HDP MYK üyesi ve İslami yazar Hüda Kaya, siyasal serüveninden HDP'ye, sosyalizmden LGBTİ'lere kadar bir dizi soruya yanıt verdi. ANF'den Arzu Demir'e konuşan Kaya'nın verdiği röportaj şöyle:

Hüda Kaya, bugün HDP MYK üyesi oluncaya kadar nasıl bir siyasal çizgi izledi. Dün kimdi, bugün kim?

12 Eylül öncesinde, genç kızlığım ülkücü hareket içerisinde geçti. Gördüğüm dünya, öğretilerim, düşüncelerim, sadece Türk dünyasından ibaretti. “Tanrı Türk'ü korusun” gibi bütün sembolik anlamları taşıyordum.

DÜNYAMDA TÜRK'ÜN TÜRK'TEN BAŞKA DOSTU YOKTU

Aktif bir ülkücü müydünüz?

Sempatizandan öte bir yerdeydim. Benim dünyamda, Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktu. Daha sonra farklı vesilelerle Kur'an'la tanışmaya giden bir yola girdim. "Kavmiyetçilik yapan bizden değildir, bu yolda ölen de bizden değildir" diyen bir hadis-i şerif çok etkilemişti. Ortada kocaman bir soru işareti oluşuyordu. Kur'an-ı Kerim'in Türkçe manası olduğuna dair hiçbir fikrim bile yoktu. Bu sırada Seyit Kutup'un öğretileriyle tanıştım. İnsanların bir tarağın dişleri gibi Allah'ın katında kayıtsız şartsız eşit olduğunu, sadece sorumluluk sahibi, erdemli ve ahlaklı olanların Allah katında daha derece üstte olduklarını öğrendim. Hiçbir ırkın başka bir ırka üstünlüğü olmadığını anladım.

ÖĞRETİLERİNİZ HEMEN YIKILMIYOR

Nasıl bir duygu yarattı bu öğrendikleriniz?

78'li yıllardı. Bütün dünyanız bir anda dumura uğruyor. "Ben neyim? Nasıl bir dünya yaratmışım? Nasıl bir hareketin içindeyim?" gibi sorular. İçinde bulunduğum hareketin içinde dindar olmayanların yanı sıra dindar kimlikli insanlar da vardı. Ancak Kur'an'ın öğrettiklerinden yoksundular. Kur'an'ın evrensel doğruları ile tanışmamla beraber çok sancılı bir süreç başladı. Kur'an'i araştırmalarım, öğrenmelerim hala devam ediyor ve attığım her bir adım, beni bir adım daha ilerletiyor, farklı bir dünya ile tanıştırıyor. Öğretileriniz hemen yıkılmıyor. Sistemin zehirlenmiş kanallarından öylesine yoğun etkilendiğinizin farkında bile olmuyorsunuz.

1988 yılında boşanma davası açtım. Eşim yabancıydı, boşanmayı ve çocukları bana vermeyi kabul etmiyordu. Ayrılmamam için çocuklarımın kaçırılması söz konusuydu. Bu nedenle çocuklarımla birlikte bir süre gizlenmek zorunda kaldım. İstanbul'a dışına çıkmam gerekiyordu. Birkaç arkadaş oturup konuştuğumuzda, Malatya'da iki çocuklu bir arkadaşın yanına gitmemin uygun olduğuna karar verdik. Ancak Ankara'dan öteye gitmek ürkütüyordu beni. 'Malatya'da biz bir ay vahşi insanlarla nasıl yaşayacağız, mağaralarda nasıl kalacağız?' diye düşünüyorduk.

BEN DE AYNI KOŞULLARDA OLSAY DAĞA ÇIKARDIM

Kürtlerden mi yoksa Alevilerden mi korkuyordunuz?

Kürt olmalarıydı sorun. Alevilikle hiçbir sorunum yoktu. 5 çocuğumla birlikte yola çıktım. Tüm yolculuk tespihat ve dualarla geçti. Ancak kalışımızın 20 gününe gelmemiştik ki, Malatya'da kalmaya karar verdim. Öyle de yaptık. Dava süreci bitinceye kadar Malatya'da yaşadık. Mahkeme sonuçlandı, ham dolsun çocuklar bana verildi, ondan sonra İstanbul'a döndük. O gün beni evinde ağırlayan insanların bugün hala hayatımda çok özel yerleri vardır.

