Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’a belediye olarak yaptıklarını, sağlığını, HDP’yi, Nusaybin’e örülen duvarı sorduk. Demirbaş, “Bir duvar örülecekse hükümet öncelikle El-Kaide ile arasındaki ilişkilere örsün, halklara değil” diyor.

İşte, ‘Bir kişi bile kalsalar onların da bu kentte hakları var” diyerek çok kimlikli belediyecilik anlayışını özetleyen Demirbaş’ın anlattıkları…

AHMET RENAS / DEMOKRAT HABER

Konuşmalarınızda sık sık dile getirdiğiniz “Fatma Öğretmen zihniyeti” terimi var. Bunu biraz açar mısınız?

Türkiye’de, İttihat ve Terakki’nin iktidarlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan resmi bir ideoloji var. Bu anlayış, tek dil, tek kültür, tek din anlayışı ile ortaya çıkıp kendilerini farklı kimlikler, inançlar olarak tarif edenleri reddeden, inkar ve imha eden bir anlayış. Farklılıkları reddedilenler, buna isyan ettiler ve isyanla birlikte özgürleşmek istediler. Devlet de, baskı araçları kullanarak zaman zaman katliamlardan, soykırımlardan ve asimilasyon politikalarından bizleri geçirdi, göç ettirdi. Benim “Fatma Öğretmen zihniyeti” ile ifade ettiğim resmi ideolojinin kendisidir. Devlet bu gibi kişilere kendini ifade ettiriyor ve o kişiler de kendisinin bir uygulayıcısı olarak karşımıza çıkıyor.

“ÖĞRETMENLER RESMİ İDEOLOJİNİN SÖZCÜSÜ”

Bir Kürt olarak Kürtçe konuşuyordum ve okula başlarken başka bir dil bilmiyordum. Okul, resmi ideolojiyle buluştuğum ilk mekandı. Kendi kültürüm ve kimliğimle okula gittim. Resmi ideoloji bunu kabul etmediğini gösterdi. Bunu gösterirken de kullandığı araç şiddetti. “Fatma Öğretmen zihniyeti” timsalinde ortaya çıkan şey bu. Türkçe bilmediğim için okulda da Kürtçe konuşuyordum, Fatma öğretmen ise Türkçe bir şeyler söylüyordu, ben anlamıyordum ve o, beni kulağımdan tutup duvara çarptı. Resmi ideoloji işte böyle hep duvara çarparak bizi yok etmek istedi. Yok olmamak için direndik. 48 yaşına geldim, fakat “Fatma Öğretmen zihniyeti” aklımdan ve yaşamımdan hiç gitmedi. Ama hep o kaybetti. Ona karşı verdiğim mücadele, beni özgürleştirdi. Biz gelişmekteydik, o tükenmekteydi.

Mücadeleniz boyunca olumlu yönde bir örnek verebilir misiniz?

Elbette. Çok farklı örnekler de verilebilir. 1989 yılında, kızımın adını Berfin Ezgi koydum. Bu yüzden aleyhimde dava açıldı ve Kütahya’da yargılandım. O dönemde Bulgaristan’dan insanlar birtakım nedenlerden dolayı göç ettiriliyordu. Bu insanlar, isimleri ve yaşadıkları mekanın ismi değiştirildiği için Türkiye’ye göç ediyordu. Ben de devletime şunu sordum, “Bulgaristan’dan gelen insanlara sahip çıkan devlet, kendi yurttaşı olan bana bunu nasıl yapıyor? Bu nasıl bir çelişki?”

Mahkeme beraat kararı verdi ve kızımın adı da resmen onaylandı. 2007 yılında çok dilli belediyecilik kararı aldık. Ama maalesef devlet bizi görevden aldı. Bugün gelinen noktada ise bizi görevden alan devletin hükümeti bizim çok dillilik çalışmalarımızı uyguluyor.

Bir başka örnek ise, x, w, q harflerini kullandığımız için bizi mahkemeye çağırdılar. X, w, q harfleri için, “Eğer bu, suçsa Show TV’de de w harfi var, bakanlıkların resmi internet siteleri, örneğin www.adalet.org.tr sitesi de w ile başlıyor. Neden bu suç olmuyor da, biz yapınca suç oluyor?” diye sorduk. Buna rağmen bize ceza verildi.

2007 yılından itibaren farklı yerel dillerle yaptığınız belediyecilik hizmetleri, Türkiye toplumu için farklı bir anlayışın göstergesi oldu. Bu bağlamdaki projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Diyarbakır’ı tanıtan bir proje hazırladık, yedi dilde; Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Arapça, Rusça, İngilizce ve İbranice.

Kürtçe, Ermenice, Süryanice çocuk masalı kitapları hazırladık. ‘Serê şevê çîrokek, her mal dibistanek’ adlı bir toplumsal eğitim projesi hazırladık. Her geceye bir masal, her ev bir okul, dedik.

