KÜRŞAD OĞUZ / HT PAZAR

 

Bana sorarsanız Türkiye’de sol denince ilk akla gelen isimlerden. Ama medyada pek konuşmadığı ya da aynı şeyleri söylemekten vazgeçmediği için ismi pek anılmaz.

 

Fikret Başkaya, 1991’de yayımlanan "Paradigmanın İflası" adlı kitabı nedeniyle 20 ay hapis yattı. O kitap bugüne kadar 12 baskı yaptı, korsanıyla birlikte 100 binin üzerinde sattı. Beş yıl önce bana, “Yanlış yazsam bu kadar satar mıydı” diye sormuştu ki, zaman o sert kitabı bir hayli haklı da çıkardı.

 

Uzatmayalım, meraklısı alır okur. Ankara’da, kurucusu olduğu Özgür Üniversite ile Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı’nda çalışmalarını sürdüren Başkaya’yla Türkiye ve Avrupa’da solu, iktidarı ve tabii 1 Mayıs 1977’yi konuştuk…

 

Beş yıl önceki söyleşimizde “Türkiye’de sol aydının patolojik problemleri var” demiştiniz. Bugünden bakarsak ne söylersiniz?

Bir uyarım olacak. Ben solun içinde bir adamım, hep öyle kaldım ve eleştiriyi soldan yaparım. Türkiye’de solun birtakım yapısal zaafları var. Biri, kendi tarihini çok merak etmemesi. Kendi içinde demokrasiyi yerleştirmek gibi kaygıların uzağında durması. Bu radikal, ikircikli olmayan bir özeleştiriyle aşılabilir. Eleştiri varsa orada sosyalizm olur. Birtakım kalıpları, dogmaları değişmez hakikatler gibi gören bir sosyalizm olmaz. Ve sol içinde şiddet vardır. Sosyalizmin s’siyle bağdaşacak bir şey değil bu. Sol içinde şiddet olmaz.

 

Şiddetten kasıt silahlı mücadele mi?

Hayır. Birbirleriyle öldürmeye varan kıyasıya mücadele. Mesela 80 öncesinde birtakım çatışmalar yaşandı. Böyle bir şey olur mu? Sen solcusun ben de solcuyum. Sen de dünyayı değiştirmek istiyorsun ben de. Sen de kapitalizme, emperyalizme karşısın ben de. Radikal ve sert eleştirirsin ama bu şiddete varırsa orada sosyalizmin esamisi okunmaz. Solun yasaklaması gereken şeylerin listesini yapsak bu birincidir.

 

Peki solun dışarı karşı şiddeti? Bugün bu da tartışılıyor. Mesela “Mahir Çayan ve arkadaşlarının silahlı mücadelesi gençlere yanlış örnek oluyor” deniyor.

Sosyalistlerin hangi koşulda hangi mücadele biçimini benimseyecekleri onların tercihlerine, konjonktüre bağlı. Sol silaha bulaşmaz diye bir kaide yok. Senin karşında koca bir ordu, tankı tüfeği var. Böyle zamanlarda onunla silahlı mücadele edebilirsin. Tarihte bunun örnekleri çok. Bunları yok mu sayacaksın?

 

Türkiye’nin bugünkü konjonktüründe silahlı bir mücadeleye gerek var mı?

Şu anda hiç gerek yok.

 

Artık daha tartışılabilir ve özgür bir ortam olduğu için mi?

Şu aşamada daha politik çalışmanın, ideolojik mücadelenin, teorik ürünlerin ve kitle düzeyinde örgütlenmenin öncelik olduğunu düşünüyorum. Şu yüzden: Sovyet sisteminin çökmesinden sonra paradigma kırıldı, zaafı ortaya çıktı. Şu anda solun yeni bir yapılanma, yeni perspektif üretme, aşınan paradigmayı, ütopyayı inşa etme döneminde olması gerekiyor.

 

“YUNANİSTAN İYİ BİR ÇIKIŞ OLDU”

Fransa’da, Yunanistan’da sosyalistlerin seçimlerle güç kazanması bunun örneği mi?