Eve girdiğimizde bizi genç bir kadın ve iki çocuk karşıladı. Eşi, iş dolayısıyla yurt dışındaydı. Sonra yerel kıyafetleriyle yaşlı bir kadın girdi içeriye girdiğinde bakakaldım. Bir yanda size öğretilenler, bilinç altına kazınanlar diğer yanda gerçekler... O yaşlı kadın, şiveli bir şekilde, “Hoş gelmişsin gurban” dedi. O kadar içtendi ki! O sıcaklığı anlatamam. 'Neden böyle düşünüyoruz?' dedim kendi kendime. Nasıl böyle bir algı verilmişti bize? Nasıl böyle bir imaj bilinç altına yerleştiriliyor. Korkunç bir cinayet bu! İnsanların birbirlerini öcü gibi görmesi, birbirlerine selam vermeye korkması ne kadar acı bir şey. Allah bize nasip etti, biz birebir bunları yaşadık ve gerçekleri gördük.

28 Şubat döneminde cezaevi sürecinde dağdan gelen ya da solcu kızlarla aynı koğuşta kaldığımda olayın farklı boyutlarını gördüm bu kez. Halk, bölge olarak zincirler kırılmıştı. Ama egemenlerin ve medyanın dili ile anlatılan bir hareket vardı ortada. Onların yaşam koşullarını öğrendiğimde, 'Ben de aynı koşullarda olsaydım, dağa çıkardım' demiştim.

Cezaevinde hangi yıllarda ve ne kadar kaldınız?

1998 ve 2003 yılları arasında 4 kez girip çıktım. Toplamda 3 yıl Ağrı ve Malatya cezaevlerinde kaldım.

GERÇEĞİ GEÇ FARK ETTİK

2003 yılından sonra neler yaptınız?

Öncesinde de Kürt, feminist ya da sosyalist arkadaşlarım vardı ama bireysel arkadaşlıklar farklı, bir bütün olarak bir hareketi tanımak farklı. 28 Şubat döneminde sistemin zulmüne bizim gibi düşünen insanlar da maruz kalınca anlamaya başladım. Solcu gençler eylem yaptıklarında polis tarafından yaka paça götürüldüklerinde koltuklarımızda oturup seyrediyorduk. Ama aynı polisler, bize de aynısını yaptıklarında sistemin nasıl bir vahşi bir yüzü olduğunu anladık. Anlamak için yaşamak zorunda kalmalı mıydık? Kalmamalıydık. Keşke bunu yaşamadan, empati yaparak anlayabilseydik. Ne yazık ki, hak ve özgürlük talep edenlerin, adalet isteyenlerin. sistemin karşısında aynı yerde olduklarını geç fark ettik.

KÜRT KADINLARININ MÜCADELESİ BENİ ÇOK ETKİLEDİ

Geçtiğimiz Ramazan ayında İstanbul'dan kalkıp gerilla bölgesine gittiniz. KCK yöneticileri ile görüştünüz, ardından izlenimlerinizi yazdınız. Kürt hareketini tanımaya ne zaman karar verdiniz?

Demokratik Özgür Kadın Hareketi'nin bir toplantısı için Diyarbakır'a davet edilmiştim – Onun öncesinde de Kürt kadınlarıyla görüşmelerim olmuştu- Orada, beni çok şaşırtan bir manzara ile karşılaştım. Malatya'ya gidişimiz gibi. Kadın hareketleri üzerine konuşurken, bizim dünyamızda Kürt kadın hareketi yoktu. Bilmiyorduk. Bizim için Doğu ve Kürdistan toprakları namus, töre cinayetlerinin işlendiği, kadının söz sahibi olmadığı bir yerdi. Ancak Kürt kadın hareketi almış başını gidiyordu. Kadınların kendi kimliğini kazanmaları, savunmaları, duruşları gerçekten çok etkileyiciydi.

Daha sonra yaşadıklarımız da etkili oldu. Oğlum 'örgüt üyesi olduğu' iddiasıyla tutuklanıp Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi'ne konulduğunda, cezaevi kapılarında Kürt ailelerle tanıştım. O günler Türkiye'de işkencenin olmadığı propagandasının çokça yapıldığı, bizim de iktidara -referanduma kadar- oy verdiğimiz ve desteğimizin de devam ettiği bir süreçti. Ancak biz içeride tutuklulara işkence yapıldığını görüyorduk. Hükümetin o demeçlerinin gerçeği yansıtmadığını görüyorduk.

