Mustafa Güçlü/ Demokrat Haber

Taylan Kara; Cölanj (2008), Poe’nun Kuzgunu (2008), Böyle De Buyurabilirdi Zerdüşt (2010), Vasatlığa Giriş Dersleri (2012, 2. baskı 2015), Vasat Edebiyatı 101 (2015) kitaplarının yazarı.

Eserlerinde, ülkemiz kültür sanat ortamını şekillendiren “piyasacı, star sistemi”ne eleştirel yaklaşan yazar, yazılarında vasatlığı aşmak için sanata sınıfsal bakışın nasıl olması gerektiğinin ip uçlarını vermekte.

Yazıları halen solportal, abcgazetesi.com ve insanbu.com’da yayımlanmakta.

Kendisiyle 17 Aralık’ ta İzmir, Nazım Hikmet Kültür Merkezinde “Bir Kitle İmha Silahı Olarak Edebiyat” başlıklı konuşmasından sonra bir röportaj gerçekleştirdik:



-Konuşmalarınızda edebiyatı “bir kitle imha silahı olarak“ nitelendiriyorsunuz, bu saptamanızı okuyucularımız için biraz açar mısınız?

İnsan bilinci ile dış dünya arasında birçok dolayım vardır. Edebiyat, bireye çevresiyle ve dünyayla kurduğu ilişkide bir pencere verir. İyi bir kitap, daha önce fark etmediğiniz ayrıntıları görmenizi sağlar. Örneğin Anna Karenina’yı okuduktan sonra aşk kavramına bakışınız değişir; okuduğunuz kitap iyi bir kitap ise bu bakış derinleşir. Nesnelere, kavramlara, çevrenize karşı farkındalığınızı arttırmayan, sizi derinleştirmeyen bir kitap bir “zaman geçirme” etkinliğinden ibarettir. İyi kitap uyutmaz, uyandırır. İyi kitap çelişkileri azaltmaz, belirginleştirir.

H. Ford’un bir sözü vardır, mealen şöyle der: “Ne zaman fabrikama bir işçi alsam sadece iki el almak isterim ancak ne yazık ki yanında bir kafa ve bir de mide gelir“.

Ford’un işçisini “iki el”e indirgemek için sanatın kitleleri uyuşturması, bilinçleri çürütmesi ve nesnel gerçeklikle ilişkisini bozması gerekir.

Ford ve sınıfının çıkarları, “kitlelerin nesnel gerçeklik ile ilişkisinin bozulması” üzerine kurulmuştur. Kendini özgür zanneden köle, masaya zürafa diyen birey, sürüleşmekten heyecan duyan kitleler… Salt ellerinden, salt midelerinden oluşan parçalanmış insanlar… Bu bir Ford cennetidir, Ford’un bu cenneti milyarlar için bir cehennemdir. Onları bu cehennemde tutmanın yolu ise içinde yaşadıkları cehennemi algılamamalarını sağlamaktır. Böyle bir kitleye istediğiniz her şeyi yaptırabilir, onları istediğiniz gibi yönetebilirsiniz.

Algılayan, değiştirebilir. Değiştirenler, ancak doğru algılayanlardan çıkacaktır.

İşte bu nedenle nesnel gerçeklik bilgisi, herkesten önce “Ford cenneti/insan cehennemi”nde yaşayanlar için gereklidir. Sanat, insan bilincinin gelişmesi, insan kültürünün zenginleştirilmesi için değil toplumu kontrol altına almak, bilincini küçültmek, nesnel gerçeklikle ilişkisini bozmak için kullanılmaktadır.

Bugün için topluma pompalanan edebiyat, insanı uyandıran ve harekete geçiren değil uyuşturan edebiyattır. Şu haliyle piyasa edebiyatı bir “kitle imha silahı”dır. Bir bilinç bozucudur, insana zararlıdır. Edebiyat, artık “bilinç endüstrisi”nin en güçlü silahlarından birisidir.

-Sizin biraz önce bahsettiğiniz “bilinç endüstrisinin” piyasayı şekillendirme ve dizayn etme araçlarından biri de edebiyat ödülleri. Edebiyat ödüllerini veren jürilerin toplam 5-10 kişinin kontrolünde olmasını bu bağlamda nasıl değerlendirebiliriz?

Edebiyat ödüllerinde çoğu jürinin dosyaları hiç okumadığı, bizzat jüri üyelerinin kendi ifadeleri ile kanıtlanmış “herkesin bildiği bir sır”dır. Bir insanın bir yılda tam 16 ödülde seçici kurulda layıkıyla görev yapması, gelen dosyaları bırakın okumasını, sadece kapağına bakması bile mümkün değildir. Bir an bu ödüllerin parmakla sayılacak kadar az sayıdaki jüri üyelerinin birer edebiyat dahisi olduğunu düşünelim. Dahi bile olsalar, gerçekten son derece yetkin ve hatta gelmiş geçmiş en büyük edebiyatçılar bile olsalar, bir edebiyatın birkaç kişinin sanat anlayışı ve kavrayışı tarafından şekillendirilmesi doğru mudur? Fransız edebiyatını tek başına Balzac şekillendirseydi, İngiliz edebiyatı sadece Bernard Shaw ve onun gibi yazanlardan oluşsaydı şu an olduğundan daha fakir bir edebiyat olmaz mıydı? Ne kadar yetenekli olursa olsun birkaç insanın anlayışının damgasını vurduğu edebiyat kısır kalmaktan kurtulamaz. Ayrıca hangi insan ya da insan grubu koca bir edebiyatı şekillendirme hakkına sahip olabilir?

