Arzu Demir –ANF / İstanbul

Mehmet Bekaroğlu, AKP ve Başbakan Erdoğan'ın 28 Şubat'ın en önemli ürünü olduğunu belirterek, “Şimdi vesayet kurumlarını Ak Parti ele geçirdi, kendi adamlarını buraya atadı. Bunlar da kendi istedikleri gibi yönetiyorlar. Ak Parti'nin kurumlarla değil, kurumların içindekilerle sorunu vardı’’ dedi

AKP'nin kısa sürede iktidar gibi davranmasına şaşırmayan Bekaroğlu, “Ak Parti'nin iktidar gibi davranmasına, "devrimci, reformcu" ruhunu kaybetmesine kimse şaşırmasın. Çünkü, öyle bir ruhu yoktu. Sadece geçici bir süre böyle davrandılar” diye konuştu. Bekaroğlu, Kürt sorunu konusunda ise Tayyip Erdoğan’ın çok yanlış bir yolda olduğuna dikkat çekti.

Halkın Sesi Partisi (HAS Parti) İstanbul İl Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu, 21. dönem Refah Partisi'nden milletvekili seçilerek aktif siyasete girdi. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeliğinde bulunan Bekaroğlu, Milli Görüş çizgisinde bulunan Fazilet ve Saadet partilerinde de çeşitli görevlerde bulundu. Ekim 2010'da Saadet Partisi'nden istifa ettikten sonra Numan Kurtulmuş başkanlığında kurulan HAS Parti'nin kurucuları arasında yer aldı.

Bekaroğlu, AKP ve AKP'nin Kürt sorunu ile ilgili politikasına ilişkin sorularımıza yanıt verdi.

* Başbakan Erdoğan ve temsil ettiği siyasetin 28 Şubat'tan bu yana geçirdiği evreye dair neler söyleyebilirsiniz?
- 28 Şubat, "post-modern darbe" olarak tarihe geçti. 28 Şubat'ta sadece bir hükümet düşürülmedi. Uluslararası bir proje olarak yeni bir hükümet de inşa edildi. Erbakan hükümeti düşürüldü ama Tayyip Erdoğan inşa edildi. 28 Şubat'ın en belirgin ürünü Ak Parti ve Tayyip Erdoğan'dır. Sistem tarafından tehlikeli görülen Erbakan ortadan kaldırıldı. O zaman bir Batılı diplomat 'Erbakan'ı gömeceğiz, üzerine beton dökeceğiz' demişti. Aynen öyle oldu. Ama Erbakan'ın partisinin içinden Erdoğan ve AK Parti çıkartıldı. Çok sayıda insanın mağdur edildiği, onbinlerce öğrencinin okuluna gidemediği, kasabından manavına fişlendiği, insanların işinden atıldığı günler. 12 Eylül gibi işkencelerle insanlar cezaevlerine doldurulmadı ama post-modern işkenceler uygulandı.

LİBERAL AYDINLAR DA AKP'YE YOL GÖSTERDİ
* AKP, 28 Şubat'a bir karşı çıkış değil, ürünü yani...
- 28 Şubat'ta muhafazakar, mütedeyyin çevreler her şeylerini kaybetti. Müthiş bir korku ve paniğe kapıldılar. Denize düştüler ve yılana sarıldılar. Bir taraftan yok edilirken, diğer taraftan da 'Şöyle olursanız ayakta kalırsınız' denildi. "Milli Görüşçü"ler değiştirilip dönüştürülürken, kendilerini liberal-demokrat olarak tanıtan aydınlar da bu işe ebelik yapıp, Ak Parti'ye sürekli şekilde yol gösterdiler.

AKP'NİN DÜN İLE BUGÜNÜ ARASINDA TEMEL FARK YOK
* AKP, "değişim" söylemini çokça kullandı. Ortaya çıkarken kullandığı bu söylem ve bugünkü uygulamalarını karşılaştırdığınızda ne söyleyebilirsiniz?
- Çıkarken ortaya koyduğu söylem ile bugün arasında bana göre temel bir fark yok. Ak Parti, hakikaten denize düşenlerin partisi olarak kuruldu. Bir şekilde yılana sarıldılar. İçerdeki vesayet güçlerine karşı uluslararası dengeleri kullanarak ayakta durmaya çalıştılar. Ak Parti'nin yaptığı şey budur. İktidarda yerleşmeye başladıktan sonra iktidar gibi davranmaya başladı. Bu doğal bir şey. Çünkü Ak Parti'nin ya da Ak Partili arkadaşların demokrasi taleplerinde Türkiye'yi bütün kurumlarıyla demokratikleştirmek yok, "Kurumları biz yönetirsek iyi olur" anlayışı var. Ayrıca rövanşist bir anlayışa sahipler; 'Bu kurumlara yıllarca biz yanaştırılmadık, insanlarımız istifade edemedi, bu kurumları biz elimizde tutalım, biz yönetelim. İyi şeyler yaparız, bizim insanlarımız da yararlanır' diye yaklaştılar. Cumhurbaşkanlığı, MGK, YAŞ'a da böyle yaklaştılar. Bu sakat bir yanlıştır.