Siyasal gelişiminiz içinde Marksizm üzerine okudunuz mu?

Tabi... Ülkücüyken çok okudum. Acılarla yüzleşe yüzleşe empati yapıyorsunuz, anlamaya çalışıyorsunuz. Bu savaş nasıl biter, bu kan nasıl durur, noktasına geliyorsunuz. Bu arada yaşadıklarımı kendi gücüm yettiğince paylaşmaya çalışıyorum insanlarla.

GİTTİM, GÖRDÜM, KONUŞTUM

Kandil'e neden gittiniz?

Egemen sistemin medyasıyla, yansıtmasıyla, terbiyesiyle halkların bilinci inanılmaz bir şekilde dumura uğratılmış durumda. İnsanların acılardan haberi yok. Çünkü, sistemin zehir kanallarına muhataplar. İslami camiada bu kadar yazar, çizer, kanaat önderi varken, neden birileri gidip, birebir görüp yazmadı, diye hep düşündüm. Hasan Cemallere, Birandlara, kartel medyaya inanmıyorsunuz, o zaman bizim camiadan biri gitsin, görsün ve yazsın, istedim. Böyle düşünürken, oğlum Muhammet Cihat, 'Bunu neden sen yapmıyorsun?' dedi. Böylece yolculuk sürecimiz başladı. Gittim, gördüm, konuştum, bunların bir kısmını yazdım. İnşallah geri kalanları da bir kitapta değerlendireceğim.

Yazdıklarınıza tepkiler nasıldı; olumlu mu, olumsuz mu?

İslami camiayı dersek... “Böyle olduğunu bilmiyorduk. İyi ki gittin gördün ve yazdın” diyenler de oldu, hakaret edenler de. Çoğunluğun tepkisi daha çok anlama yönündeydi. Herkes de bir dönüşüm, bir farkındalık var aslında.

NASIL ADALETLİ VE EŞİT HAKLAR TEMELİNDE YAŞARIZ?

Bu dönüşümün kaynağı nedir sizce?

Farklı okumalar yapanlar, farklı yönlerden bakanlarda bu daha çok görülüyor. Tek kanaldan beslenenlerde zor bunu fark etmek.

Geçtiğimiz günlerde Ankara'da yapılan HDK Genel Kurulu'na katıldınız. Ardından HDP kongresinde divandaydınız. Son olarak da HDP MYK'sına seçildiniz... Neden HDP?

Oy vermenin dışında fiili olarak herhangi bir partinin içine girmeye uzak durdum. Zaman zaman adaylık teklifleri de oldu. En büyük çekincelerimden biri, erkek egemen siyasal yapılardı. Türkiye'nin kendine has bir geleneği var; kadınlar çok büyük bir özveri ile çalışıyor. Ancak karar mekanizmalarında olmuyorlar. Böyle bir yapı içerisinde yapamayacağımı biliyordum. Bir yerde olacaksam, kendimi özgürce, hiç kimsenin baskısı altında kalmadan ifade edebilmeliydim. Bu geçirdiğimiz süreç içerisinde özellikle Kürt kadınlarının duruşu dikkatimi çekti. Gerçekten demokrasi kavramının içini dolduran, eşitlikçi çabalarına şahit oldum. Yanlışları olmadı mı? Elbette olmuştur. Bunu Kandil de dahil olmak üzere bütün yapıları söylüyor. Toplumsal gerçeklikleri görme noktasında ciddi bir bilinç düzeyi gördüm. Birlikte nasıl adaletli ve eşit haklar temelinde yaşarız? Bunun derdinde ve çabasında olduklarını gördüm. Teklif geldiğinde de bunu birlikte yapabileceğimiz konusunda bir kanaat oluştu. Böyle karar verdim.

Sizin hayata bakarken referanslarınız farklı. Bunu zaten kürsüde de söylüyorsunuz. HDK Genel Kurulu ve HDP kongresi size neler hissettirdi?

