Selma Kara / Demokrat Haber Kayseri

Yrd. Doç. Dr. Bülent Uçar, son zamanların çok tartışılan ‘başkanlık sistemi’ konusunu şöyle değerlendiriyor: “SORUN SİSTEM DEĞİL, ZİHNİYET”

Uçar, “Bizde daha ziyade krallığa, tek adamlığa yakın bir sistem istiyorlar. Bizde başkanlık sistemi uygularsak, bu sistemi mumla ararız” diyor.

Başkanlık sistemi tartışmaları bir süredir gündemimizde idi ama 7 Haziran seçimi öncesinde daha çok duyar olduk. İlber Ortaylı’nın, “Ne başkanı ya, burası Uruguay mı yani yürümez.” sözleri üzerine daha da popülerleşen tartışma artık her kesimin belleğinde yer etmeye başlayınca, kavram kargaşası da kaçınılmaz oldu. Dillere çokça pelesenk ettiğimiz ‘parlamenter sistem’ ve ‘başkanlık sistemi’ni uzmanına soralım dedik ve Melikşah Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Uçar’a başvurduk.

Cemaate yakınlığı ile bilinen Boydak Holding’in, kuruluşundan bu yana desteklediği bir üniversitenin akademisyeni olmasından dolayı mı böyle cesurca konuştuğunu çözemediğim Yrd. Doç. Dr. Uçar, kavram kargaşasına neden olan konuları, akademik dilin o boğucu havasından uzak durmaya çalışarak, daha ziyade güncel politikalar üzerinden, üstelik de çok cesurca değerlendirdi…

İLAN EDİLMEMİŞ YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ UYGULANIYOR

Biz doğrudan doğruya parlamenter sistemi uygulayan bir ülke miyiz, yoksa bir takım farklı uygulamalar söz konusu mu?

O konuda çok şüphe yok. Özellikle 1961 Anayasası, tamamen parlamenter sistemi destekleyici ve sistemin Türkiye’de uygulanmasını sağlayacak çerçeveyi oluşturan bir anayasa idi. Ama 1982 Anayasası bu durumu değiştirdi. Gücü daha ziyade parlamentodan aldı ve cumhurbaşkanına verdi. Çünkü parlamenter sistemin en önemli özelliği cumhurbaşkanının zayıf olması. Bu sistemde siyasal kararların parlamentoda alınıp orada bitirilmesi önem arz etmekte. Ama 82 Anayasası’nda cumhurbaşkanının, neredeyse ‘yarı başkanlık sistemi’ne varacak şekilde yetkileri ve sistem içindeki gücü artırılmıştır. Anayasa mahkemesinin üyelerinin birçoğunu, YÖK’ün üyelerinin önemli bir kısmını, bütün üniversitelerin rektörlerini kim atıyor?

61 Anayasası’nın daha demokratik görünmesinin en önemli nedenlerinden biri bu olsa gerek.

Elbette. Orada kararlar Meclis ve hükümet tarafından alınıyor, cumhurbaşkanının pozisyonu sadece onaylamak.

O halde buna tam olarak parlamenter sistem demek mümkün değil.

Yine parlamenter sistem. Çünkü anayasa öyle tanımlıyor, yasalar bu şekilde, cumhurbaşkanına tarafsızlık ve sorumsuzluk veriyor, yine hükümet parlamentoya karşı sorumlu ve hükümetin kurulmasında her ne kadar yetkiyi cumhurbaşkanı verse de çok dahil olmuyor, parlamentodan destek almak zorunda.

Peki pratikte anlattığınız gibi mi?

Pratikte böyle ama cumhurbaşkanının yetkileri 82 Anayasası ile şüphesiz artırılmış. Özellikle 2007’de çıkarılan cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yasası ile esasen ilan edilmemiş bir yarı başkanlık sistemi var gibi duruyor. Fakat, yasalar bu sistemi desteklemiyor. Çünkü, yarı başkanlık sistemi uygulanan ülkelerde, özellikle Fransa’da, devlet başkanı bakanlar kuruluna başkanlık yapar. Bizde ise cumhurbaşkanı olmadığı zaman ancak başbakan bakanlar kuruluna başkanlık yapabilir. Yine devlet başkanı parlamentoyu feshetme, hükümeti azletme yetkisine de sahiptir sebep göstermeden. Ama bizde öyle bir şey yapılması mevcut yasalar çerçevesinde söz konusu değildir. Fransa’da cumhurbaşkanı olağanüstü hal ilan eder ve olağanüstü yasaların çıkarılmasına dahil olabilir. Fakat bizde öyle bir şey yapamaz.