Bir anımı paylaşmak istiyorum. 28 Şubat günlerinde Ankara'da yabancı misyonun da davet edildiği bir ev yemeğinde bulundum. O günlerde insan hakları alanındaki çalışmalarım nedeniyle Fazilet Partisi'nin "aydınlık yüzü" olarak görülüyorum. İyi tanıdığım bir bayan gazetecinin elini sıkmadım. 'Ben sizi demokrat biliyordum, siz ne biçim insansınız' dedi. El sıkmayı, Batılı gibi davranmayı demokratlık olarak görüyor. Türkiye aydınının problemi de bu. Ak Parti'ye de telkin edilen buydu. Ak Parti'nin iktidar gibi davranmasına, "devrimci, reformcu" ruhunu kaybetmesine kimse şaşırmasın. Çünkü, öyle bir ruhu yoktu. Sadece geçici bir süre böyle davrandılar.

AKP’NİN KURUMLALRA DEĞİL KURUMLARIN İÇİNDEKİLERLE SORUNU VAR
* Mesele sadece bahsettiğiniz "iyi niyetli" durum mu? Başbakan Erdoğan'ın bir konuşmasını hatırlayalım. "Hükümet olduk, iktidar olamadık". Bugün ise AKP'nin devletleştiği ya da devletin AKP'lileştiği yorumları yapılıyor.
- Doğru. Aynı şeyleri söylüyoruz. Ak Parti'nin kurumlarla değil, kurumların içindekilerle sorunu vardı. 'Biz gelirsek, o işi çözeriz' dediler. İyi niyetli diyorum. İyi niyetle olmayabilir, ele geçirme düşüncesi de olabilir. Bilemiyorum. İyi niyetle geldiklerini düşünelim. Bütün kurumlarda varlar, iktidar oldular ve iktidar gibi davranmaya başladılar. Onları iktidara taşıyanlar, şimdi kendi istediklerini yapmıyorlar diye niye şaşırıyorlar ki! Türkiye'de herkes kendine demokrat! "Milli Görüş"ün içindekiler, Türkiye'deki diğer siyasi hareketlerin "hastalıkları"ndan arınmış değiller. Orada da milliyetçilik, devletçilik, ayrımcılık, bir sürü şey var.

VESAYET KURUMLARINI AKP ELE GEÇİRDİ
* Sizden önce Mehmet Altan'la görüştüm. “Askeri vesayet yerini sivil vesayete bıraktı” diyor. Siz bu görüşü paylaşıyor musunuz?
- Mehmet Altan'ın bu şekilde ifade ettiği fikri ben şöyle ifade ediyorum: Vesayet kurumları yerinde duruyor. Dün bu kurumların içinde sivil-asker başkaları vardı. Şimdi vesayet kurumlarını Ak Parti ele geçirdi, kendi adamlarını buraya atadı. Bunlar da kendi istedikleri gibi yönetiyorlar. Bir de sağ siyasi eğilimlerde bir problem var. Buna "milli irade" fetişizmi diyebiliriz. 'Halk bizi seçti, her şeyi yapabiliriz'. Öyle bir şey yok. Biz halk adına yönetiyoruz. Halk sizi seçti diye, insan haklarını askıya alacak bir anayasa yapamazsınız. Ama bu "milli irade" fetişizmi, Erdoğan'da iktidara yerleştikçe artıyor.