Metalar dünyasında yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız siyasal-toplumsal sistem, insanların değil metaların sorunlarını çözüyor. Bu yaşamda her nesne, kavram ve kişinin değeri “değişim değeri”ne göre ölçülür. Sanat da bunun dışında değildir. Sanat eserleri ve kitaplar bu düzenek içerisinde bir metadır ve metaların yasalarına tabidirler. Bu düzen içerisinde kitaplar için sanatın terminolojisi değil metaların terminolojisi kullanılır.

Kitabın “pazarı”, “müşterisi”, “reklamı”, “piyasası”, “arzı”, ”talebi” vardır artık… Kitap ya da sanat eserinin bu açıdan bir kot pantolon, bir araba ya da bir buzdolabından farkı yoktur. Bu bakımdan en iyi kitap “çok müşterisi” olan, “pazarlaması” kolay, “en çok para getiren” kitaptır. Bunun için kitapların “reklam”ı yapılır, “talep” yaratılır, “müşteri”nin “tüketimi” arttırılır. Bu “tüketim-pazarlama döngüsünün devamlılığı için çeşitli mekanizmalar kullanılır. Birisi de “tüketimi artırmak”tır.

Nasıl markalar yaratılıyor ve tescilleniyorsa edebiyatta da “star yazarlar” vardır. Bunlar reklamlarla markalaştırılır. Ödül mekanizması işte bu düzeneğin bir parçasıdır. Ödüllerin başka işlevleri de vardır. Ödül kurumları edebiyatın iktidarındaki kişiler için sağlam bir iktidar aygıtıdır; bu mekanizmanın tepesindeki beş-on jüri üyesine, istediği yazarları öne çıkartarak bu mekanizmayı şekillendirme olanağı sağlar. Edebiyat ödülleri, ödül alan kişiler kadar ödülleri veren kişilere de paye verir. Bir tek roman yazmadan onlarca roman ödülü jürisinde bulunmak, bir tek mısrası bilinmiyorken bütün şiir ödüllerinde yer almak… Bu durumların başka açıklaması yoktur.

Ödül kurumu ile okura önerilen edebiyat anlayışını şekillendirmiş olursunuz. Ve de son olarak edebiyatın iktidarı bir “besin piramidi”dir. Bir ödülü vererek ya da verme beklentisi yaratarak yazarı o piramitle ilişkili hale getirir, bir anlamda onu bağlarsınız.



-Besin piramidinin en tepesinde yer alan oligarkların sevk ve organize ettikleri, ahbap çavuş ilişkisine dayalı çürümüşlüğünün yarattığı yozlaşma pratiği neden aşılamıyor?

Birçok kişi edebiyat iktidarının “besin zinciri”ne belli ölçeklerdeki çıkarlarla bağlıdır. Çok sayıda yazar, okur, reklamcı, yayıncı, eleştirmen, küçük küçük çıkarlarla edebiyat iktidarının piramidine bağlanmıştır. Edebiyat iktidarının varlığından beslenen, edebiyat iktidarı ile arasını bozmak istemeyen azımsanmayacak kadar çok insan vardır. Ya bir yayınevinden kitabı ya da edebiyat iktidarının aparatı bir dergide yazısı çıkacaktır, ya bir ödül almıştır ya da bir ödül beklentisi içindedir. Yeni kitabı, edebiyat iktidarının bir dergisinde tanıtılacaktır. Bir küçük şiiri bir dergide yayımlanacak diye o derginin editörünün apaçık sahtekârlığını görmezden gelen, bir ödül alma olasılığı var diye o ödüldeki apaçık torpili görmezden gelen şair, yazar ve okurlar, edebiyat iktidarının dayandığı “milli irade”dir.

Böylesine mikroskopik çıkarlarla gevşek ya da sıkı bir şekilde bu piramide bağlananlar, sırtlarında bu kokuşmuş edebiyat iktidarını yükseltirler. Edebiyat iktidarı, bir oligarşi olduğu kadar bu yönüyle bir “demokrasidir de; sahtekârlık çok demokratik bir şekilde tabana yayılmıştır.

Türkiye’deki edebiyat iktidarının yarattığı kültür iklimi, her şeyi olağan karşılayan, hiçbir şeye şaşırmayan, her türlü hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk ve torpili olağan karşılayan bir okur tipini yaratmıştır. Bu okur kitlesinin, her türlü hırsızlığı, ” yiyorlar ama yapıyorlar” diye alkışlayan seçmen kitlesinden en küçük bir farkı yoktur. Türkiye’deki edebiyat iktidarı, bu hiçbir şeye şaşırmayan, her şeyi doğal karşılayan yığınlar üzerine kurulmuştur.