Buradaki amacımız şuydu: Devlet, bizim, anadilimizi öğrenmemizi engellemek için okulları bizlere kapatabilir, yasaklayabilir. Ama biz, kendi evlerimizi özgür okullara çevirerek anadilimizi öğreneceğiz, dedik. Yaklaşık beş bin aileye ulaştık. Ermenice, Süryanice, Kürtçe dil kursları açtık, anadilde eğitimi başlattık. Belediyemizde Kürtçe hizmet veren kreşler açtık. Eğitim Destek Evleri’mizde Kürtçe matematik, felsefe ve diğer dersleri veriyoruz. İlk Kürtçe felsefe dersini ben verdim.

Kentimizin girişine, Ermenice, Süryanice, İngilizce ve Kürtçenin Kurmancî ve Zazakî lehçelerinde tabelalar yerleştirdik. Bunlar ilkti ve böylece kentin kimliğini kente teslim ediyorduk. Bir sokağa Ermeni bir yazar olan Mıgırdıç Margosyan, Bir Süryanî ve bir Kürt’ün yani, Naim Faik Pala ve Ahmed Arif’in isimlerini verdik. Bu üçünün kitaplarını Kürtçe, Ermenice, Süryanice, İngilizce dillerinde basarak yayınladık.

Bu kent, farklı kültürlerin ve kimliklerin kentidir, bunu yapmalıyız. Ortak Vicdan Anıtı’nı Ermeni, Süryani, Keldani, Alevi, Êzidî, Rum, Yahudi ve gerçek Müslümanların yaşadığı acıları ortaya koymak, tarihsel özeleştirisini yapmak için yaptık ve çalışmalarımıza devam ediyoruz. Umuyorum, önümüzdeki dönemde daha önemli bir çalışma daha yapacağız.

Çok dilli belediyecilik uygulamasından ötürü 2009’da görevinizden uzaklaştırıldınız. Bugün aynı sorunlarla karşılaşıyor musunuz?

Biz, belediyeye personel alırken, bir İngiliz vatandaşı nasıl İngilizce biliyorsa, bir Fransız vatandaşı nasıl Fransızca biliyorsa bu topraklarda yaşayan vatandaşların da Kürtçe, Ermenice ve Süryanice dillerini bilmesi gerektiğini ve böylece daha nitelikli bir hizmet verebileceğini düşünerek bu dillerden herhangi birini bilme koşulunu getirdik. Bu sebepten ötürü anayasanın eşitlik ilkesine aykırı davrandığımız gerekçesiyle hakkımızda dava açıldı.

Zafer tarihte gizlidir. Bize kaybettirilmek istenen tarih geçmiştedir. Biz, kaybettiklerimizi ancak kaybettiğimiz yerde ararsak bulabilir ve kazanabiliriz. Geçmişten beri sistemler ve egemenler, bizim farklılıklarımızı yok etmek için katliamlar ve soykırımlar uyguladı. Öyleyse biz, yine tarihe inip özeleştiri yaparak geleceği yeniden kurmaya çalışmalıyız.

“BİR KİŞİ BİLE KALSALAR ONLARIN DA BU KENTTE HAKLARI VAR”

Diyarbakır’da, şu anda bir Êzidî ailesi var. Bunun için Êzdî evi açıyoruz. Ermeni sayısı diyelim ki 200, onlar için de dil kursu açtık ve kiliselerini restore ediyoruz. Diyelim ki 20-25 Keldani-Süryani ailesi var. Keldaniler için Katolik Kilisesi’nin, Süryaniler için Meryem Ana Kilisesi’nin restorasyonunun yarısını karşılayıp dillerini öğrenebilmeleri için kurslar açıyoruz.

Ayrıca Romanlar yani özgün isimleriyle Domaniler var. Domanilerin gelişip güçlenebilmeleri için onların örgütlenmesine önayak olup onları, dernek çatısı altında birleştirdik ve dillerini öğrenebilmeleri için destek oluyoruz. Bunun gibi, ötekileştirilmeye çalışılan herkese sahip çıkıyoruz. Çünkü bu kentte, onların da belediye başkanıyım. Yani, burada bir kişi bile kalsalar onların da bu kentte hakları var. Çünkü Kürtler, Ermeniler, Süryaniler ve diğer halklar, bu toprakların kadim halklarıdır ve biz, burada bir arada birlikte yaşamalıyız.

“ONLAR ÖZGÜRLEŞMEDEN BEN DE ÖZGÜRLEŞMEYECEĞİM”

KCK soruşturmaları kapsamında 2009 yılında gözaltına alınıp tutuklandınız. Sağlık sorunlarınız vardı ve yurtdışına çıkış yasağı yüzünden tedavi olamıyordunuz. Sağlık durumunuz şu an nasıl?

