Ayşe Arman  'Gezi tanıklıkları' adlı röportaj dizisinde bugün, polisin attığı mermiyle sol gözünden vurulan ve iki kez ameliyat geçiren Volkan Kesanbilici'nin başından geçenleri aktardı.

İkinci ameliyatta gözünün içinden demir bilyeler çıkarılan Kesanbilici'nin gözündeki bilyelerin bir kısmına ise beyne yakın olduğu için dokunulamıyor. Kesanbilici ise 'sadece plastik mermi kullandık' diyen polise soruyor: 'Benim gözümden çıkanlar ne o zaman?'

İşte Ayşe Arman'ın Volkan Kesanbilici'yle o röportajı:

Adın?

- Volkan Kesanbilici.

Yaş?

- 38.

Gezi’de senin başına ne geldi?

- Polis müdahalesinde gözümü kaybettim.

Nasıl oldu?

- Ben esnafım. Merter’de kırtasiye dükkanım var. Olan biteni, sosyal medyadan takip ediyordum. Gezi’ye de hiç gidememiştim. Gün boyu dükkanda durmam icap ediyor. 31 Mayıs, Lobne Allami’nin vurulduğu gün. Çok etkiledi o olay beni, inanılmaz üzüldüm. Dükkânı, normalde akşam 9’da kapatıyorum ama o gün dayanamadım, saat 6’da çıktım ve Taksim’e gittim. Direnişçilere destek olmak istedim, tamamen insani bir tepki. 7 buçukta Taksim’deydim…

Tek başına mıydın?

- Kardeşim ve arkadaşlarım önceden gitmişti, İstiklal’de onları buldum...

YÜZÜMDEKİ ACI

Taksim’e geldiğinde nasıl bir görüntüyle karşılaştın?

- Polis, Gezi’dekileri ablukaya almış, sürekli gaz bombası atıyordu. Bizim gibi destek vermeye gelen binlerce insanı da alana sokmuyordu. Gece 12’ye kadar İstiklal’de protesto ettik. Sonra Tarlabaşı’na geçtik. Protestolar orada da devam ediyordu. Saat 12’yi beş geçe, o arbede içinde, meydana yakın bir yerde yüzümde bir acı hissettim. O ana kadar sadece gaz fişekleri olduğu için, polis attığı gaz kapsülüyle vurulduğumu zannettim.

Gözlük ya da maske var mıydı yüzünde…

- Hayır. Direnişin ilk günleriydi. Hazırlıksızdım. Zaten amacımız da çatışmak değil, Gezi’ye destek vermekti. Ama bir anda vuruldum.

Tam olarak nasıl oldu?

- Barikatın üstünden bir akrep üstümüze doğru gelmeye başladı. Hatta bir an barikatın üzerinde asılı kaldı. Siyah bir akrepti. Sonradan insanlar, “Siyahsa, Terörle Mücadele’nindir dediler. Bu tür ayrıntıları bilmiyorum ben. Korku filmlerinden fırlamış bir sahne gibiydi. Her yer karartılmıştı, akrebin ışığı projektör gibi yüzümüze vuruyordu. Acıyı hissettiğim an, işte o andı. Elimi yüzüme götürdüğümde, kanı fark ettim…

İnsan o anda, olan biteni ne kadar idrak edebiliyor? “Bana ne oldu mu?” diyor, “Neremden vuruldum mu?” diyor…

- Ben sadece vurulduğumu idrak ettim. Gözüme isabet ettiğini önce anlamadım. O kadar çok kan vardı ki yüzümün büyük bir bölümünün parçaladığını zannettim. Tek düşüncem de, yere düşmemekti. Çünkü yere düşürsem bitti, beni kimse kurtaramaz diye geçti aklımdan. Polis öyle bir orantısız güç kullanıyordu ki, tarifi yok. Yüzümden kan gelmeye devam ediyordu, “Az zamanım kaldı, burada bayılmayayım” dedim ve yardım istedim.

Kimden istedin? Kardeşin yanında mıydı?

- Hayır. Herkes can havliyle bir yerlere dağılmıştı. Tanımadığım insanlar koluma girdiler ve beni apar topar sakin bir yere götürdüler. Yüzüme bakıp verdikleri tepkiden anladım ki, durumum vahim. Sonra bir gözümün görmediğimi fark ettim. Kardeşimi aradılar, olduğumuz yere geldi.

Hastaneye mi gittiniz?