Bana göre Avrupa’da son 30 yılda sol diye bir şey kalmadı. Sen hem neoliberalizme teslim olacaksın, hem de “sol bir bakışla dünyayı değiştireceğim” diyeceksin. Bu mümkün değil. Bu seçim solu ve zaten düzen içinde. Ama muhasebe etmemiz gereken şeyler de yok değil. 30 yıllık neoliberal saldırı müthiş bir sosyal ve insani yıkım yarattı. Buna insanların tepkisi artıyor. Dolayısıyla oralardan yeni unsurlar çıkabilir. Yunanistan tipik örnek. Orada hakikaten sol diyebileceğimiz iyi bir çıkış oldu. Washington konsensusuna dayalı neoliberal dönem artık kitleler tarafından ciddi tepki görüyor. Solun kendini yeniden yapılandırarak gerçek bir aktör olarak sahneye çıkmasının koşulları oluşuyor.

 

Wall Street’i işgal et eylemlerini bu sürece katıyor musunuz?

İspanya, ABD emperyalist ülkeler. Bunlar yeni bir perspektiften ziyade kaybettikleri zeminin, püskürtülmüş olmanın rövanşını almak istiyorlar. Zaten Tunus’a, Mısır’a, Arap dünyasına, Şili’deki öğrenci hareketine global olarak baktığın zaman, bir karşı duruş var. Fakat bunların hepsinin beklentileri farklı. Kapitalizm tarihinde böyle kapsamlı saldırılardan bir zaman sonra bir karşı saldırı oluyor. Şimdi 30 yıllık dönemin sonuna gelindi, karşı saldırı güçlenerek devam edecek. O zaman burada solun yenilenmesi gereği kendini dayatıyor.

 

Tam da bu dönemde solun kendiyle hesaplaşması gerekmiyor mu işte? Yeni bir zıplama imkânı başlamışken…

Zıplama başladı zaten. Fransa’da Hollande çıktı, Almanya’da Merkel’e yol göründü. Bütün Mısır’da kadınlar, işçiler, erkekler sokağa döküldü ve korku duvarını aştılar. Bu öyle tesadüfen olan bir şey değil. Netice itibarıyla, teorik üretimle mücadele arasında birebir ilişki vardır. Ne zaman halk hareketi geri çekilse teorik mücadele de geri çekilir; halk hareketi olursa teorik mücadele canlanır. Bu hareketler tartışmaları da tetikleyecektir. Unutmayın Lenin, Engels, Marx’ın yaşadıkları ve harika eserler verdikleri dönemde işçi sınıfı birinci aktördü, sermayeyle karşı karşıyaydı. Bundan sonra soldaki gerilemenin sonuna gelinmiştir, yükselme dönemine girilmiştir. Bu dönemde teorik yenilenme de gündeme gelecektir.

 

“DÜNYAYI ANLAMAKTAN ACİZDİK”

Türkiye’de solun geçmişte darbecilerle işbirliği yaptığını söyleyenler var. Orduya yakınlığıyla da hesaplaşmalı mı sol?

O mekânda yeri yoktur zaten solun.

 

Mesela 27 Mayıs’ın ihtilal olduğunu söylüyor bazı solcular.

Yok o bir darbeydi. Ben o darbede Siyasal’da öğrenciydim. Bizim o zamanlar siyasal kültürümüz çok geri olduğu için, dünyayı anlamaktan aciz olduğumuz için bunu değerlendirmede başarısız kaldı sol. Bir hareket yükselirken bütün toplum katmanlarından oraya bir teveccüh olur tabii, bunlar içinde subaylar da olur, medya da. Bu ayrı bir şey ama sen bir örgütün lideri veya bir örgüt olarak oraya çok mesafeli davranmalısın.

 

Orduya yakın duramazsın yani…

Asla.

 

Ama yapıldı mı bu?

Evet öyle dönemler var. Bürokrasi doğası gereği gerici bir kurumdur. İşçi, devlet, parti, ne bürokrasisi olursa olsun… Rosa Luxemburg diyor ki, “Bürokrasinin olduğu yerde her türlü canlı hayat durur.” Ama iki şeyi ayırmak lâzım. Mesela Türkiye’de güçlü bir sol ortaya çıksa bütün kesimlerden buraya teveccüh olacaktır. Ordu içinden de. Çünkü ordu içindeki adamların hepsi aristokrasiden veya burjuvaziden gelmiyor ki. Ama örgüt yönetimlerinin birtakım stratejik taktik bâbında o bürokrasilerin yanında durması yanlış.