Tedavi olmaya çalışıyorum. Moralimi iyi tutmaya çalışıyorum. Bana göre hastalıkların temelinde moral de önemli. Yapmam gereken çok iş ve mücadele edilmesi gereken çok şey var. 2009 yılında KCK’nin yöneticisi olarak yargılandım, tutuklandım. Şu anda tutuksuz olarak yargılanıyorum. Ama arkadaşlarım hâlâ cezaevinde. Onlar özgürleşmeden ben de özgürleşmeyeceğim.

Şu an hakkınızda açılmış 72 dava ve 489 yıllık hapis istemi var…

Çetelesini tutmuyoruz. Bir yasa çıkıyor, bazı davalarımız ortadan kalkıyor, bir bakıyorsunuz bazı şeyler için de yeniden dava açılmış. Dava sayısını artık biz de takip edemez olduk. Öte yandan dosyası düşen davalarımızın olduğu da söyleniyor. Şu anda benim bildiğim 70 dava var. Mesela geçen Cuma günü gidip yeni bir ifade verdim. Davanın ne zaman ve ne için açıldığını bilmiyoruz. Belediye Meclisi’nde, “Tabelalarını çok dilli yapanlardan tabela ücretinin yarısını almayacağız” dedik. Bundan dolayı bize dava açılması için izin vermişler. Hükümet demokratikleşme paketiyle x, w, q yasağını kaldırdığını söylüyor. Öte yandan biz böyle bir karar aldığımız için dava yolu açılıyor.

Türkiye, Halkların Demokratik Partisi (HDP) adında yeni bir siyasi partiye sahip oldu. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de ciddi bir muhalefet eksikliği var. Farklı kimlik, anlayış ve düşüncelerin bir araya gelmesini sağlayacak bir oluşuma ihtiyaç var. HDP bir başlangıçtır. Önemli ve umut verici bir başlangıçtır. HDP’yi, tüm kesimlerin muhalefetini toparlayacak bir oluşum olarak değerlendiriyorum. Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından olumlu katkıları olacağını düşünüyorum. Kürt muhalefeti, Türkiye’deki muhalif güçlerle bir araya gelip Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesini yürütme konusunda kararlıdır. 21 Mart’ta Sayın Öcalan’ın, “Silahlı mücadeleden demokratik siyaset mücadelesine evriliyoruz” çağrısından sonra HDP, hem Kürtler hem Türkiye demokrasisi açısından çok önemlidir.

HDP’nin kısa dönem hedefleri konusunda neler düşünüyorsunuz?

Özellikle kısa vadede, biliyorsunuz seçimler var. Türkiye’de Batı’da HDP listelerinden girecek olan adaylar Türkiye demokratikleşmesine yeni bir umut açacaklar ve bu umut ışığı da giderek büyüyecek. Daha sonra ise genel seçimler var. Ama HDP’nin temel amacı seçim değildir. Biz, seçimden öte Türkiye’deki demokrasinin gelişmesini, halkların ve inançların arzuladığı bir Türkiye’de yaşama projesi olarak değerlendiriyorum.

“BARIŞ, O KADAR GÜZEL VE TATLI Kİ”

‘Demokratikleşme Süreci’ hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Ben, bütün olumsuz gelişmelere rağmen pozitif bir dönemin geleceğine inanıyorum. Çünkü artık Türkiye’deki halklar, barışın meyvesini yemiştir. Bugün 9-10 aydır herhangi bir gerilla ve asker cenazesinin gelmemesi pozitif bir şeydir. Barış, o kadar güzel ve tatlı ki iktidarlara bırakılmayacak kadar önemli ve değerlidir. İktidarlara rağmen barışı gerçekleştireceğiz. Bu konuda hükümeti de zorlamalıyız, adım atmaya çağırmalıyız. Oyalayıcı bir tarz ve zaman kazanma taktikleri kabul edilemez.

“DUVAR ÖRÜLECEKSE EL-KAİDE’YE ÖRSÜN, HALKLARA DEĞİL”

Rojava sınırında inşa edilen bir duvar var ve BDP Nusaybin belediye başkanı Ayşe Gökkan bunu protesto etmek için açlık grevine başladı. Bu konuda neler söylenebilir?

21. yüzyıl artık ulus devlet mantığının ve sınırların anlamsızlaştığı bir dönem. Bu kadar sınırların anlamsızlaştığı bir süreçte kalkıp sınırlara duvar örmek, aynı halktan insanlar arasına duvar örmek utanç verici. Aslında bu, şunu gösteriyor; Egemenler, Rojava’daki devrimden korkuyor. Hiçbir duvar insanların özgürlük inancını engelleyemeyecektir. Bence bir duvar örülecekse hükümet öncelikle, El-Nusra ve El-Kaide ile arasındaki ilişkilere örsün, halklara değil. Yani El-Nusra ve El-Kaide’ye desteğini çeksin. Onlara sınır tanımayan devlet, özgürlük isteyen halklara sınır koyamaz. Buna gücü yetmez.