-Orhan Pamuk eleştirisini pek çok düzlemde metin üzerinden örneklerle oldukça nesnel bir şekilde yapıyorsunuz? Sizce piyasacı edebiyatın putlarını yaratan sistemi nasıl alaşağı edebiliriz?

Bir romanın çok satması için gereken süreçlerle bir araba markasının daha fazla satması bu bakımdan tamamen aynıdır. Arz-talep, pazarlama, reklam, ürün, marka, talep yaratma… Bu piyasa kavramlarının, edebiyat piyasasında açık ve son derece net karşılıkları vardır.

Yayınevleri, belli yazarları starlaştırır. Bu “marka” yazarlar, bir kitap çıkardığında, bu kitabın “reklam”ı neredeyse bütün kültür organlarında yapılır. Sipariş tanıtım yazıları ile bu kitap okura “pazarlanır”. Bu kitaplar bir kitapçıya girdiğinizde daima vitrinde, gözle görünür yerlerde bulundurulur ve adeta zorla okurun gözüne sokulur. Afişlerde, reklam panolarında ve hatta bankamatik ekranlarında dahi bu kitapların reklamları vardır.

Bütün bunlar sanatın metalaştırılmasından bağımsız değildir, üretim ilişkilerinin kültür alanındaki bir yansıması, doğal birer sonucudur. Bu süreçlerin dışına çıkmadan ve piyasanın dışında konumlanan bir okur kitlesi yaratılmadan bu sistem değişmeyecektir.

-Refleksini yitirmiş bir okuyucu kitlesi, kendine verili olanı sorgulamadan kabul kıvamına getirilmiş demektir. Günümüzde, iyi bir metin okuryazarlığı için okuyucu nelere dikkat etmeli?

Türkiye’de edebiyat, bu diktatörlüğe karşı olduğu sürece ve karşı olduğu miktarda olanaklıdır. Edebiyattan söz edecek bir kişinin, her şeyden önce edebiyatı ve sanatı iğdiş eden bu korkunç diktatörlüğe karşı çıkması gerekmekte. Edebiyattaki bu iktidara, edebiyat iktidarının diktatörlüğüne ve onun aygıtlarına karşı çıkmayan kişinin, edebiyatın özgürlüğünden ya da sanatın bağımsızlığından söz etmesi gülünçtür.

Öncelikle bir mıntıka temizliği yapmaları gerekir. Çok satarları, star sistemi yazarlarını, piyasa edebiyatının yazarlarından kaçınmaları, kaçınmaktan öte, tereddütsüz, pazarlıksız, tamamen reddetmeleri şarttır.

-Bir tür olarak eleştiri, edebiyatımıza Tanzimat’la birlikte girmiş olmasına rağmen esere yönelik bilimsel eleştirinin ülkemizde hala kabul görmemesinin nedenleri ne olabilir?

Bu sorunuzun bence iki ayrı yanıtı var. İlki şu: kültürel bir gelenek, birkaç yılda yaratılmaz. Tarihte bir süreklilik oluşturmak, bir gelenek yaratmak için birkaç kuşaklık bir zaman gerekir. Diğer yanıt ise diğer soruların açıklamasında saklı. Tek cümleyle söylenecek olursa bunun nedeni edebiyat piyasası-piyasa edebiyatının bizzat kendisinde aranmalıdır. Piyasa edebiyatı-edebiyat piyasasının doğası budur. Eleştiri, ilke olarak bu sistemin dışındadır. Piyasa edebiyatı-edebiyat piyasası ile eleştiri birbirini dışlayan kavramlardır; birinin olduğu yerde diğeri olmaz.

Son söz olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

Bugünkü piyasa edebiyatını en nesnel bir sözcükle tanımlarsak bu çürümüşlüktür. Bu ilişkilere köşesinden kenarından bulaşmak, bulaşanı da çürütür.

Güncelin hafifliğine, havuçlara itibar etmemelidir. Bu kolay bir iş değildir. Piyasa edebiyatının ayartıcı bir çekiciliği, güçlü bir irade ya da sağlam bir duruş gösteremeyenlere verecek çok yemi vardır; türlü türlü ödüller, köşeler ve payelerle yazarlar, geleceği oluşmadan çürütülür, "yılan"ın başını küçükken ezerler. Bu yazarların-okurların sağlam, tereddütsüz bir duruş sergilemeleri gerekiyor.

Tarihin çok çok daha karanlık zamanları vardı, insan türünün birikimi bunları aşabildi. İnsanlık, bu birikiminin bilincinde olmalı, bu birikimi kavramalı ve bu kavrayışı yaşamına bir direnç noktası olarak almalıdır. 

İnsan türünü oluşturan o kadim kültürün kaynaklarını tanıdıkça, edebiyatın bu damarını tanıdıkça zaten bugünkü çürümüşlükle mücadele etmek için gerekli motivasyon kendiliğinden oluşacaktır. İnsan kendisini biraz da mücadelede var eder. Geleceğin potansiyel yazarı-okuru, doğru kavgasını, kavgasının doğrularını bu şekilde bulacaktır. Ama illaki bir duruş şarttır.