 

Bir yazınızda “Neden örgütler fetiş haline getiriliyor? Bugün sol yelpazedeki örgütlerin iç işleyişlerinin, düzen partilerinin iç işleyişinden farkı yok” diyorsunuz…

Sen dünyayı değiştirmek, farklı bir şey yapmak istiyorsan, o zaman farklılığını ortaya koyacaksın. Bence solun en büyük sorunlarından biri de, yeteri kadar radikal olamaması. Radikalden bu ülkede ne anlıyorlar biliyor musun? Vurup kıran, eline silah alan… Öyle değil. Radikal olmak sorunların kökenine inmek demektir. Tutulacağı yerden tutmak, işin kaynağına inmektir. Ama örgütler fetiş haline getiriliyor, kendisi amaç haline getiriliyor. O bir araç; araçla amaç yer değiştirirse olmuyor.

 

“CHP HALKLA İLİŞKİSİNİ YENİLEMELİ”

Sol yükseliyorsa, CHP’nin rolü olabilir mi?

İsterlerse olur. Pekâla daha radikal bir pozisyona örgütü çekebilirler. Bu ülkede sol yükselişe geçince, ki geçecek, o süreçte kendini yenileyebilir CHP ve kendi içindeki bir sürü şeyle hesaplaşabilir.

 

Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelişinden sonraki 1.5-2 yıl bu sürecin başlangıcı mı?

O yönde atılmış bir adım fakat şu ana kadarki performans yetersiz. Yapısal sorunlar da var. Kendilerine sosyal demokrat diyorlar. Sosyal demokrasi, tarihin belirli bir dönemine mahsus: II. Dünya Savaşı sonrasında faşizm yenilmiş, emekçiler müthiş moral üstünlük kazanmış, rejimi sıkıştırıyor, bir sürü mevzi kazanıyorlar. Öbür tarafta ulusal kurtuluş savaşları var. İlk defa emperyalist burjuvazi dünya çapında tavizler vermeye zorlanıyor. Dolayısıyla “ben şimdi sosyal demokrasi yapacağım” deyince olmaz. Şimdi yeni bir şey yapabilirsin artık, sosyal demokrat olma dönemi kapandı. O koşullar ortadan kalktı. Şimdi “solum” diyen partiler eski kavramlar ve alışkanlıklarla yola devam edemez. Ya kendilerini yeniler ya da inandırıcılıklarını süratle yitirirler.

 

Yenilenme nasıl olacak CHP’de?

Açıkça ezilen ve sömürülen sınıfların tarafında olduklarını kanıtlayacak bir şeyler yapmaları lâzım. Bu da mevcut yapının dönüştürülmesiyle mümkün. CHP halkla ilişkisine yeni bir boyut getirmeli.

 

“İSLAMİ ÖZGÜRLÜK TEOLOJİSİ MÜMKÜN”

Bazı İslami gruplarla sol kesim arasındaki yakınlaşmaya ne diyorsunuz?

Bu olumlu. Zaten 1 Mayıs’tan önce onları destekleyen bir mesaj yolladım. Din bir ideolojidir. Bu ideolojinin kimin tarafından ne katılarak yorumlandığıdır önemli olan. 1950’lerin sonundan itibaren Latin Amerika’da Katolik din adamları aynı bizim gibi tahliller yaptılar, aynı kitlelere hitap ettiler, ezilenlerin ve sömürülenlerin yanında yer aldıklarını tüm dünyaya ilan ettiler. Bundan dolayı birçokları öldürüldü, hapsedildi, ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Buna özgürlük teolojisi deniyor. Ben burada da bir İslami özgürlük teoloji veya paradigmasının mümkün olduğuna inanıyorum. Kardeşim sen dünyaya kimin tarafından bakıyorsun? 7. yüzyıldan bu tarafa mı bakıyorsun, bugünün toplumundan oraya mı bakıyorsun? Bu, din ve Allah var mı meselesi değil. Allah nerede ve kimin tarafında? Soru bu. Bunlar diyorlarsa ki, Allah ezilen ve sömürülenlerin tarafındadır, mesele yok.

 

O zaman aynı şeyi söylüyorsunuz.

Gayet tabii. Eğer böyle söylüyorlarsa buradan bir şey çıkar. Bunlar eşitsizliklere, özgürlük noksanlığına, sömürüye karşı pekâla mücadele edebilirler. Yeter ki nerede durduklarını, ne istediklerini net olarak bilsinler. Neden Hıristiyan Katolikler özgürlük teolojisi üretiyor, onurlu bir şekilde ezilen ve sömürülenlerin yanında yer alıyor da bunlar almasın? Müslümanlık, Yahudilik ve Hıristiyanlığın devamı değil mi? Temelleri aynı değil mi? Velhasıl yeni bir Müslüman, yeni bir din yorumu gayet mümkün ve gerekli. Neden? Devlet dini denen şey ezilen ve sömürülenlere karşıdır. Şu andaki devlet dini, son zamanlarda sermaye dini haline getirildi biliyorsun.