- İlk müdahale, Tarlabaşı’ndaki bir otelde gönüllü doktorlar tarafından yapıldı. Çok fazla alet edevat yoktu. “Durum ciddi. Bir an önce Taksim İlkyardım’a gidin” dediler. Ama ne mümkün! Burnumuzun dibindeki Taksim İlkyardım’a 45 dakikamızı aldı, çünkü polis bütün yolları kapatmıştı. İnanılmaz kan kaybediyordum. Pansuman filan da hak getire. O kadar kötü bir haldeydim ki, taksici herhalde yolda ölürüm diye almak istemedi, zorla arabasına bindik.

3 YAŞINDAKİ OĞLUM

O sırada aklınızdan neler geçiyor? “Nerden geldim buraya” diyor musunuz? Pişmanlık duyuyor musunuz?

- Hayır, asla! Ne o esnada ne de bugüne kadar, “Ne işim var orada!” demedim. Kesinlikle pişman değilim. Asıl, o gençlere destek olmak için Taksim’e inmeseydim, pişmanlık duyardım. Sadece şu geçti aklımdan: Üç yaşında bir oğlum var. “Ya onu bir daha göremezsem?” diye düşündüm. İkinci düşünce de şuydu: “Hadi diyelim hayatta kaldım, yüzümdeki tahribat, benden korkmasına sebep olur mu?”

Sonra?

- Bir şekilde Taksim İlkyardım’a ulaştık. Yüzümde, gözümde bir sürü kesi vardı, dikiş atıldı. Film çekildi. “İçeride bir yabancı cisim görünüyor. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Müdahaleye ihtiyaç var ama burada mümkün değil” dediler.

Neden?

- Yabancı cisimden dolayı, bu ameliyata, göz doktorunun, kulak burun boğaz doktorunun ve beyin cerrahının birlikte girmesi gerekiyormuş. Bu da ancak tam teşekküllü bir hastanede olabilirmiş. “Bir an önce öyle bir yere ulaşın ve bu ameliyatı yaptırın” dediler. O saatten sonra bir de hastane arama maratonumuz başladı…

Nasıl yani?

- Öyle işte. İnsan başına gelmeden bilmiyor. İstanbul gibi bir metropolde ne devlet ne de özel hastaneler arasında böyle bir yer kolay bulunuyor. Göz hastaneleri de, gece bu ameliyatları yapmıyormuş. Gecenin bir yarısı hastane arıyoruz. Tam rezillik. Türk Tabipler Birliği’ne soruyoruz, arkadaşlarımızı arıyoruz. Taksim İlk Yardım bile, “Şurada yaptırabilirsiniz” diyemiyor. Zaten ambulans istedik, o da gelemedi. N’apalım, n’apalım derken, kendi imkânlarımızla Çapa’ya gitmeye karar verdik. Ameliyat olmam gerekiyor, taksilere biniyorum, düşünün.

BENİM GÖZÜMDEN ÇIKANLAR NE O ZAMAN!

Çapa ne dedi peki?

- Sabaha kadar böyle bir müdahalenin mümkün olmayacağını. Yine telefon trafiği başladı. Bu sefer, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma’ya gittik. Ameliyata alınacakmışım gibi tahliller yapıldı, filmler çekildi. Derken sabah oldu. Bir ara kardeşim ve arkadaşlarım tahlil sonuçlarımla uğraşıyordu, ben de bir yerde sırt üstü yatıyorum. Bir gözüm kapalı olduğu için diğerini de açamıyorum. Açarsam, yaralı olan da açılıyor ve canım çok acıyor. Biri yanıma geldi, sesini duyuyorum, “Geçmiş olsun. Gezi’de mi oldu?” dedi. Zorla açtım gözümü, baktım hastanenin bekçisi. Sevecen bir tavrı vardı. Kardeşim de karnımın üzerine filmlerimi, raporlarımı bırakmış. Bekçi, oradan bir evrağı alarak, “Ben bunu bir hocama göstereyim” dedi ve koşarak gitti. O esnada durumu çaktım ben. Hemen kardeşime ve arkadaşlarıma seslendim. “Bakın, aldığı adli rapor mu?” diye. “Evet” dediler. “Bekçiyi yakalayın!” diye bağırdım. Çünkü Okmeydanı’ndaki acil doktoru, ‘ölüm riski vardır’ raporu vermişti. Sanırım bu, problem olmuş. Bekçiyi bulduklarında, yanında sivil bir komiser vardı. Acilin şefini ve diğer doktorları sorgular nitelikte, “Niye ölüm tehlikesi vardır raporu verdiniz” gibi bir konuşma yapıyormuş. Muhtemelen raporu, sümen altı yapmaya çalıştılar. Allah’tan geri aldık. Bekçiye, “Neden aldın?” dediğimizde, “Eksik vardı” diye geveledi. Oysa eksik olmadığını biliyoruz. Dava açmayı düşündüğümüzden Tarlabaşı’ndaki kolluk kuvvetinin numarasına kadar her şeyin kayıtlı olmasına dikkat etmiştik. Eğer o raporu, sumen altı etselerdi, doktorlara yapılan baskının ardından ikinci adli rapor, “Hayati tehlikesi vardır” diye verilmeyecekti belki…