Toplumumuzun bütün renkleri ve eşitliliğiyle bir arada olmanın güzelliği, ömrünüz boyunca kendinizi ait hissettiğiniz seslerin ve renklerin farkına varmanız, daha farklı bir duygu oluşturuyor insanda. 'Keşke kendilerini dindarlık kavramına dahil eden, camiamızın, mahallemizin insanları da bütün halklarla kucaklaşabilmenin, birlikte yaşayabilmenin çabasında olabilseler. Keşke bu güzellikleri paylaşabilsek' diye düşündüm. Bu anlamda yalnızlık hissettim.

Yalnız hissediyor musunuz kendinizi?

Tabi, bu anlamda yalnız hissettim elbette.

Kendinizi ifade etme açısından bir kaygınız var mı HDP'ye dair?

HDP içerisinde değil, insanların hak, eşitlik, özgürlük, adalet ve insanca yaşam taleplerini isterim ki, bütün çevreler -dindar camia da dahil- tarafından hakkıyla görülebilmesini özellikle isterim.

HDP Milletvekili Levent Tüzel'in bir konuşması sizi rahatsız etti... Basında da yer aldı.. O meselenin özü neydi?

Kongre sonrasında Levent Tüzel'in bir canlı yayın konuşması sosyal medyada konuşuldu. Konuşmayı dinlememiştim. Sabahat Tuncel'i arayarak ne olduğunu sordum. Tuncel, “Levent beyle görüştüm, kendi şahsi görüşünü ifade ettiğini söyledi” dedi. Levent Tüzel, daha sonra MYK toplantısında o konuşmasını tekzip eden ifadeler kullandı, 'Yanlış anlaşıldım' dedi. Konuşmasının yansıtılış biçimine üzülmüştü. Ancak birkaç gün önce videoyu izleme olanağım oldu. Üzüntü verici ifadelen kullandığını gördüm. Şahsi düşüncesidir tabi ki. Bunların şimdiye kadar aşılamamış olması benim için üzüntü verici. Konuşmasında, başörtülü kadınların kendini aşağılayan, köleleştiren bir dine teslim olduğuna dair bir ifade vardı. Başörtülü kadın kendisinin kullanıldığının farkında değilmiş. Köleleştiriliyor. Biz bunun farkında değiliz ama bizim dışımızdakiler bunun farkında! Bu özgürlük değildir. Bu tip söylemler hakarettir. İnşallah bunlar düzeltilir.

DAHA MÜTEVAZİ BİR DİL GEREK

HDP'de neler yapacaksınız?

Özellikle insan hakları, inançlar ve kadın konusunda çalışmalar yapmayı düşünüyorum. Zaten bu üç başlık, yıllardır çalıştığım alanlar.

Dindar kesimle HDP nasıl temas etmeli? Nasıl bir dil kullanmalı?

HDP'nin kendini deklare ettiği ilk genel kurulun hemen ardından Levent Tüzel'in üzerinden tartışmanın olması aslında farkında olmadığımız bazı söylemlerin halk nazarındaki karşılığını görmemizi sağladı. Bunun için nasıl ki iktidar söyleminin barış sürecini destekleyici, yükseltici bir dile dönüşmesini istiyorsak, bunu talep eden çevrelerin de halklarla, inançlarla, inanç sahibi bütün çevrelerle daha yakın temas etmesi, onların dilini anlaması, dikte eden egemen dilden kaçınması, daha mütevazi bir dil kullanması gerekiyor.

KUR'AN'I ARAŞTIRIRKEN DE AYNI YOLU GÖRÜYORSUNUZ

Sosyalizm ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Fikir olarak size yakın geliyor mu?

Kur'an çalışmaları sırasında Kur'an'ın ön gördüğü toplumsal adalet, insani yaşam hakları paralelinde çalışmalar yaparken, sosyalizm gündeme geliyor zaman zaman. Nasıl ki Emevi döneminde, dinin Emevileşerek, hem erkek egemen hem de saltanatçı bir yapıya evrilmesiyle, adalet, özgürlük, eşitlik, sosyal denge gibi unsurları ortadan kalktı. Kadınlar ve halklar, bu erkek egemen olan sistemde köleleştirildi. Dolayısıyla ne adalet kaldı ne de huzur. Bunu Batı'da farklı biçimlerde yaşadı.