* Kimi sol-sosyalist yayınlarda AKP'nin sınırlarına dayandığı yorumları yapılıyor. Siz ne diyorsunuz?
- Ak Parti ekonomik olarak müthiş bir ekonominin üzerine oturdu. Dünyada likidite fazlası, para gidecek yer arıyordu. O parayı bir taraftan yandaşına dağıtırken halkın da gündelik hayatını kolaylaştıracak kırıntılar attı. Halk, 10 yıldır Ecevit hükümeti ile karşılaştırıyor, daha iyi olduğunu düşünerek, Ak Parti'ye oy veriyor. Burası bir dönüm noktasına geldi. Dünya finans krizi yaşıyor, sıcak para gelmeyecek artık. Erdoğan da Türkiye ekonomisini yapısal bir şekilde değiştirecek, üretimi artıracak ve adaletli bir dağıtım sağlayacak bir model kurmadı. Orada tıkandı. Demokrasi konusunda da iktidar gibi davranmaya başladı. Bu durumda da halk rahatsız olmaya başladı. Ak Parti, üç seçimdir 'Anayasayı değiştireceğiz, sivil ve demokratik bir anayasa yapacağız' diyor. Bırakın bu parlak lafları? Ne yapacaksınız? 4 partinin uzlaşarak Türkiye'nin temel sorunlarını çözecek bir anayasa yapacağına inanıyor musunuz? 3 temel sorun var: Eşit yurttaşlık, adem-i merkeziyetçilik, adaletli dağıtım. Erdoğan bu anayasayı MHP ve CHP ile yapamaz. BDP ile yapması gerekir. Ancak Erdoğan'ın ideolojisi, refleksi buna izin vermiyor. Erdoğan, bir taraftan "kötü Kürtler"i imha edip, "iyi Kürtler" ile biraz iş yapacak.

AKP'DE ŞAHİNLER ETKİLİ
* AKP, Kürt sorununda resmi politikanın dışına çıkabildi mi sizce?
- Başbakan Erdoğan, 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşmada, “Bu devlet yanlış yapmıştır, devlet adına özür diliyorum. Kürt meselesi benim meselemdir, bu meseleyi çözeceğim” demişti. Müthiş bir konuşmaydı. O konuşmayı duyunca, 'Biz tükürdüğümüzü yalamayalım ama siyaseti bırakalım' diye düşündüm. Ama bu konuşmadan 3 ay sonra, aynı Erdoğan, "tek millet, tek devlet, tek dil" diye bağırıyordu. Hangi Tayyip Erdoğan? Ak Parti'nin içinde iki tane kanat var. Erdoğan, zaman zaman bu kanatlardan birinin ağırlıklı olarak etkisine giriyor. 2005 ve sonrasında -buna yapılan görüşmeler de dahil- Erdoğan daha yumuşak “güvercin” diyebileceğimiz bir kanadın etkisindeydi. Ama son zamanlarda gördüğümüz Tayyip Erdoğan ise bambaşka.

ŞAHİNLERDEN YANA OLDUKLARI ANLAŞILIYOR
* Bugün açısından Gülen cemaatinin mi etkin olduğunu düşünüyorsunuz? Bununla bağlantılı olarak, 2005'ten dönüşüm nasıl başladı?
- Gülen cemaatinde kim ne konuşuyor, Fethullah Gülen ne diyor? Bunları bilmiyorum. Ancak Zaman gazetesi, Samanyolu televizyonu gibi yayın organlarında, hükümetin şu anda uyguladığı ve zaman zaman 1990'lı yılları hatırlatan politikaları, yoğun bir şekilde destekliyorlar. Şahinlerden yana oldukları anlaşılıyor. Ne zaman değişti, dönüştü ve niçin dönüştü? Sadece hükümeti tartışarak sonuca ulaşamayız. Burada Kürt siyasetini de tartışmak lazım. 1990'lı yılları hatırlatan hükümetin uygulamaları, seçim döneminde çok sertti, onu seçime bağladık. Her iki taraf çok sert siyaset yaptılar. Bunu seçime bağladık. Ama seçimden sonra -Temmuz'da Silvan'daki olaylardan sonra- hükümet bu tutuma geçti. Görüşmeler niye kesildi? Niye bunlar oldu? Ben şiddetle, nefretle ne hükümetin ne de Kürt siyasetinin bu meseleyi çözebileceğine inanmıyorum artık. Bu aşama geçildi. Kapalı kapılar arkasında da olmaz. Bırakın İsviçre'de görüşmeyi, oturun Türkiye'de görüşün. Türkler de Kürtler de artık bu noktada bence; bu iş çözülsün. 'Silah Kürtlerin sigortasıdır' değerlendirmesini yanlış buluyorum. Kürtler 'Biz silah bırakıyoruz' dese, devletin, Ak Parti'nin eli ayağı birbirine dolanır. Çünkü bildikleri yöntem sertlik ve silah...

* İyi de, Kürt hareketi bunu zaman zaman denemiyor mu?
- Denemediler.

* Habur Girişimi neydi peki?
- Bence Habur'u taraflar çok kötü kullandılar.