“BEN YAPTIM OLDU” SİSTEMİ

Peki, bunun yasalarda olmaması ama pratikte bir takım uygulamalarının olması görev çatışması doğurmuyor mu?

Doğuruyor. Kendi partisinden olmasına ve aynı kökenden gelmesine rağmen, başbakan ile cumhurbaşkanı arasında bir takım çatışmaların olduğunu görüyoruz. Cumhurbaşkanı, “Ben sıradan bir cumhurbaşkanı değilim, halk tarafından seçildim, seçilirken de halka bir takım sözler verdim.” mantığı ile başbakana dikta etmek istiyor. Nitekim cumhurbaşkanı meydanlarda bunları söyledi. Ama bir taraftan da anayasaya göre sorumsuz. Şimdi, sorumsuz bir adam sorumluluk gerektiren bir takım sözler veriyor.

Söylediklerini yapmak zorunda değil dolayısıyla.

Dolayısıyla yapmak zorunda değil ve yaptığında da hesap vermek durumunda değil. Ama parlamenter sistemde bir şey yaptığınızda hesap verirsiniz; hatta haddinizi ve yasaları aşmış iseniz, gider bu sefer mahkemelere hesap verirsiniz. Ama cumhurbaşkanının öyle bir durumu yok; vatana ihanet dışında herhangi bir kuruluşa hesap vermek zorunda değil. Ve bizde maalesef hesap verme kültürü de çok gelişmiş değil. Herkes başına buyruk, herkes ‘ben yaptım oldu’ havasında. Bu da çatışmalara yol açıyor. Şu anda kulis haberlerinden görüyoruz ki, aynı partiden gelmelerine rağmen başbakanın da gidişattan memnun değil.

Erdoğan’ın 7 Haziran öncesinde yapılan mitinglerde parti başkanı gibi vaat vermesi de bunun sonucu öyleyse.

Evet. Çünkü diyor ki, ben halk tarafından seçildim ve halk beni seviyor. Hakikaten sevin ya da sevmeyin, karizmatik bir şahsiyet ve onun için kendini ortaya koyacakların sayısı da az değil. Dolayısıyla, anayasada belirlenmiş sınırlar benim için yetersiz, yetersiz çünkü halk beni yüzde 52 ile seçti, halkın benden bir takım beklentileri var ve “Ben onlara daha iyi bir Türkiye vaat ettim, o nedenle bir kenarda oturamam; sizin getirdiğini yasaları onaylayan noter pozisyonunda olamam, daha etkili olmak durumundayım” diyor. Ama işte, mevcut yasalarla bunu yapması mümkün değil. Bunu bir ölçüde halk da kabullendi, bunun dışında parlamentodaki partiler de, “Artık haddini, sınırlarını aşma, devleti temsil eden cumhurbaşkanı olarak senin yasalara bağlı hareket etmen gerekir” diyor. Cumhurbaşkanı fonksiyonu belli bir devlet kültürünü içinde barındırır ve o devletin sürekliliğini temsil eder.

Parlamenter sistemde hakim olan erklerin görüşleri falan değil de oradaki sistem değil mi ama.

Zaten Türkiye’deki sorun sistemsizlik. Her gelen kendi sistemini getirmeye çalışıyor. Mesela Amerika’da cumhuriyetçiler ve demokratlar biçiminde iki ana akım var. İktidara cumhuriyetçiler de demokratlar da gelse çok bir şey değişmiyor; tüccarın, sanatçının, öğretmenin, polisin, askerin günlük hayatı çok değişmiyor. Çünkü sistem oturmuş ve o sistem içerisinde iktidarların yeri bellidir.

BALIK BAŞTAN KOKMUŞ…

Parlamenter sistemde hakim olan sistemin gücü ise, biz Türkiye’de nasıl bu sistemsizliği ortaya çıkarabilmişiz, kırılma noktamız nerede başlıyor?

Sistemsizlik devletin esasların ve ilk kuruluşundan kaynaklanıyor. Devlet, Türkiye’de mevcut halkı olduğu gibi kabul edip, halkın günlük işlerinin iyi yürümesi için kurulmadı, yeni bir millet yaratacağız fikrinden ve ideolojisinden dolayı, devlet Türkiye’de, günlük işlerinin kolaylaştırılması ve yaşam şartları iyileşsin diye değil; insanların Batılılaştırılıp evrimleştirilmesi için bir araç olarak kullanıldı, hala daha öyle kullanılmakta.

80 küsur yıl geçmiş aradan, böyle bir devlet geleneğini var etmek mümkün mü?