 

Sermaye dininden kastınız otellerde iftar açmakla mı sembolize ediliyor?

Evet. Sermaye dini neoliberal küreselleşmeyi meşrulaştıran bir şeye dönüştü. Piyasa İslamı yani. Eskiden devletin dini olan şimdi hem devletin hem sermayenin dinine dönüştü. Bu açıkça ezilen ve sömürülenlerin karşısında duran bir dindir. Dolayısıyla ya bu tarafta olacaksın, devlet dinine devam edeceksin ya da yok kardeşim diyeceksin. Mesela Hz. Muhammed şöyle der. Müslümanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. Buradan da gidersin başka şey de bulursun. Nasıl yorumlandığı önemli bunun.

 

“BENDEN ASFALT PARASI İSTEDİLER”

Hükümete karşısınız değil mi?

Gayet tabii.

 

Ama demokrasiye inanıyorsunuz?

Demokrasi yoksa sosyalizm olmaz.

 

Bu ikisini düşündüğünüzde, AK Parti’nin aldığı yüzde 50 oyu nasıl açıklıyorsunuz?

Muhalefet zaafı var.

 

O kadar basit mi, sadece muhalefet olmadığı için mi yüzde 50 oy?

O kadar basit. 1970’lerin sonundan, 12 Eylül’den sonra muhalefet kendini bir türlü var edemedi. Bana göre insanlar bunlara daha iyi diye oy vermiyor, daha az kötü diye veriyor. Ne yapıyorlar bunlar? Her şeyi özelleştiriyor, paralılaştırıyorlar. Yoksulluk uçurumu büyüyor. Demek ki muhalefetin yetersizliğinden dolayı oyu arttı, artıyor. Ama bu güm diye gider. Benden geçenlerde asfalt parası istediler.

 

Yaptıkları hiç olumlu bir şey yok mu?

Benden asfalt parası istiyor. Ben sana buradan her şey yolunda mı diyeceğim.

 

Şunu doğru yaptılar diyeceğiniz bir şey vardır belki diye soruyorum.

Bir kere sen neoliberalizme karşı mısın kardeşim. Ben karşıyım. Neoliberalizm demek ülkenin varının yoğunun bir azınlık tarafından yağmalanması demektir. Böyle genel bir yanlış içinde şurada iyi var demek kadar saçma bir şey olur mu?

 

“AKP KUTSAL DEVLETİ YENİDEN RESTORE EDİYOR”

“Paradigmanın İflası” kitabınızda kapitalizm ve Kemalizm’i eleştiriyor, iflas edeceklerini söylüyordunuz. Bugün resmi ideoloji olarak Kemalizm’in bittiğini söyleyebilir miyiz?

Resmi ideolojide aşınma hızlandı, epey de bir yol kat edildi. Kemalizm eski gücünü kaybetti.

 

Bu anlamda iyiye gidiş var mı?

Gayet tabii. Kitabımın yayımlandığı 21 yıl öncesine göre resmi ideolojide önemli bir aşınma var. Bu çok olumlu çünkü resmi doğruların olduğu yerde adımını atamazsın, önünü göremezsin. Entelektüel, ideolojik planda rejimde bir iyileşme var ama kapitalizm bahsinde durum vahim.

 

Darbe davaları, soruşturmaları, resmi ideolojinin bitişi içinde görülebilir mi?

Soruyu şöyle sormakta fayda var: AKP’nin demokrasi diye bir sorunu var mı? Asla olamaz. Onların derdi direksiyona geçmekti. Aslında bizdeki siyasi partiler bir siyasi partiden çok şirkete benziyorlar. Şirketin de bir tek patronu var. Bunlar tek kişi partisi.

 

Bütün bunlar askeri vesayetin bittiğini göstermiyor mu?

Vesayetin öznesinden çok sana yansıyanına bakacaksın. Askeri vesayet başka vesayetle ikâme edildi; boşalan yer polisle dolduruluyor. Asıl resmi ideolojinin aşınmasında iki faktör belirleyici oldu. Kürt hareketinin kendini dayatması ve entelektüel planda yürütülen ideolojik mücadele. Tartışmalar, çıkan yayınlar, kitaplar… Bu devletin kirleriyle bu hükümetin hesaplaşması mümkün değil. Bu, kutsal devleti yıkmaktır. Oysa bunlar kutsal devletçi. Tuhaf bir laiklik anlayışı sonucu uygulamalardan zarar gördüklerini, denklemin dışına atıldıklarını düşünenlerin rövanşını yaşıyoruz. 150 yıllık tarihte 20-30 yıl arayla bu devletin restorasyonu yapılıyor. Şu anda da devlet AKP tarafından yeniden restore ediliyor.