* Habur öncesinden de iki kez barış grupları gönderdiler. Devlet bu kişileri cezaevine koydu.
- Bunlar halk tarafından da taraflarca da yoklama, siyaset olarak algılandı. Ben başka bir şeyden söz ediyorum. Kürtler 'Hiçbir şart koymadan, ön görüşme yapmadan silahı bırakıyoruz' dese, eğer amaç birlikte yaşamaksa. Farklı şeyler de düşünülebilir. Kürtlerin ayrı yaşama isteği varsa, bunu da normal karşılıyorum. Ben bir Müslümanım. Ümmetçiyim. Ümmetin birliğinden yanayım. Türkler, Araplar, Farslar kuruyorsa, Kürtler niye kurmasın ki?

TANSU ÇİLLER REFKLEKSİ
* Uludere'yi yakın bir zamanda yaşadık. Orada ne oldu sizce?
- Uludere'de esas olan, 100 seneden beri devam eden inkarcı, Kürt meselesini güvenlik politikaları çerçevesinde gören anlayışın çok doğal bir sonucu. Bir savaş yapıyorsanız, bu savaşta kaza da olur, kasıt da. Yabancı örgütler de işin içine girer. Uludere'den bir hafta önce, iki tesisatçı ellerindeki boru silah sanılarak öldürülmedi mi? Yazın Kastamonu'da iki çocuk PKK'li sanılarak üç saat ateş altında tutuldu. Uludere'nin katilleri kimler? Sınırları koyanlar, halkı kaçağa gitmeye mecbur edenler, bu pis savaşı bugüne kadar devam ettirenler sorumludur. Çok belli ki devlet bir şekilde bu katliamı yaptı. Başbakan bu olayda, daha önceki başbakanlar hatta Tansu Çiller gibi müthiş bir devlet refleksi gösterdi. Örgütlü bir şekilde olayın üzerine gidilmiyor. Başbakan çık bir özür dile. Kendi vatandaşların öldü. Bu büyüklenme niye? Bu ayrımcılık değil mi?

* Sizin bu çizdiğiniz devlet refleksi, az önce konuştuğumuz PKK konusuna dair yeniden birkaç soru soruyu aklıma getirdi. PKK bir sonuç değil mi?
- Kesinlikle.

* Bu durumda sonucu ortadan kaldırmak, sorunun çözümü anlamına nasıl gelecek?
- Şöyle diyorum…

* Sorun devletin uyguladığı şiddet mi yoksa PKK'nin kullandığı şiddet mi?
- Şiddetin kendisi sorun. PKK devlet gibi davranıyor. Geçmişte buraya nasıl gelindi, ben bunu tartışmıyorum. Kürtler, 'Böyle bir silahlı mücadele vermeseydik, buraya gelemezdik' diye düşünebilirler. Bu ayrı bir tartışma konusu. Benim dediğim şey; bu saatten sonra Kürtlerin eşit yurttaşlığı temelinde birlikte yaşamak isteniyorsa, bu silahla elde edilmez. İkincisi, bu devletin bütün hafızası şiddet üzerinden gidiyor. Eğer, PKK, buradan çekilirse, hükümet ve devletin ezberi bozulur, şaşırırlar. Ondan sonra masaya oturmaktan başka çaresi kalmaz. Geçmişte silah bırakmadılar, geri çekildiler, ateşkes yaptılar.

* Bunların karşısında devletin daha fazla saldırganlığı ile karşılaştılar, öyle değil mi?
- Bunların sonu yok diyorum. Burada Kürtler Türkleri, Türkler Kürtleri öldürerek bitiremezler. Buradan adam öldürmekle, şiddetle terör yapmakla - PKK terörist bir örgüt, terör yöntemlerine de başvurmuştur- olmaz.

* Bu söylediklerinizde itiraz ettiğim nokta şu: Şiddeti ya da Kürt isyanını doğuran devletin politikasıysa, çağrınızın ilk muhatabının devlet olması ya da ilk adımı atanın devlet olması gerekmiyor mu?
- Devlete bin defa çağrı yaptık. Devlete diyorum ki; bu kafayla bu işi çözemezsiniz. Tayyip Erdoğan çok yanlış bir yoldasın. PKK bildiğin bir ‘’terör’’ örgütü değil. Bu örgütün desteklediği parti 3-4 milyon oy alıyor. Elbette devlete çağrı yapıyoruz. Ama 'asker silah bıraksın' diye bir şey olmaz.

* Ben de onu demiyorum zaten. Operasyonlara son vermesinden bahsediyorum.
- Operasyonların durdurulmasını defalarca söyledik. Ama, PKK ya da Kürt siyaseti, nihai gelinen yerde “Demokratik bir Türkiye", "Demokratik özerlik istiyoruz" ise mesele, bu saatten sonra silahla olmaz.