Düzeltmek mümkün. Devletin devlet olması için yeni bir takım düzenlemelerin yapılması lazım. Anayasadan başlayıp, halkın da kültürü haline getirilmesi lazım ki, bu bir gecede olacak bir olay değil. Çünkü bakıyorsunuz bu ülkede Aleviler şikayetçi, Kürtler şikayetçi, bazen bakıyorsunuz Sünniler şikayetçi, Balkanlardan gelmiş olanlar, Arap asıllılar, herkes şikayetçi… Ama farkında iseniz, millet birbirinden şikayetçi değil, bir tek kurumdan şikayetçi. O kurum da, devlet. Devlet her şeyi dizayn eden; karınla olan ilişkini, kaç çocuk yapacağını, hangi işte çalışacağını, ne kadar vergi vereceğini belirleyen bir kurum. Ki vergi önemli sorunlardan birisidir; devlet sizin gelirinizin önemli bir kısmını sizden alıyor. Özel piyasa gelişmediğinden dolayı, üniversiteden mezun olan bütün çocuklar bağırıyor, “İş yok, iş yok” diye. Herkesi de devlet işe alamaz ki kardeşim, akıl var mantık var. Özel sektör de güçlü değil…

“DEVLETTE ÇALIŞSAM SÖYLEMEZDİM”

Bir akademisyen olarak bunları söylemekten çekinmiyor musunuz?

Hayır. Devlette çalışmadığım için çekincem yok.

Devlette çalışmış olsa idiniz durum değişir miydi?

Daha değişik olurdu tabi. O zaman daha dikkat edeceksiniz, suya sabuna fazla dokunmayacaksın ama benim için sorun değil. Devletin bugünkü halinden çok daha küçük hale gelmesi lazım. Türkiye’nin bugün en büyük sorunu devletin kontrol sorunu. Kimi ya da hangi sistemi getirirseniz getirin, ister Erdoğan’ı, ister Özal’ı, ister Süleyman Demirel’i… Ki Süleyman Demirel ta 1970’lerde çaktırmadan başkanlık sisteminden söz etmeye başladı.

Başkanlık sistemini ilk dillendirenin Süleyman Demirel olduğu doğru yani.

Direk başkanlık sistemi demiyordu fakat, yeni bir anayasa yapılmasını, daha güçlü bir hükümetin olması gerektiği konusunda bir takım söylemleri vardı. 80’lerden sonra Turgut Özal geldi; o birazcık değindi başkan olabilir miyim diye. Bu arada, bu tartışmalar da çok samimi değil.

KAYGI DÜZEN DEĞİL, HAKİMİYET…

“Ben başkan olabilir miyim” kaygısından mı kaynaklı yalnızca yani.

“Beni seçin.” kaygısı tamamen. Yoksa, sistem düzelsin kaygısı yok. Özellikle Erdoğan için bu daha kişisel bir mesele haline geldi. Kafasındaki Türkiye yapısını oluşturabilmek için başkan olması gerekiyor. Başkanlıktan da tek kişinin hükümranlığını kastediyor.

İyi ama zaten cumhurbaşkanının yetkileri çok geniş.

Yetkileri geniş ama yeterli değil. Anayasal sınırlar içerisinde istediklerini tam yapamıyor.

Ama yarı başkanlık sisteminin 2007 yılında hissettirmeden uygulanmaya başlanıldığını, dolayısıyla yetkilerin zaten aşıldığını söylediniz. Daha ne yetkisi olacak?

Ama yeterli değil. Çünkü o, direk HSYK’yı kontrol etmek istiyor, bir telefonla hakimin, savcının yerini ve kararını etkilemek istiyor, bir telefonla Anayasa Mahkemesi’ne şu kanun geçsin ya da şu kanunu CHP yönlendirmiş bunu görüşmeyin demek istiyor.

Şu anda bunları yapamıyor mu zaten.

Bunu kısmen yapabiliyor ama alenen yapamıyor. Kafasındaki sistem biraz daha şahsi olarak, bir takım prosedürleri ortadan kaldırarak bir şeyler yapabilmek. Demokrasilerde, parlamenter sistemlerde, başkanlık sistemlerinde, yarı başkanlık sistemlerinde ana unsur güçler ayrılığıdır. Yasama, yürütme ve yargı birbirlerinden tamamen bağımsız olacak. Amerika’da sistemi kurarken bunu çok kesin ve net biçimde yapmışlar. Türkiye’deki parlamenter sistem ile kıyaslayacak olursak, orada temsilciler meclisi ve kongre var, başkan onlara kesinlikle baskı yapamaz ve onlardan bağımsızdır. İkinci nokta ise yasalar; yasaları uygulayan yargıç ve hakimler tamamen hükümetten bağımsız. Gerektiğinde hükümetin hiç hoşuna gitmeyecek kararları rahatlıkla alabiliyorlar. Amerika’nın ilk anayasasını hazırlayanlar Avrupa’yı gezmişler ve oradaki sistemin daha çok diktatörlüğe yatkın olduğunu ve sorunların temelinde de devletin yattığını görmüşler. Devletin her şeyi kontrol etmek isteği, devletin başındaki kişinin aşırı güç, tabiri yerinde ise şehvetini önlememiz lazım diye düşünüyorlar. Devleti küçültmeye ve kontrol altına almaya karar veriyorlar. Bu sistem güçler ayrılığının olduğu yavaş bir sistem.