Sosyalizmin ve feminizmin çıkış noktasına bakarsak ya da Marks'ın "Din afyondur" sözüne bakarsak, bunlar da despot, hiyerarşik yapılara karşı çıkıştır. Onlar sosyal adaleti hedefleyen bazı formülleri ortaya koymuşlardır.

Kur'an'ı araştırırken de aynı yolu görüyorsunuz. İnsanların rengiyle diniyle ayrıştırılması mümkün değil. Çünkü günahtır. Allah'ın kınadığı, lanetlediği bir mevzudur. “Yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin” diye bir peygamber, elçiler var. Sadece Hz. Muhammet değil. Bütün elçiler aynı öğretileri getiriyorlar. Çalışana hakkını alınterini kurumadan verin, demektir bu. Ama bugün nice belediyeler, dindar patronlar var ki, çalışanın emeğini sömürmekte sınır tanımıyorlar. Bir işçiye bir ay geçinmesi için verdikleri asgari ücreti bir akşam yemeğinde harcayıp, sonra da dindarlıktan, adaletten, Kur'an'dan bahsediyorlar. Benim okuduğum Kur'an böyle demiyor, bütün bunları reddediyor.

Elçilerin getirdiği bu sosyal adalete muhalefet edenler, hep egemen din yapısına sahip egemen iktidarlar. Ama öte yandan sosyalizm adına sosyal adalet isteyenler var. Benim okuduğum Kur'an bununla bağdaşır, bağdaşmaz anlamında söylemiyorum ama benim okuduğum Kur'an'da da sosyal adalete işaret eden kavramlar var.

Bir etikete sahip olmakla o etiketin insanı olmuyoruz. Ancak bunu gerçekleştirirsek, o Kur'an'ın hakkını vermiş oluyoruz.

BAŞÖRTÜSÜNE TAM ÖZGÜRLÜK GEREK

Hükümet, başörtüsünde yeni bir düzenleme yaptı... Bu mesele çözüldü mü sizce?

Kadın milletvekillerinin başörtüleri ile Meclis'te olmaları çok önemli bir adım. Ancak, Erdoğan çözüm paketi açıklarken, 4 alandan bahsetti; hakim, devletin güvenlik alanları polis, asker, savcı. Bu alanlarda başörtülü kadınlar bulunamayacak. Bu kısıtlamayı doğru bulmuyorum. Nasıl ki İslami referansı olmayan -sosyalist, feminist ya da başka ideolojilerden- insanların başörtümden dolayı, tercih ettiğim hayat tarzımı aşağılama hakkı yoksa, dindar olan ya da olmayanın da yine başörtülü kadınlara alan sınırlama hakkı yoktur. Meclis'te böyle bir adımın atılması yılların sancısını kısmen giderir tabi ki. İnşallah diğer alanlarda da bu mücadele hakkıyla sonuca ulaşır. Yoksa tüm alanlarda özgürleşme devam etmediği müddetçe, kadına birileri sınırlama getirmiş olacak. Mutlaka bunun özgürleşmesi gerekiyor. Artık kadınlara, hiç kimsenin 'Şurada olabilirsin, burada olamazsın' deme hakkına sahip olmaması gerekiyor.

LGBTİ bireyler HDK ve HDP içerisinde yer alıyor. Varlıkları sizi rahatsız ediyor mu?

Benim, sadece HDP döneminde onların varlığını kabul etmişim gibi bir algı var. Bu doğru değil. Daha öncesinde de görüştüğüm çokça arkadaş oldu. Yaşam tarzımı, tercihimi kimse aşağılama hakkına sahip değil diyorsam, ben de bir başkasının tercihine, hayat tarzına, inancına, duruşuna -tasvip etmiyorsam da- aşağılama, hakaret etme hakkına sahip değilim. Kaldı ki biz insan olarak birbirimizin onurlu yaşam hakkını savunmalıyız. Mazlum-Der'in kullandığı bir söz var: Mazluma kimliği sorulmaz. Bir düşene, kaza geçirene, hangi meslektensin, hangi kimliktensin, hangi etnik yapıdansın diye sormak insanlık dışı bir sorudur. Bugün insanların hakları, onurları adına bir arada mücadele ediyorsak ne ala bize! Birbirimizin hakkına, insanca yaşam hakkına sahip çıkabilmeliyiz.

İlgili yazı: Hüda Kaya kimdir?