz Türkçe’ye çevrilmemiş Osmanlıca eserler. Günümüzde ise polisiye roman yazan yazarımız çok az, ya da henüz bize ulaşacak kadar çok değil. Sizce neden Filinta bizde bugüne kadar çekilmiş tek kaliteli polisiye dizi, üstelik dönem hikayesi.

Filinta'nın en büyük özelliği kimseyi taklit etmemesi. Dünyamızı bize özel kurduk. İstanbul, mekanlar, sokaklar ve karakterler. Mesela Foto Abdullah karakterinin çıkış noktası gerçekten yaşamış Abdullah Freres'ten geliyor. Tabi biz bu karakteri birebir değil çok daha farklı bir şekilde konumladık ve yorumladık. Bunun gibi bize özgün karakterler dizimizde yer alıyor.

Döneme bakarsak, polisiye hikayeleri yine batı edebiyatından almışız. Özgün bir eser yaratmak, bu edebiyat kolunda çok zor, özellikle Osmanlı'nın o döneminde. Batı ile adalet konularını ele alışımızda farklılıklar var. Dinsel ve kültürel farklılığımız ise cabası. Ayrıca kadının dünyası da dönem Osmanlısında oldukça geri. Bütün bunların toplamında Osmanlı'da yapılan bu çalışmaları büyük bir saygıyla karşılarken, toplumda polisiye edebiyatın neden bu kadar zayıf olduğunu anlıyorum. Şu anda bizim işimiz nispeten daha kolay. Çünkü Filinta'da görsel anlamda bir dünya yaratmanın kolaycılığına sahibiz. Umarım Osmanlı döneminde yazılmış bu eserler Türkçe'ye çevrilir biz de bu öncü yazarların, eserlerini okuma şansına sahip oluruz.

Bu sezon ünlü ve üstelikte zor bir konusu olan bir dizi gayet başarılı bir şekilde uyarlandı ama seyirci sevmedi. Üç bölümde yayından kaldırıldı. Sizce televizyonun, dizilerin ekranda kendilerini seyirciye tanıtması için tanıdığı tolerans yeterli mi?

Elinizdeki ticari mal para kazanmak isteyen tv şirketini tatmin etmiyorsa çok fazla beklemesi para kaybetmesine neden olur. Satılamayan bir ürünü bakkal bile iade ediyorsa tv şirketi neden riske atsın kendini, böyle acımasız bir piyasa. 

“İstanbul Kraliyet Tiyatrosu”nun kurucularındansınız, en son CEO olmuş sonra ayrılmışsınız. Sizin hayallerinizde artık sinema var anladığım kadarıyla. Yapımcı olmayı arzuluyormuşsunuz, bunları röportajlarınızdan öğrendim. Tiyatroya gönül vermiş insanlar bir araya gelip atölyelerde oyunlar çıkarıyor, bunları da buldukları salonlarda oynuyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tiyatro eğitir insanı, zevk alırsanız uyuşturur, keyif alırsınız. Oyuncunun antrenman yeridir sahne. Para kazandırmaz. “Nerde oynayacağız” diye düşündürür hala mutluysan devam edersin, geçilmesi gereken bir duraktır. Diziden para kazanırsan bu sene tiyatro yapmam lazım dersin, yapmazsan ayağın titrer bir daha sahneye çıkamazsın. 

Takılardan hoşlanıyorsunuz, heybetli yüzükleri seviyorsunuz sanki. Kendi tasarımınız olan bir yüzüğünüzün fotoğrafını gördüm, çok güzel. Üzerinde mekanik bir düzen var sanırım. Biz eşimle büyük taşlı yüzükleri seviyoruz, taşların enerjisine inanır mısınız peki?

Hiç enerji kısmını düşünmedim;) Şehir mobilyaları gibi insanların da aksesuarlarının kendilerini yansıttığını düşünüyorum, biraz da gösterişi seviyorum galiba;))