“SOSYAL YAPIMIZ BAŞKANLIK SİSTEMİNE UYGUN DEĞİL”

Amerika başkanlık sisteminin en iyi uygulandığı yer midir?

Başkanlık sistemi ilk kez Amerika’da ortaya çıktı ve dünyada da en iyi uygulandığı yerdir. Orada sosyal yapı da buna uygun; devletin varlığını istemiyorlar, büyük devlet istemiyorlar. Ama bizde öyle değil; evini sel basıyor, devlet nerede diyor. Evini derenin içine yaparsan devlet ne yapsın?

Amerika’daki başkanlık sisteminde başkan yetkileri dışında hareket edemiyor ve düzenleyici konumunda. Demek ki bu, Türkiye’de yanlış algılanıyor. Türkiye’de başkan olunca her şey benim elimde olacak algısı var.

Amerikalı başkanlar İngiltere’deki başbakanlara çok özeniyorlar; keşke biz de kanunları onlar gibi hızlı çıkarabilsek, kafamızdan geçen bir takım şeyleri meclis vasıtası ile kanunlaştırabilsek gibi bir düşünceleri var. Bizde ise tam tersi. İşte, Demirel, Özal bunu çok dile getirdi; Erdoğan daha çok dile getirdi. Bu, cumhurbaşkanı olunca hakikate gözlerim açıldı demek değil, cumhurbaşkanı oldum ve yetkilerim artsın isteğinden kaynaklı.

“BİZDE KRALLIK, HATTA ‘TEK ADAM’LIK İSTENİYOR”

Bizimkilerin uygulamak istediğinin gerçekteki yansıması nedir?

Başkanlık sistemi değil, yarı başkanlık sistemi de değil. Bizde daha ziyade krallığa, tek adamlığa yakın bir sistem istiyorlar. Bizde başkanlık sistemi uygularsak, bu sistemi mumla ararız.

Bizde başkanlık sisteminin olmasına gerek var mı?

Olmasına gerek yok ama özellikle Kürt problemini halletmek için federal bir yapıya geçilmek sureti ile başkanlık sistemi bir noktada yardımcı olabilir. Ama bunu mevcut Türkiye şartları içinde yapmaları mümkün değil, dolayısıyla başkanlık sistemine geçelim, tüm sorunlarımızı bitirelim düşüncesi bir rüyadan ibaret. Gerçeği yansıtmıyor. Parlamenter sistem mevcut hali ile Türkiye’ye uygundur, hiçbir sorun görülmüyor. Gerçek sorun kafalardadır, Türkiye’ye gelen hangi grup olursa olsun kendi hükümranlığını kurmak istiyor. Devletin daha da büyütülmesi isteniyor. Devletin küçülmesi, sınırlarının daraltılması; halkın, bireylerin, özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesi esas olmalı ve ekonomik kalkınmaya yönelik bir takım ciddi planlar, programlar yapılması lazım. Vergi bunun ilk adımı. Vergilerin büyük ölçüde düşürülmesi, bunun için de devlet harcamalarının azalması, dolayısıyla devletin küçülmesi ve her şeye burnunu sokmaması lazım. Aksi takdirde bu sıkıntılar devam edecek.

“BAŞKANLIK SİSTEMİ ŞU ANDA KAOS DOĞURUR”

Peki, cebren ve hile ile başkanlık sistemine geçilmesi söz konusu olabilir mi?

Şu andaki hali ile yakın zamana kadar zor görünüyor.

Olursa ne olur?

Türkiye’de bir takım kırılmalara yol açabilir. Gözüken o ki, son 12 buçuk yıldır tek parti iktidarının uygulamaları başkanlık sistemine yakın zamanda geçmemizin nasıl bir felaket doğuracağının ön işaretleridir. Kanun, nizam tanımaz, gece aklına geleni sabah kanun olarak çıkaran bir hükümet var ortada. Memlekette ciddi bir kırılma var ve değişik fraksiyonlar arasında kaynaşma değil, ayrışma gözlemliyoruz bugün. Bu düşmanlık, yarın öbür gün silahlı çatışmaya dönüşürse Allah göstermesin, memleket Arap dünyasına döner.