Sonra ne oldu?

- Okmeydanı’nın fiziki koşulları iyi olmadığı için biz yine Çapa’ya döndük. Göz bölümü baktı ama istedikleri gibi müdahale edemeyeceklerini söylediler çünkü çok ciddi bir ödem ve kanlanma varmış, gözün arkasını göremiyorlarmış. “Bekleyeceğiz” dediler…

O sırada sen ne durumdasın?

- Felaket. Kafamın sol tarafı, mengeneyle sıkıştırılıyormuş gibi, bütün dişlerim sökülüyormuş gibi. O kadar çok acıyordu ki yorgun düştüm, tek istediğim uyumaktı. Arkadaşlarım da sürekli beni uyutmamaya çalışıyor. Çünkü beynime de bir darbe almışım, travma olabilir diye düşünüyorlar. Epeyce bir süre beklendikten sonra, müdahale ettiler. İlk göz ameliyatım işte o zaman oldu…

Sonuç?

- Gözün, görme merkezinin çok ciddi bir darbe aldığı ve kanamadan dolayı retina ayrışması olduğu. Gözümün eriyerek, küçülüp, yok olma ihtimali varmış. Bu yüzden azot gazı basıldı. Kulak burun boğaz’a da, “Herhangi bir müdahale yapmayın, yabancı cismi çıkarmayın” dediler. İki hafta kadar yüz üstü yatmak zorunda kaldım, gözümdeki cisimle birlikte…

Gözünüzün, kulak burun boğaz’la ne ilgisi varmış…

- Çünkü mermi, gözümden girip, beynime doğru giderken burun kemiğime çarpıyor, parçalanıp sinüs boşluğuma dağılıyor. Göz doktorları da orayı göremiyorlar. Orası, kulak burun boğazın alanı. İşte o zaman film çektiler ve yabancı maddenin bilye olduğu anlaşıldı. Bir kısmının, beyne çok yakın durduğu görüldü. Riskli bölgedelermiş. Ufak bir harekette, beyin suyunun akması söz konusu olurmuş, onlara dokunulmadı. Diğerleri alındı…

Kaç tane bilye çıkarıldı?

- Çekirdek çıkarıldı ama yüzlerce demir bilye var. Sayısını bilmiyorum. Sinüs boşluğumdakilerin tamamı alındı, diğerleri kaldı…

Geçmiş olsun, çok fenaymış. E hani plastik mermiydi…

- Evet öyle diyorlardı. Emniyet, “Plastik mermi dışında bir şey kullanmadık, envanterimizde bile yok!” diye açıklama yaptı. Benim gözümden çıkanlar ne o zaman! Bu bilyeler, polisin insanlara karşı kullanmaması gereken bir maddeyle müdahale ettiğinin kanıtı. Bu ne boyalı tabancalar gibi eylemciyi işaretlemeye yönelik bir şey ne de caydırmaya. Bizzat insanı yaralamaya, öldürmeye yönelik! Paintball mermilerine benziyor ama içinde yüzlerce küçük demir bilye var. Ben buna, domdom kurşununun moderni diyorum. Böyle bir şeyi kullanmaya hakları ve yetkileri yok. Gözünü kaybetmiş biri olarak bunun hesabını ben sormayacağım da kim soracak!

Kime ne söylemek istersiniz?

- Eğer bu tür yasal olmayan, orantısız müdahalelerle insanları caydıracağını düşünüyorlarsa, kesinlikle yanılıyorlar! Kimse vazgeçmez, pes de etmez.

Hukuki süreç nasıl ilerliyor?

- Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Dosyamıza, bir aydır gözümde taşıdığım demir bilyeleri da koyduk. Götürüp kayıt altına aldırdık. Onlar da mahkemede delil olarak kullanılacak. Hakkımı sonuna kadar arayacağım…