 

Amaç demokrasi değil yani…

Cezaevlerinde 100’ün üzerinde gazeteci var. Hangi tarihte bu kadar oldu? “Bunlar gazeteci değil” diyorlar. Kim karar veriyor buna? Karşında canlı örnek var. Terörle Mücadele Kanunu’ndan iki kere hapse girdim. Ben içerdeyken ne diyeceklerdi? “Efendim o terörist olduğu için orada.” Şu anda bir sürü sendikacı hapiste. Türkiye’nin neresi demokratikleşiyor? Devlet kurumlarını kendi çıkarlarına göre dizayn ediyorlar. YÖK’e karşıydılar, 10 yıl oldu YÖK orada duruyor. Çünkü YÖK onların elindeyken çok gerekli.

 

Siz hâlâ bir davadan yargılanıyor musunuz?

Şu anda yok. 2005’ten beri yeni bir dava yok. En son davadan da beraat ettim.

 

Bana beş sene önce “Bir hükümet var, bir iktidar. Hükümetler çoğu zaman iktidarda değildir” demiştiniz. Şimdiki hükümet iktidarda mı yani?

O ikili yapı hâlâ var fakat aradaki açıklık kapanıyor. Yani hükümet artık duruma daha hâkim.

 

Yapının hükümetin dışında kalan ikinci kısmında kim var?

Eski konumunu muhafaza etmek isteyenler… Ama mesela orduyu büyük ölçüde denetim altına aldılar. Bizde sivil deyince bürokrasinin asker olmayan kanadı anlaşılıyor. Bu saçma. Bunların hiçbiri sivil değil. Orada bence 5-7-10 yıl önceye göre; devlet dairelerinin içindeki o ikili yapıda büyük bir değişiklik olduğunu söyleyebiliriz.

 

Yani hükümetin artık iktidar olduğunu söyleyebiliriz.

Büyük ölçüde evet. Tabii o ikili yapının diğer tarafı da boş durmuyordur.

 

-1 MAYIS 1997 TARTIŞMASI-

“HALİL BERKTAY, ROMA’DAKİ LİBERTUSLAR GİBİ”

1 Mayıs 1977’de neredeydiniz?

Ben de Taksim Meydanı’ndaydım.

 

Halil Berktay’ın başlattığı “solun iç çatışmasıydı” polemiği var. Siz ne gördünüz?

O dönem devletin ilgili birimleri tarafından zaten provokasyonlar planlanıyordu. Onlardan biri 1977 1 Mayıs’ında yapılan katliamdı. Sol içinde bir kamplaşma, fraksiyonlar arasında gerilim vardı tabii, bu ayrı şey, devletin 1 Mayıs katliamı ayrı şey. Yükselen sol hareketin önünü kesmek için yapıldı bu. Sonra başka katliamlar da oldu, Aleviler’e yönelik mesela.

 

Oraya gelen bazı grupların silahlı olduğu söylendi.

Onu bilemem. Ama ben tam Atatürk heykelinin altındaydım. Sol içinde gerginlik olduğunu, medyanın da bunu kullanmak için büyük çaba sarf ettiğini biliyordum. Ama oradaki olay sistematik biçimde önceden hazırlanmış bir katliam denemesiydi. Şimdilerde birtakım “eski solcu”nun, “liberalin” üretmeye çalıştığı senaryoyla orada yaşananların ilgisi yok.

 

“Sular İdaresi’nin üstünden ateş açıldı mı açılmadı mı” diye tartışılıyor. Siz oradan ateş edildiğini gördünüz mü? İlk kurşun nereden geldi?

O kadar önemsemiyorum bunu. Aradan geçen zamanda bunun tekrar katliamcı devleti aklayıcı şekilde gündeme geldiğini düşünüyorum. Birtakım eski solcu ve liberalin AKP’nin peşine takılmış olması tabloda bir değişiklik yaratmaz. Ayrıca Halil Berktay gibi eski solcular, Roma’daki libertuslar’a benziyor. Roma’da eskiden köle olup da azad edilen libertuslar en büyük köle düşmanıdır. Bu son tartışmaları solu kötüleme, itibarsızlaştırma hareketinin parçası olarak görüyorum.